Annem:
“Korkak ol sağ ol”
“Dünyayı sen mi kurtaracaksın?”
Annemin çocukluğumdan kalma öğütleri doğrultusunda uyguladığım oto sansür yüzünden bugüne kadar sivil toplum örgütlerinden hep uzak durdum. Hiçbir dernek, sendika ve odaya hatta bir kooperatife dahi üye olmadım. Bir avuç iş arkadaşımın zaman zaman verdiği emek mücadelesini sırça köşkümden iç çekerek izledim. İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullar nefes alınamayacak hale gelince ve sahip olduğum tek servetim olan kızlarımın yüzüne ileride nasıl bakacağım diye düşünerek, sonunda sendikaların ortak iş bırakma eylemine katılmaya karar verdim. Yetkili sendika temsilcisi arkadaşımın “Gelecekte yasal açıdan sorun yaşamaman için önce sendikaya üye yapalım” önerisine de “Ok yaydan çıktı artık” diyerek olur verince iş bırakma günü artık ben de yetkili sendikanın bir üyesiydim.
İşverenin eylem kırmak için işçileri ücret kesintisi ile tehdit etmesi biraz katılımın azalmasına yol açtı. Ben o andan itibaren ucunda ölüm olsa dönmezdim, dönemezdim. Uzun tartışmalardan sonra ben, işe hiç gitmeyeceklerin arasında yerimi aldım. Bazı sendikalılar da işe gidecek, gün boyunca işyerinde bulunacak ve işi boykot edecekti. Yılların alışkanlığıyla sabah erkenden, biraz da işyerinde olup bitenleri merak ettiğimden soluğu nizamiye kapısında aldım. Durum sakin görünüyordu. Güvenlikçi o an yerinde yoktu. Cesaretimi toplayıp içeri girmeyi düşündüysem de vazgeçtim. Müdür yardımcımız sendikalı değildi, çalışacağını biliyordum. Telefon ettim. Babacan bir sesle işlerin aksadığını ama önemli olmadığını, bizi desteklediğini söyledi. Rahatlamıştım.
Kesilecek ücret nedeniyle önümüzdeki ay aile bütçemiz biraz sarsılacaktı. Her sabah yediğim çay-simitten, sigaramdan ve ulaşımdan (ev-işyeri arası iki buçuk km idi ve yürünebilirdi.) feragat ederek bütçe açığımızı gidermenin planlarını yaptım ve huzur içinde eve geldim. Ebra elinde elektrikli süpürgeyle kapıda karşıladı.
“Madem bugün işe gitmiyorsun, şu evi bir süpürüver ama önce Sevcan’ın altını temizleyip mamasını ver, çok kötü doldurmuş” dedi.
İtiraz etmeden Sevcan’ın altını temizledim, mamasını yedirdim, uyuttum. Evi baştan aşağı süpürdüm. Tam süpürgeyi yerine koyacaktım ki bir kova deterjanlı su ile paspası elime tutuşturdu.
“Hadi şimdi evi bir siliver, ben de sana şekersiz bir kahve yapayım.
Evi bir güzel sildim. Kahvemi içtim. Ebra gözlerimin içine bakarak
“Nasılsa bugün evdesin, balkonlar toz içinde deterjanlı su yaptım balkonu bir yıkayıver. Suyu da iyice çektir ki çabuk kurusun. Çamaşır asılacak” dedi.
Ağzımı açamadan deterjanlı su dolu kabı elime tutuşturdu. Balkonu yıkadım. Öyle güzel çektirmiştim ki yatak odasındaki çamaşır sepetini alıp, banyodaki makineden çamaşırları koyup getirinceye kadar geçen sürede balkon kurumuştu bile. Küçük parçalardan oluşan çamaşırın asılması bir hayli zaman aldı. Bir yandan da komşulardan bakan var mı diye çevre apartmanların pencere ve balkonlarını gözlüyordum. Görünürde kimsenin olmamasına memnun oldum. İpte çorapları asacak yer kalmayınca onları içerdeki çamaşır askısına asıverdim.
