Ben Bermal; Hakikatten Kurguya
Kitap İncelemeleri

Ben Bermal; Hakikatten Kurguya

Umut Şener

Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, Ben Bermal kurgu denemeyecek kadar hakikate yaslanan, hakikat sayılamayacak kadar iyi kurgulanmış bir kalem işçiliğine sahip.

 

Daha romanın girişinde derin, görsel değeri yüksek bir karşılamayla, iyi işçilik yaptığını gösteriyor Deniz Fark Zeren. Aklıma ilk gelen, çocukluğumdan beri ezbere bildiğim, Sabahattin Ali’nin “Arap Hayri” öyküsünün girişi oldu. Başlangıç referansı yerli edebiyatın yüz akı bir isim olunca da üzerine yazmak konusundaki düşüncem, kesinlikle yazılmalı ve okutulmalı cümlesiyle yer değiştirdi; elbette bunda Deniz Faruk Zeren’in şiirler ve öykülerle, her defasında hem kendi ürettiklerinin hem de edebiyat mirasının üzerine eklemeler yaparak yarattığı yazarlığın payı da yadsınamaz.

 

Vekil öğretmen olarak köyde çalışan ve dönemin getirdikleriyle politikleşen Mazlum Samsa’nın hayatı, bölgede mücadele eden bir kadın olan Bermal’le tanışmasıyla değişir. Roman, Ahmed Arif’in “dövüşenler de var bu havalarda” dizesiyle işaret ettiği kimliksiz yaşayanları anlatıyor. Bilmediğimiz, görmediğimiz, bilerek görmezden geldiğimiz ama varlığı apaçık gerçek olan ve bizimle aynı dünyada, ülkede, şehirde, hatta kasabada nefes alanları, aldığı nefesin hakkını vermek için yollara düşenleri ele alıyor.

 

“Hikayeler güzel sözler serpiştirmek için yazılmaz Mazlum Samsa, güzel sözler hikayelerde kendini bulur.” (s.27)

 

Romanda birinci derece karakterler, Mazlum Samsa, Bermal ve Celal’dir. Burada romana ismini veren Bermal karakterinin işlenme biçimine özellikle değinmek gerekiyor. Bermal, romanın başkarakteri Mazlum’a hem somut hem soyut boyutta eşlik eder. Fiziksel olarak romanın başında ve sonunda görülür. Fakat, fiili olarak görülmediği tüm anlarda da ruhsal ve psikolojik atmosfere dahildir. Mazlum Samsa, ona hayranlık ve bağlılıkla harmanlanmış duygular taşır. Birine ilgi duyan insan, her şeyi ona söyleme ihtiyacı hissettiğinde ilgisinin farkına varır. Mazlum’u sık sık Bermal’e bir şey söylerken görürüz, tabii içinden… İşte Bermal karakteri bunlarla hem pek görünmeyen hem de her anda var olan bir karakter olarak yaratılmış. İkinci dereceden kurguya katılan karakterler, Ali Sertaç, Sarı Derya, Azad ve Hasan’dır. Tamamlayıcı karakterler olarak Panter (at), Nenecik, Vahag Usta, Anêşîn, Ali İhsan, Erkan ve kasabadan bazı aile, esnaf, zanaatkar öne çıkar.

 

Kurgu örgüsü, karakterleri de kolayca tasnif etmemize elverişli bir kapsayıcılığa sahip. Örgü, iki kişi arasında başlayıp, giderek genişleyen bir iletişim ağı üzerine oturtulmuş. Üstelik, roman çok doğal ve anlatıma katmanlar ekleyen, olay ve durumların derinleşmesini, yeni boyutlar kazanmasını sağlayan bir işleyişle ilerliyor.

 

Örgünün niteliğini belirleyen çatışma unsuru, tıpkı hayatın içinde olduğu gibi temel ve yan çatışmalar olarak yaratılmış. Toplumsal ve sınıfsal sorunlar söz konusu olduğunda temel çatışma ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen gibi net taraflar arasında. Burada da söz konusu olan her anlamda bir toplumsal mücadele olduğu için temel çatışmayı hak alma mücadelesi verenlerle, onların haklarını gasp edenler arasında yaşanan bir çatışma olarak tarif edebiliriz.

