İnsanın Anlam Arayışı, Freud ve Adler’den sonra psikiyatrinin insancıllaştırılması olarak ünlenen 3.Viyana Okulu Logoterapi ekolonün kurucusu Dr. Victor E Frankl’in eseridir.
İnsanlık dışı bir toplama kampında her saat imha edilmeyi bekleyen tutuklulardan biri olan Dr. Frankl, yaşadığı olağandışı olayları anlatır. Uzun süren tutukluluk döneminde handiyse tüm ailesini yitiren, bildiği tüm ahlak, erdem ve değerleri yok edilen Dr. Frankl’in bu başyapıtı, kurmaca olamayacak kadar derin deneyimlere dayanır.
Kitabı okurken sormadan edemiyor insan; önceki okumalarımızda “hiç de inandırıcı değil, gerçek hayatta böyle bir kurgu olmaz” diye yargıladığımız kurmacalar, bu kişisel deneyimin yanında son derece basit kalmıyor mu?
Deneyimlenen hayatın kurgudan daha şaşırtıcı, daha rastlantısal, daha melodram olduğunu düşünürüm. İyi bir kurmacada rastlantıya yer yoktur. Yazar, kurgusunu en küçük ayrıntısına değin titizlikle planlar. Oysa hayat, bazen aklımızın almadığı olaylara tanık eder bizi. Nedir peki bu kısa metni yazıldığı andan itibaren bu kadar değerli kılan? Yalnızca gerçek bir deneyim olması değil elbette. Yaratılıp geliştirilmesi birçok insanın ölümüne mal olan bu kısacık yapıt, edebi bir eser olduğu kadar felsefi, teolojik, sosyolojik ve psikolojik bir derinlik de sunar okuruna. Aslında Dr. Frankl’ın bilgeliğiyle derinleşmiş olan bir iç öyküdür bu. Onun sayesinde toplama kampındaki gündelik yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlarız. Elimde olmadan bir soru daha takılıyor zihnime: İnsan böylesine acı çekerken neden intihar etmez de hayata bu denli tutunur? Halbuki yaşanan negatif olaylar pozitife baskın gelir, derler. Bu nasıl güçlü bir pozitif tutunuştur ki tüm olumsuzluğu alt ediyor? Şimdi bir an için düşünelim. Aniden bir çıkmaza girseydik… (Biliyoruz ki bu hep olası) O çıkmazdan sağ kurtulmak için neler yapabilirdik? O durumda yaşadığımız korkuları yenmenin, cesur olmanın, hayatımıza yeniden huzur ve mutluluk getirmenin bir yolu olduğuna inansaydık bu ne olurdu? Belki de “buradan asla sağ çıkamam” inancını “daima bir yol vardır” ile değiştirebilirsek bu iyi bir başlangıç olur. Dünyadaki çocukların çoğunluğu şu rüya ile büyütülüyor (ben de bir zamanlar öyle yaptım); ‘Sosyoekonomik durumunuzu ne denli iyileştirirseniz o denli mutlu olursunuz’. Bugün yaşamak için güzel bir eviniz, arabanız, eşiniz, işiniz, aileniz var sayalım. Elbette bunlar sanıldığının aksine bir erek değil araç. Peki bu araçları edinmek sizi mutluluğa ulaştırdı mı? Maalesef tüm bunların hepsine sahip olup yine de derin bir mutsuzluğun içinde çırpınan insanlar tanıyorum. Her şeye sahip oldukları gibi hiçbir şeye sahip değiller. Henüz varoluşlarının anlamını bulamamışlar. O sevgiliden o sevgiliye, o eğlenceden o eğlenceye koşarken, hayatın onlara sunduğu araçlarla ömür tüketiyorlar yalnızca. Öte yandan ne zor ne yoksun koşullar altında pek çok mutlu insan görürüz. Bu yoksun koşullar içinde mutlu olmayı başaran bu insanların ortak özelliği mutluluğu aramıyor olmalarıdır. Dr. Frankl’e göre mutluluğa engel olan yegâne şey, “mutluluk arayışı” nın kendisidir. Yaptığı logoterapi klinik uygulamalarında özellikle “cinsel haz arayışı” nda bunu en açık haliyle gösteriyor. Bu uygulamalarda kadın veya erkek ne kadar çok haz almaya çalışırsa sonuç o kadar başarısız olmuş. Yapılan araştırmalar göstermiş ki hedefimizi ne kadar çok hedef yaparsak o denli amacımızdan uzaklaşıyoruz.