Beren okuldan gelmeden yemeğin yetişmesi gerekiyordu. Patates köftesi için malzemeleri tezgâha çıkarmış olan Ebra mutfaktan seslendi.
“Hayatım! (Bir iş yaptıracaksa şaşmaz bir hitap tarzıydı bu) Rica etsem bana yardım eder misin?”
“Ne yapılacak?”
“Şunu rendeleyeceksin. Geri kalan malzemeleri ben sana tek tek vereceğim, sen homojen bir hale gelinceye kadar karıştırıp yoğuracaksın”
Sessizliğimi bozdum, homurdanarak masanın başına oturdum. Rendeydi, doğramaydı, derken harcı karıp köfte biçimine getirdiğim topları Ebra’nın verdiği tepsiye yerleştirdim.
“Ellerini yıkarken şu çıkan bulaşığı da yıkayıver makineye girmez onlar. Diğerlerini de makineye yerleştirip çalıştırıver, makine dolmak üzere.”
Homurtularımın şiddeti artıyordu yavaş yavaş. Haklı bir tarafı vardı elbette. Elime bulaşan yağdan ve malzemenin kokusundan kurtulmak hiç de kolay değildi. Büyük parça bulaşıkları elde yıkarken bir ölçüde elim de temizlenmiş olacaktı. Ellerimi yıkamıştım ki
“Çamaşır kurumaya yüz tutmuş, toplanması gerekiyor” uyarısı geldi.
Nasılsa bugün işe gitmemiştim. Bazıları tam kurumamış da olsa toplamak gerekiyordu. Güneş varken yeni yıkanan çamaşırın asılması iyi olurdu. Topladıklarımı yatağın üzerindeki yaygının üzerine boşaltıp büyük parçalardan oluşan çamaşırı serdim bu kez. Şaşırtıcı biçimde görünürde komşulardan kimsecikler yoktu. Derin bir nefes alıp yıldırım hızıyla dört beş büyük parça çamaşırı iplere asıverdim.
Ebra elinde iki çerçeveyle geldi. Balkondayken alet dolabından çekiçle çivi getir de şunları koridora asalım. Çekiç-çivi getirip çerçeveleri astım. Elektrikli tıraş makinesinin oynar başlığı oynamaz olmuş. Yıldız ağızlı elektronik tornavidasıyla söküp baktım. Şarjla ilgili bir sorun yoktu. Başlık sıkışmıştı. Gevşettim yeniden monte ettim. Eskisi gibi çalışmaya başladı. Çok sevindim. Durduk yerde dünya kadar masrafa sokacaktı.
Günlük gazeteye göz atamamış, bulmacasını çözememiştim. Elime alıp manşetteki haberi okumuştum ki yatak odasından bir ses geldi.
“Hayatım! Rica etsem bana yardım eder misin?”
İçimden, “Çok da kibardır. Rica etmeden asla yardım talep etmez” diye söylenerek yatak odasına geldim. Gardırobun açık kapaklarının önünde durmuş yukarılara bakarken buldum.
“Yine ne var?”
“Şu en üst raftakileri indirir misin? Çarşafları, nevresimleri değiştireceğiz.”
“Nevresimleri geçen gün değiştirmedik mi? Yastık kılıflarını değiştirsek yeter.”
“Senin geçen gün dediğin bir hafta önceydi.”
“Beren’e biraz sorumluluk versen diyorum. Kocaman oldu. Ortaokuldayken ben eve ekmek getiriyordum. Çocuklar da hiç değilse çarşaf değiştirmeyi öğrensinler bari”
“Senin dönemin geçti. Eskidenmiş onlar, şimdikiler beceremezler”
“La havle” çekerek önce dolabın en üst katındaki çarşaf-nevresim takımlarını indirdim sonra da yatakların çarşaflarını gerdim, nevresimleri geçirdim. Tam yastıkları kılıfına yerleştirmiştim ki mutfaktan,
“Yemek hazır! Sofraya… ” komutu geldi.