 

Yan çatışmalarsa, insan olmanın her haline vurgu yapan, temel çatışmanın da asli unsuru olan insanın değişirken, dönüşürken yaşadığı sancılar yani insanın kendiyle savaşı biçiminde belirginleşmiş. Che’nin tanımladığı “yeni insan” olma mücadelesi, romandaki çatışmayı kuran teorik-politik zemindir. Feodal değerlerin de eşlik ettiği bir toplumsal yeniden şekillenmenin özneleri, bu zeminde hayatla, birbirleriyle ve kendileriyle kıyasıya çatışır. Mazlum’un Bermal’e karşı duyguları ekseninde, mücadele eden insan ve sevdanın çatışması, örgütlenen gençlere karşı hissedilen sorumluluk ve sahiplenme duygusuyla iç içe geçen koruma çabasında yaşanan çatışma “yeni insan”ın çatışmalarıdır. Hem kasaba hem de insanları açısından diyalektiğin “çelişki içtedir” kuralı bu çatışma sahnelerinde somuttur.

 

Mekân, Kürt halkının yaşadığı küçük bir kasaba olan Karaova’dır. Burası hem sosyolojik hem de coğrafi olarak kırsal diye tanımlanan bir alandır. Güce tapması, kötülüğü ve iyiliği birlikte barındırması, ortalama bir yaşam seviyesinde, aynı haklar ve haksızlıklarla birlikte yaşayanların köhne, küçük, bakımsız, yer yer kararmış yaşam alanıdır Karaova.

 

Doğaya bağlılığın, özellikle ağaçlarla kurulan ilişki üzerinden tasvir edilmesi, mücadelenin konusu olarak dile getirilmesi vb örnekler mekânı tamamlamış. Anlatılan bölgede onlarca yıldır devam eden bir eko-kırım söz konusu. Yaşamın yok edildiği koşullarda, çözümü sorunu yaratandan beklemenin yetmeyeceği, çözüm isteyenlerin de yapması gerekenler olduğu, çıplak dağlara ağaç dikmek gibi önerilerle, didaktizme düşmeden verilmiş.

 

Olayların (ya da romanın) zamanını şu cümleden çıkarabiliriz: “Karaova askeri darbeden sonra geçen on iki on üç seneden sonra yeniden gelmelere gitmelere tanıklık ediyordu.” (s.62) Anlaşılıyor ki, zaman doksanlı yılların başı, ilk yarısıdır. Tabii Türkiye’nin doksanlı yıllarında, özellikle de ülkenin doğusunda katliamlar, infazlar, kayıplar, on binlerce insanın yaşamını etkileyen pek çok olay yaşanmıştır. Kronolojik bir sayıdan ziyade bu romanın asıl zamanı, bu sosyo-politik zamandır.

 

Engels’in “zorunluluğun bilince çıkarılmış halidir.” dediği gönüllülük ve meşruluk üzerinden romanın bağlamı kurulmuş. Bir şey yapmayanın bile başına bir şey gelmeyeceğinin garantisi olmadığını somut olarak gösterecek kadar sert koşullar egemendir.

 

Dil ve ona takdire şayan bir uyumla yaratılan içerik hem yerel söyleyişi hem de günümüzün nabzını yakalayan bir evrenselliği içeren, içten ve oldukça zengin bir dille ifade edilmiş. İmtina edilen bir konuda yazılmış olmasına, yok sayılan bir dilin iklimine ait (“deq” gibi özel) kelime ve söyleyişler içermesine rağmen zengin bir edebi dil kurmayı başaran Deniz Faruk Zeren söz oyunlarıyla, sözü bükmenin doğru örneği olarak nitelendirilebilecek bir eser meydana getirmiştir. Örneğin, olumsuz bir durumu anlatmak için kullandığımız “Karadeniz’de gemilerin batması” Deniz Faruk Zeren tarafından tersine çevrilerek yeni bir ifade biçimine bürünmüştür: “denizde gemileri yüzüyor” mutluluğun ifadesi olmuş.

