“Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz”
Şiir Üzerine

“Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz”

Metin Turan

I. Milattan önce IX. Yüzyılda yaşamış İlyada ve Odessa’nın yaratıcısı Homeros, XIII. yüzyılda yaşamış Yunus Emre, XVI. yüzyılda yaşamış Pir Sultan AbdalKöroğlu, XVII. Yüzyılda yaşamış Karacaoğlan,  sonsuzluğa ermelerinin üzerinden yüzyıllar geçmesine karşın, ömürlerinin parantezini aşarak bugüne, bugünden de yarına akan soy ozanlardan sadece bir kaçıdır. Bu sadece iyi söz söylemiş olmalarından ileri gelmez. İyi söz söylemiş olmaları yanında, yaşadıkları dönemi kavramış, içerisinden çıktıkları topluma yüzlerini dönmüş ve o kültürün birikimini solumuş olmalarından ileri gelir. Bunu biz en yakın dönemde yaşamış biri olarak Âşık Veysel’de görüyoruz. Bu aynı zamanda yaşadıkları dönemi doğru okuma halidir. Bu nitelikteki değerler kültürel devamlılığın temsilcisi olurlar ve bunlar bir sanatsal edinim yanında kültürel bilinç kazandırmada da işlev taşırlar.

 

Yerlilik, coğrafi olduğu kadar yüksek kültürel farkındalığa da sahip olmak demektir. Birikimi fark etmektir.  Âşık Veysel, bu soy ozanlardan biridir. Onun dünyaya gözlerini açtığı kültürel coğrafya tarih içerisinde çeşitli halk ve kültürlerin birbirini aşıladığı, kaynaştığı, gen alışverişinde bulunduğu bir bölgedir. Bir kültürel havza olarak Sivas ve çevresi, Hititler, Frigyalılar, Asurlar, Kimmerler, İskitler, Medler, Persler, Ermeniler, Rumlar, Sasaniler, Araplar, Moğollar, Türkler… çeşitli zamanlarda bu halkların karşım yeri olduğu gibi, Hititlerin stratejik kalesi, Kadı Burhâneddin, Danişment, Eretna Beyliği’nin başkenti, Selçuklu Devleti’nin güzellikler beldesi olarak nam yapmış bir yerdir. Ayrıca, Osmanlı, Timur (Çağatay) kültürünü de tatmış ve Cumhuriyetin temellerinin atıldığı bir yer olmak bakımından da siyasi belleğimizde derin izler bırakmış bir kentimizdir.

 

Akılda tutmak gerekir ki Âşık Veysel’in dünyaya geldiği yıllar, Osmanlı İmparatorluğu’nun cepheden cepheye savaşlar yaşadığı ve deyim yerindeyse çözülmeye başladığı bir dönemdir. Bu salt coğrafi anlamda sınırların daralması anlamına gelmiyordu, kargaşa ve çözülme bir yüzyıl daha eskiye giderek başlamıştı. Yenilik hareketleriyle Batılılaşma salt askeri, siyasi, teknolojik ve iktisadi anlamda değil, kültürel anlamda da erişilmesi gereken ‘mecbur’ istikamet görülmekteydi. 1720’de Fransa’nın başkenti Paris’e elçi olarak gönderilen Yirmiskiz Çelebi Mehmet Efendi’nin burada gördüğü her şeyi büyük bir hayranlıkla kaleme aldığı Sefaretnâmesi’ne[1] bakıldığında Batı hayranlığı bütün çıplaklığı ile gözler önüne serilir ki devamında da İmparatorluk bu hayranlığı türlü boyutları ile yaşamaya devam etmiş, bu  duygu Osmanlı estetik dünyasını kuşatmış durumdaydı. O bakımdan 1930’lu yıllara gelindiğinde Âşık Veysel’ın çıkışı, estetik anlamda daha az tahribata uğramış bir yerden olması bu bakımdan da anlamlıdır.

[1] Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi tarafından kaleme alınan ve III. Ahmed ile Damat İbrahim Paşa’ya sunduğu Sefaretnâme, 1757’de Galland tarafından Fransızca’ya da çevrilmiş; 1871 yılında Matbaa-i İlmiyye-i Osmaniye’de Sefaretnâme-i Fransa adıyla basılmıştır.

 

II. Yeni kitaplar, yeni müzikler, her gün kalabalıklaşan şair adları ve hatta yontu ve resim tabloları. Kendimizin ve de kendimiz dışındakilerin farkında olmadan, farkımıza varılması isteği. Günümüz edebiyat, sanat heveslisinin belli başlı kaygılarından biri bu.

