Etienne de La Boetie, henüz yirmi iki yaşındayken yazdığı söylenen, Gönüllü Kulluk adlı söylevinde, iktidarın bireylerden aldığı gücü şöyle tanımlar: “Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar çok gözü nereden buldu? Eğer sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor?” Baskıya dayalı tüm yönetim biçimlerinin kökenleri “düşünmeme arzusu” nun dayatılması esasına dayanır. Bunu kabul ettiğimiz an artık birilerinin bizim adımıza düşünmesini de kabul edeceğiz demektir.
Murathan Mungan’ın Çador adlı anlatısında baskıcı bir rejimin özneyi nasıl yok ettiği ve bireyleri kimliksizleştirdiği, ana karakter Akhbar’ın yıllar sonra ülkesine döndüğünde, teokratik bir rejimle karşılaşmasıyla anlatılmaktadır. Giderken bıraktığı evini ve içindekileri aramaktadır Akhbar. Oysa Nurdan Gürbilek’in İkinci Hayat’ta dile getirdiği gibi, “Kuşun yuvasına, kuzunun ağılına, hayvanın kovuğuna döndüğü gibi dönülmüyor eve.” Geride bıraktığı ülkesinin, bıraktığı yerde onu beklediğini düşünüyordur ama birileri gelmiş ve çoktan tarumar etmiştir herkesi ve her şeyi. Artık ne evi vardır ne de kimliği.
“Ben” olma çabasının, Fransız düşünür Rene Descartes’ın Cogito Ergo Sum -düşünüyorum o halde varım- felsefesiyle dile getirilmiş olan, insanın ilk özne olma denemesi olduğunu kabul edersek, Descartes’in bu yaklaşımının, aynı zamanda bireyin varoluş yolculuğunun bir ifadesi olduğunu söyleyebiliriz. Oysa, günümüz modern dünya sisteminin bir getirisi olarak özne olma hâlinden uzaklaşan insan, sistem tarafından nesneleştirilmekte ve yavaş yavaş kimliğini kaybederek kitlelere dönüşmektedir. İşte tam bu noktadan yola çıkan Mungan, Çador adlı anlatısında, modern toplumda benliğini kaybedip herkesleşen insanı, teokratik yönetimle yönetilen adı bilinmeyen bir coğrafyada burka metaforuyla anlatır.
Çador’a mesafeli bir okuma yapan okur; yıllar sonra ülkesine dönen Akhbar’ın teokratik yönetimle karşılaşmasını ve kadının değişen sistem içinde özgürlüğünü kaybetmesini okuyacaktır ama böyle bir okumada, eseri teknik olarak bir türün içine yerleştirmekte zorlanacaktır. Birçok edebiyatçı, eleştirmen ve okur, Çador’un türü hakkında farklı düşünmüşler, kimi roman kimi şiir kimi de hikâye olduğunu söylemiş hatta deneme olarak bile nitelendirenler olmuştur. Genel kanı metnin üç türün karması olduğu üzerine olsa da, türsel bir sınır içine sokma kaygısı, Çador’un çoklu okumaya müsait yapısının yüksek olasılıkla göz ardı edilmesine neden olacaktır. Katmanlı okumaya müsait yapısı nedeniyle, Çador’la arasındaki mesafeyi kaldırıp yakın okuma yapan okur ise ana karakter Akhbar’ın geride bıraktığı ailesini bulma yolculuğunda, asıl aradığının kendisi olacağını görecektir. Bu nedenle Çador için, Akhbar’ın var oluş yolculuğunun bir anlatısıdır demenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Ana karakterimiz Akhbar karmaşık duygularla ülkesine döner. Başlangıçta bu duygular arasında ne ailesine duyduğu özlem ne sevgi ne de merak vardır. Korkudur Akhbar’ı sarıp sarmalayan. Korkuyordur çünkü bulduğu ülke bıraktığı ülke değildir. Rejim değişmiş, yeni bir yönetim başa gelmiştir. Zamanın bir yerinde takılıp kalan Akhbar, asılı kaldığı zamanda herkesin bıraktığı yerde, bıraktığı hâliyle kalacağı yanılgısına düşmüştür. Yavaş yavaş gerçeklerle yüzleşecek, büyüdüğü coğrafyanın ona verdiği güveni kaybedecek, gurbete giderken bıraktığı yerin, dönüşte bulduğu yerle aynı olmadığını anlayacaktır. Gurbetteyken hissettiği özlem umudunu diri tutarken, sılaya döndüğünde yüzleştiği kayıplar umudunu yok edecektir. Hatıralar yerli yerindedir ama gerçekler çoktan değişmiştir.