Düşünüyorum da varoluş sanki en çok da insanın kendini aşkınlığına bağlı. İnsan, hayattaki anlamını, kendini düşünerek kendini geliştirerek değil, kendine rağmen kendini unutarak gerçekleştirebilir. Önce kendinden içine bakıp kendini bilerek, sonra kendine rağmen kendi dışına çıkıp gerçekleştireceği bir anlama, bir davaya veya bir hizmete odaklanarak kendini unutma pahasına gerçek benliğini -özünü- arayarak… Bu kendini gerçekleştirmedir ama sadece bir hedef değil, iyi niyetle yürütülen bir sürecin neticesidir.
Yapılan psikiyatrik incelemelerde, toplama kamplarındaki esirler arasında yaşama şansı en yüksek olanların hemen hepsinin bir “ne için” veya “kimin için” yönelimi olduğu tespit edilmiştir. İnsanın anlam istemi, yalnızca insana özgüdür; yazara göre de insan olmanın en temel dışavurumudur. Aynı zamanda insanın bu istemi, yaşadığı hayatı sorgulayan, kendine bir anlam arayan insanların en güvenilir ruh sağlığına sahip olduğunun kanıtlanmış bir ölçütüdür (Theodore A.Kotchen bulgularla ortaya koymuştur).
Dr. Frankl en umutsuz anlarında sevginin şifasına sığınmış çok sevdiği eşinin neler yaptığını, nasıl olduğunu düşünmüş, onu daha çok sevebilmek için yaşama tutunmuştur. Bu, onun o yoksunlukta yöneldiği yalnızca onun varlığına özel “kimin için” (eşi için) dir. İnsanı hayatta tutan sadece refah değildir, insanı hayatta tutan en güçlü neden, onun varlığının sağladığı anlam, onun varoluşunun hayata olan katkısı, yararıdır.
İşsizlik neden çoğu zaman büyük bir nevroza sebep olur? Çünkü bazı insanlar işsiz olmayı faydasız olmakla eş tutar ve bu bazıları için öyle büyük bir inanç kalıbıdır ki işsiz kaldığında yaşam tüm anlamını yitirir. İşte intihar, insanın kendi yaşamına dair hiçbir anlamının kalmaması neticesinde gerçekleşir.
En büyük melodramları yaşamalarına rağmen mutlu olan hayata tutunan insanların hepsi bir şekilde var olmanın kendilerine özgü anlamlarını bulmuşlardır. Bu, onları hayatta tutan motive eden yegâne güçtür. Dr. Frankl, daha evvel temellerini attığı Logoterapi yöntemini yaşadığı bu kişisel deneyim neticesinde geliştirerek insanlığa büyük bir katkı sağlamıştır. Aynı zamanda yaşadığımız bazı olumsuz deneyimlerin, (tam bir pozitif niyet esas alınırsa) insanlık adına nasıl büyük bir iyileştirici güç yaratabileceğine çok değerli bir emsal olmuştur. Gerçekten yaşanılan bazı ortak acılar ruhumuzu iyileştirebilir.