 

Her geçen gün çoğalan, şahsi olarak rahatsızlık duymaktan öte, üzerimizde ölüm esrikliği bırakan ve nereye gittiği, neyi hedeflediği belli olmayan bir yazan, söyleyen, çizen bolluğu içerisindeyiz. ‘Kalabalık’ olunca da geriye bir şey kalmıyor ve dönüp dönüp yeniden ilk elden birkaç, sonra birkaç on, hadi daha da artıralım yüz dolayında şair, yazar ismiyle kalakalmamızın temelinde salt kendine odaklanan derinleşmek ve genişlemek kaygısı taşımayan yazma söyleme pratiği geliyor.

 

Günümüzde anlam dediğimiz şey, aslında bu farkına varma gayreti yerine, fark edilme gayretinin sarhoşluğuna gömülmüş durumda. Bu bakımdan da her şeye, en başta da hayatımıza anlam arıyoruz! Bu konu üzerinde daha derinlemesine düşündüğümüzde bugünün insanının altını dolduramadığı sorular yumağı içerisinde bocaladığı ortaya çıkar. Bu aynı zamanda entelektüel birikime dair aşağılanmanın açığa çıkmasıdır.  Bunları yadırgadığım için yazıp söylemiyorum, kültürel olarak geldiğimiz yerin özgüllüğünün farkında olmak anlamında üzerinde duruyorum. Alışkanlıklarımız gibi dünya da yeni formlar kazanıyor. Zira, tarzlarını yitiren ve yitirmenin de ötesinde bunun gerekliliğinin farkında olmayan yazar, şair çokluğu kuşatmasındayız. Üzerimize, dijital kanalları açık tuttuğumuz sürece, istemediğimiz halde üzerimize yağan simgeler kuşatmasındayız. Sözcüklerle konuşmak yerine simgelerle kuşatılıyoruz.

 

Sözcüklerle konuşur, onlarla yazar, söyleriz. Sözcükler bir hayat bulma biçimidir. O bakımdan bu günlerde sözcüklerle hayatı zenginleştiren edebiyat insanlarına, büyük halk sanatçılarına daha çok gereksinme duyuyorum.

 

Âşık Veysel farkında olan bir sanatçı. Şiirini, sanat anlayışını, dolayısıyla da dünyayı algılama biçimini bu farkında olma bilincinden anlıyoruz:

 

“Veysel sözün bir söz olsun

Çokça sabır hırs az olsun

İnce eğir ip düz olsun

Geçeceksin bu taraktan” (Şatıroğlu, 1970; 80)

 

Bu farkında olma edimi, insanın eylemlerine temel ve ayırt edicilik sağlayan örüntüyle açıklanabilir. Bu bir tarzdır. Sanatçı potansiyellerini ortaya çıkarmak değil, gerçeğe dönüştürdüğünde mirasçısı olduğu geleneğin birikimini özümsemiş demektir. Tarz bir özümsemedir. Tarzı oluşturan bağlanmak değil, birikimin farkında olarak onunla derinleşmek ve dönüştürmektir. Âşık Veysel şair silüeti belirgin ve bir tarzın sahibi sanatçılarımızdandır. Hatta denebilir ki iflahını sökmeye çalışan ve onu bir uçurumun kenarına getiren ‘feleğe’ karşı, elini kolunu sallayarak değil, sesinin tınısı ve sazının teliyle yürek atışını hissettiren kişiliklerden biridir.

 

III.Yetiştiği Kültürel Çevre

 

Veyseller’e, yörede “Şatıroğulları” derler. Babası, “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Şatıroğulları’nın asıl yerleşim yeri Kars ilimizdir. Uzun süre bu yörede oturan  Şatıroğulları, daha sonra Kars’tan ayrılıp Erzurum, Malatya, Trabzon, Konya gibi illerimize, bir kolu da Divriği ilçesinin Kaledibi köyüne gelip yerleşmiştir. Âşık Veysel’in dedesi Ali Ağa, bir süre sonra bu köyden ayrılarak Şarkışla’ya gelir ve Söbelan (Sivrialan)a yerleşir (Özen 1988: 11).

 

1894’te bir Orta Anadolu kenti olan, Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya gelen Âşık Veysel’in gözlerini açtığı tarih, 624 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun çözülmeye başladığı bir dönemdir. İmparatorluk ‘yeni dünyanın’ standartlarını zamanında kavrayamamış ve dünyayı kuşatan düşünsel atmosfer, toprak kaybı yanında fikri yarılmaları da beraberinde getirmiştir.

