Ahmet Mithat Efendi koskoca Ahmet Mithat Efendi olsa da bir zamanlar ufak tefek bir çocukmuş. -Niş valisi Mithat Paşa’nın zekâsını beğenmesiyle birlikte Mithat adını sonradan almış- Üstelik Yaşar Kemal’in “Sarı Sıcak” öyküsünden hiç de geri kalmayan bir çocuklukmuş yaşadığı bu çocukluk.
Ahmet Mithat Efendi, çocukken oğlunun dönemlerinde viraneye dönen bir dükkânda uşakmış. Haşarı ve yokluktan haftanın altı günü yalın ayak gezen küçük Ahmet; mahallenin yüksek şikâyetleri üzerine, önce babası tarafından her zamankinden daha fazla dayak yiyen, ertesi gün babasıyla Mısır Çarşısı’na giderek önünde dikildikleri dükkânda karın tokluğuna çalışsın diye ustaya takdim edilen kişiyle aynı çocukmuş. Bizim Mithat’ın bir günü;
-Dükkânı süpür
-Ustanın Tahtakale’deki evine hop git hop gel
-Odun kes
-Su taşı
-Hela yıka
-Ustadan dayak ye
-Baba ustadan para istemesin diye memnuniyetsizlik dinle
-Usta memnuniyetsiz diye babadan dayak ye
-Üstüne ustanın evine erken gitmedin diye ustanın karısından dayak ye
-Ben sana evde oyalanma, erken gel demedim mi, diye bir daha ustadan dayak ye
-Eve gel ve tabiki yine babadan da…
İşte böyle geçermiş bizim küçük Mithat’ın bir günü…
Kısacası annesinin babasından gizli gizli karnını doyurduğu küçük Mithat’ın, Yaşar Kemal’in “Sarı Sıcak”ında, babasından gizli birkaç saat daha uyusun diye çırpınan annenin küçük evladından neredeyse pek de bir farkı yokmuş. Neyseki yalnızca annesinden şefkat gören bu bitap düşmüş çocuğun zamanla müşteriyi dinlemeyi ve bol bahşiş alacağı ilâçları satabilmeye öğrendiği günler de gelecekmiş.
“…Bana ezilmekten, sefaletten, cehaletten kurtulmak arzusunu, bunların acısını çekmek verdi” (Dr. Kâmil Yazgıç, s. 4-7) diyor artık büyümeye başlayan küçük Mithat. Üstelik attarlığı iyice öğrenmenin yanı sıra; ustanın Yeni Cami’de namaz, Merkez Efendi’de vaaz gezdiği zamanlarda artık ihtisas kazanmaya başladığı bu işten bolca gelir ve şöhret kazanmayı da iyi bilirmiş. “Hattâ o kadar ki, tunç havanda misk amberden, safrandan, karanfilden ve saireden yaptığım hususî kuvvet macunları bütün İstanbul’da rağbet ve şöhret kazandı. Saraylardan, vezir konaklarından, paşaların kâhyaları ayağıma kadar gelirler, efendileri için macun alırlardı” (Necatigil, B. (2022). Düzyazılar |. İstanbul: YKY).
Ahmet Mithat Efendi’nin oğlu Dr. Kâmil Yazgıç ise anılarında babasını şöyle hatırlıyor:
“Beyaz telleri siyah tellerinden bol, gür bir sakal ve uçları aşağıya sarkmış, dolgun bıyıklar tarafından yarı örtülmüş, uyumlu dudaklar. Dişler çürüktür. Ve ufak, siyah gözlerin parlak ışığıyla aydınlanan bu yüze sevimli bir tevazu mânâsı veren, ufacık burnunun ince derisi, bol bol enfiye çekmekten köseleleşmiştir” (Necatigil, B. (2022). Düzyazılar |. İstanbul: YKY).
Dr. Kâmil Yazgıç, Ahmet Mithat Efendi yanılsamasının esasında nasıl bir Ahmet Mithat Efendi görüntüsü içerdiğini anlatmayı kendisine vazife ediniyor;
“Fakat terziden alındıktan sonra bir defa bile ütü yüzü görmemiş bol ceketi, bol pantolonu, hemen daima yamalı potinleri, Halep kumaşından devrik yakalı, kolasız gömleği, eski ve sola sola kurşunileşmiş siyah kıravatı, tarağa hasret çeken, darmadağınık saçları ve bütün bunların bir araya gelmesinden doğan umumî perişanlığı içinde Ahmet Mithat Efendi’yi görenler ya emekli bir pehlivan yahut da düşkün bir mirasyedi sanabilirlerdi. Pantolonunun arka cebinde daima taşıdığı Smith-Wesson tabancası, ceketini kabartırdı. Ve bu kabarıklığı görüp de sahibini tanımayanlar, cebinde nevalesini eksik etmeyen bir akşamcıya da benzetirlerdi. Ceketinin bir cebinden Figaro gazetesinin başlığı görülür, beriki cebinden de matbaaya verilmek üzere hazırlanmış müsveddeler sarkardı” (Dr. Kâmil Yazgıç, akt. Behçet Necatigil, Ahmet Mithat Efendi, Hayatı ve Hatıraları, 1940, s. 4).
Oğlu, belki de anılarında esasında onun Ahmet Mithat Efendi olmasının nasıl güçlükle anlaşılabilir bir şey olduğuna açıklık getirmek istemiştir. O, aynı zamanda güçlü tartışmaların da efendisidir. Hepimizin bildiği Ahmet Mithat Efendi, aslında Servet-i Fünun’un vücuda getirmek istediği yeniliğe “Dekadanlık” diyerek müthiş bir yaylım ateşi açan o meşhur tartışmanın müsebbibi olan münekkiddir. Devamında yayımladığı “Teslim-i Hakikat” makalesinin bir özür açıklaması değil; “fikirlerinde yanıldığını teslim” yorumunu yapanların yanlış anladığını söyleyerek geri adım atmak yerine yaktığı ateşi harlayan o müthiş kişiliktir. Ahmet Mithat Efendi’nin bu tartışmadaki iddiası ise; “Servet-i Fünuncuların Türk edebiyatını yenileştirmediği, Fransız edebiyatını ve Fransız dilinin sentaksını, ifade kalıplarını taklit ettikleri yolundadır” (Gökçek, F. (2014), Bir Tartışmanın Hikâyesi DEKADANLAR, İstanbul: Dergâh). Ahmet Mithat Efendi’nin bu konuda iki ayrı kışkırtıcı makalesi vardır. O, muhayyel bir kişi aracılığıyla fikirlerin, polemiklerin, geçmiş hesapların tam ortasında duran kişidir. Güçlü bir edebiyat eleştirmenidir. Onun henüz kimler tarafından niçin, nasıl, ne derece bilindiği/ konuşulduğu pek ön görülemese de; pek çok kişi
tarafından artık pek de taze olmayan bu tartışmaların adamını doğru anlamak için can atmadan edemediklerini gözlemlemek mümkün. Bakınız: Behçet Necatigil