Albert Camus’un bir sözünü burada hatırlamakta fayda var: “Yaşam gerçekten yaşamaya değer mi değmez mi…” Ortaya koyduklarına bakıldığında Dr. Frankl için yaşam gerçekten yaşamaya değmiş. Bu eserinde bize insanın “aptalca çıplak yaşamından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını” ansızın kavradığı zaman bile neler yapabileceğini ya da neler yapamayacağını deneyimlediği saf haliyle anlatıyor Dr. Frankl. Her karanlıkta bize çıkışı gösteren bir umut ışığı vardır. Tam bir pozitif niyetle o umut ışığını aramalıyız, mutluluğu ve refahı değil. Camus’unun ve Sarte’nin karamsar varoluşçuluğundan ziyade Frankl bize olumlu, umut dolu bir varoluşun varlığını müjdeler. Üstelik teolojiye ve inanca da diğer yaklaşımlar kadar uzak bakmaz. Hayata insan boyutu gibi geniş, esnek ve aşkın bir perspektiften bakan Frankl, bireyin varoluşsal boşluğunu dolduracak her şeye aynı eşit mesafede yaklaşıyor. Yaşadığı deneyimler ona inancın bazı durumlarda insanı yaşamda tutabileceğini açık bir netlikle gösteriyor. Bugünün mekanikleşmiş, modernite ve teknolojiyle sosyallikten uzaklaştırılmış, kendi insanlığına uzak, kendiliğine yabancılaştırılmış bireyin artık global boyutlara ulaşmış nevrozunu, daha insancıl daha insana dair bir yolla çözülebileceğini söylüyor Dr. Frankl. Freud, “Kişi yaşamın anlamını ve değerini sorguladığı an hastadır” demiş ama Dr. Frankl tam aksine, anlam arayışının insan olmanın en ayırt edici özelliği olduğunu savunmuştur. Ona göre belli bir programla dünyaya gelen hiçbir hayvan neden var olduğunu merak etmez öylece yaşayıp ölürken, insan merak eder.
Dr. Frankl, o insanlık dışı toplama kampında yaşadıklarına tepki verip duygularını boşaltmaktan çok, bu kişisel deneyimi bizimle paylaşarak yaşamın ona ne sorduğunu anlamaya çalışmış ve kendi biricikliğiyle sorulara cevap vermiştir. Daha evvelden yol haritasını çizdiği Logoterapiyi bu deneyimden sonra geliştirerek tüm insanlığa hediye etmiştir. Yaşamın onun için sunduğu en özel anlamı bulan Dr. Frankl kendi varoluşunu gerçekleştirmiştir.
İnsan için hayattaki anlam istemini bilmek yetmez, ayrıca bu isteme inanmak gerekir. Potansiyelinizin en yüksek mertebesine sizi çıkaracak tek araç, güçlü derinden gelen bir inançtır. Son derece kötü ve umutsuz bir ortamda bile yaşadığı korkunç deneyimi insanlığı iyileştirmek için yüceltmiş değerli insan Dr. Frankl, kamp içinde kendi anlam istemine tutunmuş gerek mizahla gerek eşine duyduğu sonsuz aşkla yaratıcı imgelemini kullanarak hayata tutunmayı başarmıştır. Böylelikle çaresizlikte çırpınan insana, kendi anlam istemini nasıl besleyebileceğini göstermeye çalışmıştır. Ancak kendini tanıyan bir insan, böyle bir çaresizlikte onu hayatta tutacak anlamı bilir ve o anlamı besleyecek araçlardan faydalanır. Farkında olmadığınız bir özlemi bir arzuyu harekete geçiremeyiz. Tek başına bir inanç sorunu olmayan insanın anlam arayışı, kendi içinde kuşkuya yer vermeyecek kadar gerçek bir olgudur da.
Öyle bir an gelir ki inandığımız dünya yanıp kül olur. O saatten sonra cehennemin kapısı her daim açıktır ve cennete giden tek yol cehennemin içinden geçmektir. Müjdeler olsun ki cehennemden cennete geçişin esrarına vakıf olacaklar yine yalnızca kendi varlığının manasına vakıf olanlar olacaktır.
Kaynakça:
Dr. Victor E. Frankl’in eserleri: İnsanın Anlam Arayışı ve Duyulmayan Anlam Çığlığı