Bir Çocuğu Yaşamak
Yazılar

Bir Çocuğu Yaşamak

Ezgi Eren

Bu sabah Vietnam’a uyandım ve bir çocuğun gözlerinden gördüm dünyayı.

 

Gün geceye açıldığında ayak tabanlarımızdan göz bebeklerimize yayılan sızıyla uyuyakalırdık. Öylesine ölesiye severdik ki dünyayı, karış karış yürüdük her toprağını. Yine de yetmedi. Ne uzadıkça uzayan gökyüzü, ne buluta gölge veren okyanuslar, ne de evimiz bellediğimiz sık sazlıklar.. Bir başka dünya hasreti içindeydik her an. Belki biri diğerinden başka bir ülke buluruz umuduyla yolları yollara bağladık.

 

Bilmem can sıkıntısı mı yoksa şımarıklık mı dersiniz. Yoksa var oluşun peşinde sürüklenen var olamamış hayatlar mı… Bir şekilde herkes gibi bazen adım adım ve bazen koşarak ve bazen durarak devam ediyorduk yaşamaya.

 

…ve günlerden bir gün hayatla aramıza bir çocuğun bakışları girdi.

 

Kendinden büyük bir sandalyeye oturtulmuş,  minik ellerine birkaç beden büyük gelen gongun tokmağı tutuşturulmuş, sokakta oynamak yerine büyümek zorunda bırakılmış bir erkek çocuğu.

 

..ve miniğin gözlerine değen bakışlarımda sorular sağanak yağıyordu: Omuzlarına ağır gelen bu yükü taşımak zorunda mıydı küçük bedeni? Ailesine bakmak zorunda olduğu için mi yoksa bu sessiz topraklarda söylenmemesi gereken tüm saklı sözler gibi bir yeminle doğduğu için mi taşıyordu bu yükü? Olası cevaplar gök gürültüsü gibi yağmuru deliyordu: Belki de hiç çocuk olamayacaktı? Doğumda ona verilen yaşamak sözü ona tek bir şartla verilmişti; ölene dek onu dünyaya getirenlere borçlu olmak?

 

Dünyaya gelmeden önce ona danışılmadan tartılmış ağır şartlar ve karşımızda bu şartlara uymak zorunda olan bir küçük adam…

 

Bu topraklarda özgürlükten bahsedebilmek için ölümü kabullenmek gerekir. Ailenin yok olmasını beklemek ve bu yok oluşun özgürlüğünü getireceğini bilmek ne büyük bir trajedi!  Bu çeşit bir hayatta kalma sanatı, doğarken borçlu doğduğunu kabullenmek ve ölene kadar borcunu ödeyebilmekle ilgili.

 

Kim kendi ailesinin ölmesini ister ki? Özgür kalabilmek için ölümü sofranıza buyur etmek… Ancak ayaklarına pranga vurulmuş kölelerin işi. Çünkü başka çareniz yok, başka çaresi yok. Dedikleri gibi: Ya İstiklâl Ya Ölüm!

 

Gelenek yaşamdan ağır basıyor. Oysa bir çocuğu yaşamak neşe dolu olmalıydı. Şimdi onun gözleri koyu karanlıktaki açık denizler gibi korkusuz, benim gözlerim ise korkuyla doluyor.

 

Çocuğa son kez bakıyorum ve kulaklarımda gongun tek vuruşta yaydığı uzun titreşimle eve, sıcak yatağıma varıyorum.

 

Not: Ho Chi Minh şehri, Vietnam. Vietnam bağımsızlık hareketinin önderi Ho Chi Minh’in adını almış şehir. Ne ironiktir ki bağımsızlıktan bahsedebilmek benim için o kadar kolay değil.

 

Anneler çocuklarına, çocuklar annelerine… Babalar çocuklarına, çocuklar babalarına… Gelenek prangalara vurmuş yeni doğan bebelerin ayaklarını. Kim ki gezmek, görmek ister dünyayı, kim ki okumak, bilmek ister hayatı beklemeli, yıllarca yarım asırlarca beklemeli. Ne zaman ki pranga mahkumu ailesini kaybeder işte o zaman ayrılabilir evinden. Ama o zamana kadar gelenek anne babaya bakmayı hükmeder çocuğa. Ta ki: “Ölüm bizi ayırana kadar.”