Yemeği yiyip salondaki koltuğa geçtim. Gazetemi yeniden okumaya başladım. Fena gitmiyordu. Bulmaca sayfasına kadar yüzeysel de olsa okuyabilmiştim. Kapı çaldı. Apartman görevlisi ekmek getirmişti. Ekmeği uzatırken,
“Abi, Nuh Beylerin banyoya sizden su sızıntısı varmış” demez mi?
Çıldırmamak elde değildi. Tesisat elden geçeli altı ay olmamıştı. Hemen Nuh Bey’e telefon ettim. Uygun olduklarını duyunca, sızıntının kaynağını yerinde görüp öğrenmek üzere aşağıya indim. Gerçekten de bizim klozetin giderinden sızıntı vardı. Altı ay önceki tadilatta ana pis su borularını değiştirmediğimiz aklıma geldi. Nuh Bey’in banyo duvarı sararmaya başlamıştı. Hemen tesisatçıyı çağırdım. Geldi, contayı değiştirdi, sorun çözüldü. Bir saat bile sürmedi, beş yüz lira istedi.
“Yahu bu nerdeyse benim iki günlük yevmiyem, parça değişimi de yapmadın” dedim. Komşum sorunun çözülmesinden mutlu, mütebessim bir ifadeyle bizi izliyordu. Tesisatçı, “Evet ama yaptığım hem çok pis bir iş hem de çalışılan yer çok zor bir yer” dedi. Yerden göğe haklıydı, yapacak bir şey yoktu. Benim emeğimin karşılığını alamıyor olmam hak edenin emeğinin karşılığını almasının önünde engel değildi. Cebimdeki parayı son kuruşuna kadar verdim. Canım sıkılmıştı. Belli etmiş olmalıyım ki Nuh Bey,
“Komşum istersen ben ödeyeyim sen bana aybaşında öde” dedi.
“Yok, yok. Teşekkür ederim, ben öderim sorun değil.. Size geçmiş olsun” deyip çıktım.
Eve geldiğimde Beren okuldan gelmiş yemeğini yemişti. Ebra,
“Bu ödevleri ben anlamıyorum, onlara da bakıver hayatım. Ben de sana çay demlerim. Nasıl olsa bugün evdesin”
Ödevleri birlikte yaptık. Odasına oynamaya gitti. Ebra çayın yanına kek de yapayım deyince kek malzemesini hazırlamak ona, yoğurup kalıba dökmek bana düştü. Çaydan sonra yarın giyilecek kıyafetlerin ütülenmesi gerekiyordu. Ebra ütülerken çift çizgi yapardı. O iş de bendeydi bu durumda. Ne de olsa bugün işe gitmemiştim! Ütüden önce pencerelerin silinmesi gerekiyordu. Hepsini silmeye zaman yetmezdi. İki odanın camlarının üst kısımlarını ben alt kısımlarını Ebra sildi. Allah’tan hava sıcak ve esintiliydi. Hava kararmadan bir posta da perde asıp toplamaya olanak verdi. Perdeleri ütü istemesin diye iyice kurumadan toplayıp asma görevi boy avantajı nedeniyle bendeydi.
Akşama birlikte hafif bir şeyler hazırlayıp yedik. Nihayet gazetenin bulmacasını çözüp, geri kalanını okuyabilmiştim. Yarın için Beren gözleme istemiş. İçini hazırlayıp katlamak bana, sabah pişirme işi Ebra’ya düşmüştü. Ebra, Beren’in okul çantasını hazırlamaya yardıma giderken, yarına hazırlık için iki bardak pirinç seçmemi, tenekeden cam şişeye yağ aktarmamı, buzluktan dolaba tereyağı ile tavuk indirmemi istedi. Bulaşık makinesini boşaltmadan da yatmamalıymışım…
“Yatmadan, hepsini yaptım.” mı? Hayır “Yapmadan hepsini, yattım.”
Yorgunluktan parmağımı oynatacak halim kalmamıştı. Tam uykuya dalacakken en son yapmadığım işler yüzünden mutfaktan Ebra’nın serzenişi kulağıma çalındı.
Haklıydı. Ne de olsa bugün işe gitmemiş, yan gelip yatmıştım.
Halit GÖKMEN