1950’lerin sonuna kadar, çoğu kentsoylu, bir kısmı kırsal kökenli yazar, Türk edebiyatına yön vermiş, batının klasik ve romantik üslubuyla eserler kaleme almışlardır. Ancak çağdaş hayatın dayattığı sorunlar, hayatın mantık silsilesine sığmayan yanı, modern insanın “Ben kimim?” sorusuna aradığı (çoğu zaman da bulamadığı) yanıt, edebiyatta da yeni formlar gerektiriyordu. İşte o noktada Ahmet Hamdi, edebiyatımızın nehir yatağını değiştirecek eseriyle karşımıza çıktı.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün iki başkişisinden Hayri İrdal, küçüklüğünden beri hayatta pek bir varlık gösterememiş, kaderin sürüklediği yöne akmış ve buna itiraz etmemiş, itilip kakılmasa da bir kenarda durması istenmiş, sünepeden hallice bir karakterdir. Belki de belirgin tek vasfı, yanına çırak olarak girdiği Muvakkit Nuri Efendi’den öğrendiği kadarıyla saat tamirciliği ve bu temel üzerine zamana dair duyduğu bilgece sözlerdir.
Ve öylece yaşayıp gitmeye meyyal Hayri İrdal, kaderin hoş bir cilvesi ve saat tamiri konusunda sergilediği anlık yeteneği sayesinde, romanın ikinci başkişisi Halit Ayarcı’yla tanışır ve kendisinden, alışık olmadığı şekilde büyük takdir görür. Halit Ayarcı’ya göre Hayri İrdal’ın saatler ve zaman üzerinde sahip olduğu hüner mutlak surette değerlendirilmeli, kurulacak bir Enstitü sayesinde bu yetenek toplumun zamanla ilişkisine yön vermelidir.
İşte bu noktada, hayatı boyunca pek de saygı görmemiş Hayri İrdal’a, girişken ve başarı timsali Halit Ayarcı tarafından biçilen bir kimlik söz konusudur ve bu cazip kimlik, hiç de reddedilebilecek gibi değildir. Enstitü hızla kurulur ama toplumsal statüsü değişen Hayri İrdal, olan bitene yine itiraz etmemekle birlikte pek de anlam verememektedir. Ana görevi toplumun her kademesindeki saatleri ayarlamak olan Enstitü, halkın ve devlet erkanının da teveccühünü kazanır ve Avrupalarda dahi ses getirir. Ta ki halkın özel hayatına da müdahil olana dek. O andan sonra işin rengi değişir ve eleştiriler yüksek sesle dile getirilmeye başlanır ve rüzgârın terse dönmesiyle de bir süre sonra lağvedilir.
Edebi metinlerde algımızı ve değer yargılarımızı etkileyen ana öğelerden birisi, karakterler, dönemler, mekanlar ve hatta dil üzerinden kurulan ve metin içinde bizi farklı sorgulamalara iten çatışmalardır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü için de çoğu zaman ana çatışmanın, edilgen ve kaderci Hayri İrdal’la girişken ve atik Halit Ayarcı arasında yaşandığı savıdır. Oysa çatışma daha ziyade, arka plandaki Nuri Efendi’yle Halit Ayarcı arasındadır ve Cumhuriyet’le yaşanan kırılmayı ele alır.
Ahmet Hamdi’nin büyük başarılarından birisi, asla doğrudan isimlerini anmaksızın ve taraf tutmaksızın, Osmanlı’dan Türkiye’ye, imparatorluktan cumhuriyete geçişte toplumda yaşanan kimlik sorununu gözler önüne sermesidir. Tepeden inme gerçekleşen her tür devrim için okunabilir Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve evrensel başarısı da bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Unutmamalı ki toplumların da bireyler gibi kişilik özellikleri vardır ve bunların şekillendirilebileceği, ayarlanabileceği yargısı en büyük yanılgılardan birisi olabilir. Nuri Efendi’yle Halit Ayarcı arasındaki en temel fark, birincisi zamanı (ve insanı) anlaşılması gereken bir şey olarak görürken, ikincisinin onu ayar verilebilecek bir unsur şeklinde ele almasıdır. Ve bu nedenledir ki iyi niyetle ve coşkuyla başlayan girişim, hüsranla sonuçlanır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü modernist bir metindir. Romanın daha en başında, olay örgüsünün sonunda gerçekleşecek olaylar dile getirilir. İlk sayfadan, henüz kuruluşundan bile haberdar olmadığımız Enstitünün eninde sonunda lağvedileceğini, hatta Hayri İrdal’ın da bir kazada hayatını kaybedeceğini okuruz. Çünkü modern hayatta artık sondan, baştan ve bunlar arasındaki bağdan çok, olayların karmaşıklığı, her zaman mantık silsilesine oturmaması söz konusudur ve hayatın yansıması olan romanın da bu yönde ele alınması gerekir.
Yine modernist metinlerin önemli göstergelerden birisine, sanatçı figürasyonuna rastlarız Enstitü’de. Modernizm, metnin içine çoğu zaman eksik sanatçı katarak, sanatsal oluşumun da izini sürer, hayatı sanat üzerinden sorgular. Yazılmakta olan bir eser, bir resim, yarım kalmış bir heykel gibi ögeler, okuduğumuz romanla paralel ilerler ve bize bir anlamda yol gösterir. Ahmet Hamdi’nin yazar figürüyse, esasen yazmakla okumakla pek ilgisi olmayan Hayri İrdal’dır. Çoğu okurun gözünde sempatik, mazlum, kaderine boyun eğmiş bir roman kişisi olan Hayri İrdal’ın bu pozisyon için seçilmesi de manidardır. Çünkü Hayri İrdal’ın romandaki asıl konumu, tepeden inme usullerle baskı gören halkın temsilciliği değil, çıkarı uğruna her türlü kılığa bürünebilecek, evet efendim, sepet efendim tandanslı sahtekarlığıdır. Hayri İrdal, halktır ve halk toplumsal konularda edilgen olmakla birlikte bireysel hallerde fevkalade fırıldak olabilmektedir. Romanda saati sanat şeklinde okursak, andığım durum biraz daha belirginleşir.
Ahmet Hamdi’nin ters köşelerinden bir tanesi de psikanaliz ve Doktor Ramiz’dir. Roman kişilerinin her birinin el altından çok şık göndermeleri vardır. Tüm bu karakterlerin arasından örnek seçtiğim Doktor Ramiz de aslında aydın, okumuş bir karakterdir. Ama Halit Ayarcı’nın, anlamak yerine yönetmek hastalığının bir benzeri onda da vardır ve bu nedenle bilim amacına ulaşamaz.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü anıp Mübarek’i hatırlamamak olmaz. Ete kemiğe bürünmüş, ayaklı bir saattir kendisi ve ele avuca sığmaz, kontrol edilemez, nerede ne zaman çalacağı bilinmez bilinçaltımızı temsille edebiyatın nefis metaforlarından birisidir.
Bu romanı okumadan kimlik meselemizi algılamamız güçtür. Ve son söz; derdim mazi türbedarlığı değil, diyen Ahmet Hamdi Tanpınar, hiç de öyle sağcı falan değildir. O kimlik, kimi çevreler tarafından, ölümünden sonra yakasına iliştirilmiştir. Mesela, Adnan Menderes için söylediklerini bugün söyleyemeyiz. Merak eden araştırsın.