 

İster kurgu ister kurgu-dışı yazın söz konusu olsun, edebiyatla teması olanların kendini güçlendireceği kaynakların başında hikayeler gelir. Zeren hikâye toplayıcısı ve anlatıcısı olma kumaşını taşıdığını Ben Bermal’le göstermiştir.  Usta Mamo temsilinde, tırnaklı ekmek yapımı, bir matbaa makinasının kullanımı, Vahag Usta’nın evin tadilatı sırasında anlattığı kadim mimarlık hikayesi, Makbule annenin anlattığı nar ağacı hikayesi yazarın toplayıp dağıttığı hikayelere örnek olarak verilebilir. Bu küçük hikayeler, romana kültür-hafıza taşıyıcılığı niteliği vererek eseri güçlendirmiş. Hikâye hırsızlığı diye adlandırılabilecek, kendi yaratmadığı hikayelerle yazanlarda rastladığımız yazınsal kötülükten kaçınarak, kendi emeğini doğru kodlarla büyütmek bilinçli bir tercih.

 

Arka kapak yazısı da bu kurgunun ne kadar iyi olduğunun göstergesidir adeta. Romanın farklı bölümlerinden alınarak birleştirilmiş cümleler pekâlâ bir paragraf gibi okunuyor.

 

Basıldığı günden bu yana Ben Bermal ekseninde yaşanan başka gelişmeleri de bu göstergelerin arasına eklemek gerekir düşüncesindeyim. Deniz Faruk Zeren’e gönderilen okur dönüşleri, sosyal medya paylaşımları yazanla okuyan arasında bir bağ oluştuğunu gösteriyor.  Esere dair rastladığımız yapay zekâ görselleri de oldukça ilgi çekici. Yazarak görselleştirme ya da klasik ifadeyle göstererek yazma bu romanda çok iyi yapıldığı için, sahneler nerdeyse gözümüzde canlananın aynısı ya da çok benzeri olarak çizilebilmiş.

 

Yine, söz sanatı olarak yaratılan ritim yazarın şair yanından kaynaklı. Yerel söyleyişteki, cümle sonlarında kullanılan “…le” ünlemiyle ritmi sağlamak çok doğal ve akıllıca bir tercih. Parolalar, özel işaretler de benzer örnekler. Bu romanı okuyup da “Cello, cirto, ispirto”yu diline dolamayan olmamıştır sanırım.

 

Tüm bunlar ışığında romanın teması umuttur. Umut, konunun işlendiği hikâyede; heyecan vermesi, yıkıcılığı, yaratıcılığı gibi değişik boyutlarıyla buram buram hissedilmektedir. Zaten Deniz Faruk Zeren, birçok yazar için ateşten gömlek olarak görülüp, dokunulmayan bu konuda bir roman yazarak umuttan yana sorumlu bir tavır taşıdığını göstermiş. Yazar, katıldığı bir programda şöyle diyor, “Okur iki yüz sayfa kitap okuyacak ve bir küçük umut bile almadan kitabı bitirecek. Bunu yapma hakkım yok.”

 

Çetin koşullarının tam ortasında yer alan bir karakter olarak Bermal’in hayatının ayrıntılandırılmaması, romanda eksik kalan yan olarak öne çıkıyor. Bermal’in duygu dünyası, hesaplaştığı bağlar, özlemleri, değişen ve değişmesi gereken yanları ya da çocukluğuna dair bölümler de okumak isterdim. Yazmanın olanakları biraz daha kullanılarak bu kısımlar çoğaltılabilirdi. En çok da Mazlum’un Bermal’i sayıkladığı düşünsel sorgulama anları buna uygundu diye düşünüyorum. Çünkü bu nitelikli kurgu, görmezden gelinen bir yerlere bakmayı sağlıyor. Orada daha fazla şey gösterilebilirdi.

 

Deniz Faruk Zeren’in öykülerinden aşina olduğumuz diyaloglar romanda da çok yerinde kurulmuş. Yine tasvirler, mekân anlatımları bazen sayfa boyu süren ama hiç kopmayan, akıp giden tek bir cümlede ifade edilmiş. Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi ustalardan aldığımız okuma lezzetini yaşatabilecek, kalemi geleceğe dönük isimlerden biri Deniz Faruk Zeren.

 

Kalemine umut bezeyen, kadın özgürlük mücadelesini hak ettiği biçimde dert edip, hayatın ortasından anlatan, ekolojik mücadeleyi demokrasi mücadelesinin ayrılmaz parçası olarak sunan; dostluğu, yoldaşlığı, ölüm de dahil uğrunda her şeyin göze alınabileceği bir şeylerin hala var olduğunu hatırlatan bir roman Ben Bermal.