Ülkenin vatandaşları önce komşu ülkelerle sonra birbirleriyle savaşmışlar, şehirler zorunlu göçlerle kimliklerini kaybetmiştir. Şehrin kaybolan belleğiyle yüzleştikçe Akhbar’da kimliğini kaybetmeye başlar.
“Aradıkların ya ölmüştür ya kaybolmuş… Bulsan bile onların senin bıraktığın insanlar olmadığını göreceksin. En kötü yabancı çeşidi, bir zamanlar tanıdıklarının arasından çıkar.”
Arkası açık, boyası farklı renklerle yamanmış, lastikleri iri dişli, yüksek, eski bir arabayla sınırdan giren Akhbar’ın iki şey dikkatini çeker. Çölün ortasında toplanma yeri adı verilen, sözde suçluların yok edildiği, büyük duvarlarla çevrili, ürkütücü, karanlığı çağrıştıran devasa bir yapı ve toplanma yerine yanlışlıkla düşmesine rağmen idam edilmekten kurtulamayan karısının acısıyla, çöl tozunun içinde aşağı yukarı yürüyen, diğer yarısı kadını kaybeden, anlatının önemli imgelerinden biri olan meczup.
Anlatı boyunca Akhbar’da hayatındaki kadınların –annesi, kardeşi, ablası, sevgilisi- hiçbirini bulamaz. Önce erkek kardeşinin ve ablasının oğlunun öldüğünü öğrenir. Ailesi hakkında bundan başka bilgiye ulaşması mümkün değildir. Ölü bile olsa erkeğin akıbetine ulaşabilmiştir ama aradığı kadınlar hakkında bilgi edinebilmesi mümkün olmamaktadır.
Anlatıya adını veren çador geleneksel bir başörtüsü. Özgür iradesiyle örtünmesi değil ama erkin gücüyle örtünmek, eyleminin ahlaki bir zorunluluk haline getirilmesi, kadının özgür iradesinin dışında vereceği bir karardır. Bedeni hakkında karar verme yetisi elinden alınan birey, özne olma şansını kaybederek nesneleşecektir. Anlatıda yeni rejimin zorunlu kıldığı burkalar, çadorun yerini almış ve kadın burkanın içine hapsedilmiş boş bir cisme dönüşmeye başlamıştır.
Burka tüm vücudu örten, sadece gözleri kafesin ardından bakabilecek kadar açıkta bırakan, bir kadın giysisi. Tek tipliğin sembolü. Metaforik olarak ben’i saklayan bir kabuk olarak da çıkıyor karşımıza. İşte Çador anlatısını yakın mesafeden okumamız bu nedenle önemli. Anlatıda hiç kadın karakter olmaması, metinde kadının kimliksizleştirilmesi konusunu desteklemektedir. Diğer yarısını kaybeden Akhbar’da bu var oluş yolculuğunda yavaş yavaş meczuba dönüşecektir.
Deneyimlerimizle yüzleşmek canımızı yakmaktadır kimi zaman. Bu nedenle bazı gerçeklikleri göz ardı ederek tüm sorunlarımızı tek bir derdin ardına saklarız. Akhbar’da yurtdışındayken yaşadığı varoluş sıkıntılarını gurbet tutmasına yormuştu. Böylece yaşadığı sıkıntıların sorumlusu olarak gurbeti görmüş, gerçekliğini başka bir gerçekliğin -gurbet tutmasının- arkasına gizlemişti. Geri dönüp sevdiği kimseleri bıraktığı yerde bulamayıncaya kadar.
“Kimi zaman var olmanın sancılarıyla gündelik hayata ilişkin somut nedenleri olan sıradan acıların yer değiştirerek birbirlerinin yerini aldığını, böylelikle insanı, sancılarının gerçek kaynaklarına inmekten alıkoyduğunu, ona inanmak istediği, isteyebileceği kolay bahaneler ve gerekçeler sağladığını deneyimleri henüz öğretmemişti Akhbar’a.”
Akhbar, anlatıda psikolojisi hakkında yorum yapabileceğimiz tek kurmaca karakter. Metin onun üzerinden ilerliyor. O, duyarsız, toplumsal sorunları görmezden gelme çabasındaki bireyin, gerçeğin en acımasızıyla karşılaşana kadar onu yok sayan toplumun prototipidir.
Geçmişinde kalan herkesi aramaktadır Akhbar. Erkek ve kız kardeşlerini, sevgilisini ama en çok annesini aramaktadır. Çünkü babasız büyüyen Akhbar için annesi aidiyettir. Burkanın, kadınların gövdelerini gerçek dışı hâle getirip onu bir vantuz gibi içine çektiğini ve kadınların kayıp bedenleriyle bir imaya dönüştüğünü fark ettiğinde, bütün kadınların birbirinin aynı olduğunu da fark edecektir. Kardeşi, ablası, annesi bu imaya dönüşen kadınlardan hangisidir? Başlangıçta aradığı, sadece tanıdığı kadınlarken artık aradığı bir varlık olarak kadınlıktır. Hayatın diğer yarısını arıyordur Akhbar. Ötekini.
“İnsan annesini bir başka anneyle hatırlar. Yüzler, anısını başka yüzlerle tazeler. Bir erkeğe kimi zaman sevgilisini düşündüren şey, yolda yürürken gördüğü bir başkasıdır. Bizi âşık eden çok eski çağrışımlarımızdır; şimdiki zaman içinde yaşadığımız aşkı bize hatırlatan, onu güçlendiren, yaşatan şeylerse yeni çağrışımlardır. Bu çağrışımlara neden olan başkalarıdır, başkalarının varlığıdır. Sevdiğimiz kişiyi, onu bize hatırlatan bir dünyayla birlikte severiz.”
Bulamadığı annesi onu yalnızlığıyla yüzleştirir. Yazarın gerçeküstü unsurlarla bezediği bir bölümde Akhbar, burkanın bir cinse ait olmadığının farkına varacaktır. Kadınların bedenlerinin yokluğa dönüşmesi onun da etinin çürüdüğünü hissetmesine neden olur. Burka yalnızca kadının bedenini yok etmekle kalmaz, erkeğin de hayal gücünü alıp götürür. Gövdesini aşıp gitme isteği, yeni bir gurbet kavramıyla tanıştırır onu. Soyunup üzerine geçirdiği burka bedenini yok ederken Akhbar’ın kimliğini de yok eder. Yol boyunca aradığını bulamayan Akhbar, kadına özgü olan burkanın içine girdiğinde kimliksizleşecek, boş bir cisme dönüşerek burkanın kabuk halinin içine saklanacaktır. Kendimizi kabuğumuzun içine ne kadar saklarsak dünya bize o kadar az zarar verecektir.
“ Kapanana dünya ilişemezdi artık”.
Ötekileştirme ve kimliksizleştirmenin el ele tutuştuğu kapalı bir toplumda yaşayan bireyin var oluşunu kabul etmeyen iktidar, toplumu biz ve siz olarak sınıflara ayırırken uygulayacağı yöntem şeyleştirmedir. Gregor Samsa’sının Kafkaesk tarzda şeyleşmesi, Çador’da İslami Faşizm olarak karşılığını bulur. Kimliğin en büyük düşmanı olan şeyleşme, farklı düşünce şekillerine tahammülü olmayan iktidarların, kendi siyasi perspektiflerinden bakarak ya tek tip düşünceyi ya da Çador’da ki gibi tek tip yüzü kabul ettirmelerini kolaylaştırıyor. İster düşünce kalıplarıyla ister yüzleri tek tipleştirerek, öteki her zaman öteki olarak kalmak zorunda mıdır?
Amin Maalouf’un Ölümcül Kimlikler kitabında söz ettiği gibi. “Aynı topluluğa ait olanlar ‘bizimkiler’ olur, yazgılarına arka çıkmak istenir, ama onlara karşı zalimce davranmaktan da kaçınılmaz; ‘ılımlı’ görülürlerse kınanır, yıldırılır, ‘hain’ ya da ‘döneklikle’ suçlanırlar. Ötekilere gelince, karşı kıyıdakilere gelince, kendimizi asla onların yerine koymaya çalışmayız, şu ya da bu sorunla ilgili olarak tamamen haksız olamayacaklarını kendimize sormaya hiç gelemeyiz, onların şikayetleri, çektikleri acılar, kurbanı oldukları haksızlıklar karşısında yumuşamaktan kaçınırız. Sadece, çoğu zaman topluluğun en militan, en laf ebesi, en aşırı kesiminin bakış açısı olan ‘bizimkiler’in bakış açısı önemlidir.”
Yararlanılan Kaynaklar:
Murathan Mungan, Çador, Metis Yayınları, 2020
Etienne de La Boetie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, İmge Kitabevi, 2011
Nurdan Gürbilek, İkinci Hayat, Metis Yayınları, 2020
Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, YKY Yayınları, 2020
Gülşen Can- Çador Adlı Eserin Çözümleyici Yazın Eleştirisi Yüksek Lisans Tezi