 

Âşık Veysel’in yetişmesinde etken olan kültürel unsurların başında, kuşkusuz, onun ait olduğu Alevi-Bektaşi geleneği ve özellikle de 1925 yılında Tekke ve Zaviyeler yasasıyla birlikte kapatılan Hacı Bektaş tekkesi halife babalarından mürşidi konumundaki Salman Baba gelmektedir. Bu inanç sistemi, sazı dolayısıyla da ozanı kutsayan bir anlayışa sahiptir.  Bu bakımdan Âşık Veysel’i ve aynı gelenekten beslenen diğer ozanları daha iyi anlayabilmek, söylediklerini yerli yerine oturtabilmek için bu inanç sisteminin unsurlarına dikkat etmek gerekir. İşlediği temalar, seçtiği sözcükler belirgin biçimde bu kültür atmosferinin karakterini yansıtır. XVI. Yüzyıldan itibaren klasik edebiyat ile halk edebiyatı kaynaşması, daha belirgin olarak  XVIII. Yüzyıldan itibaren yaygınlaşmış ve Âşık Ömer, Erzurumlu Emrah, Seyrani, Dertli örneklerinde görüldüğü  üzere başka halk şairlerinde de bu etkileşim ve yakınlaşmanın ortak buluşma yerleri olan tekke, köy odası, cami, kahvehane gibi sosyal kurumlar nezdinde yaygınlaştığını görüyoruz. Bu bakımdan da halk şairlerine özgü yalın bir Türkçe yanı sıra Veysel’in de dağarcığına artık ehl_i zemir, faş, fısk u fesat, kûşe-i vahdet, gest û gûzar, râyinâ, küre-i arz gibi sözcüklerin de girdiğine tanıklık ediyoruz:

 

Tahammül babında etsem kararı

Soldurmam gülümü kondurmam Kûşe-i vahdete çekilsem dursam

Mihnet–i dünyanın derdi bırakmaz

Feragat eylesem sohbetten sazdan

Sevdiğim güzelin virdi bırakmaz

 

harı

Kin ile kibirden olaydım beri

Nefis var tamah var dördü bırakmaz

 

Çocuk olsam beleklerde belensem

Memin olsam incelekten elensem

Mecnun olsam şu âlemi dolansam

Anamın babamın yurdu bırakmaz

 

Şaşkın bir hâldeyim nasıl eylesem

Bir dert ehli bulsam derdim söylesem

Başımı sevdadan halas eylesem

Gönül bir güzeli sardı bırakmaz

 

Tükenmez bir sevda bulunmaz ucu

Hastayım derdimin yoktur ilacı

Gönlümün miracı başımın tacı

Veysel ikrarını verdi bırakmaz (Şatıroğlu, 1970:125).

 

“Sivralan daha çok Sivas Divriği, Malatya, Erzincan’dan göç almıştır. Erzincan Kemaliye-Ocak köyünden göçen dedelerle, Divriği Camşıhı yöresi Kaledibi’nden gelen Bektaşiler bu köyü birlikte kurmuşlardır. (…) Âşık Veysel daha çok Bektaşi geleneğinden Salman Baba aracılığıyla beslenmiştir. Veysel’in gelişimi bu erenler ocağı diyebileceğimiz çevrede şekillenmiş, Veysel’in ilk öğretmenleri âşıklar, zakirler, dedeler ve babalar olmuştur.

 

Âşık Veysel, yukarıda bahsedilen çevre içerisinde yetişmiş olmasına karşın, klasik anlamda bu geleneğin tamamını uygulayan, dede talip bağı içinde gelişimini sağlamış bir âşık değildir. Soluduğu kültürel atmosfer, “Yol bir sürek bin bir” felsefesine bağlı olarak Alevi yol ve erkanını sürdüren ‘hakikatçı pirler’ yanı sıra, Sultan Selim döneminden bu yana yörede var olan Pir Sultan Ocağı dedeleri ve Babagan kolu Bektaşileri ile yöreye yerleşmiş Hıdır Abdal Ocağı dedeleri de Veysel’in yetişmesinde etkisi olan unsurlar yanı sıra (Işık, 2019:21) onun geleneği öğrenme ve gelişmesinde doğrudan veya dolaylı katkısı olan mürşitler ve ustalar vardır.  Bunlardan en önemlileri şunlar sayılabilir: Şarkışla Hardal köyünden Hüseyin, Şarkışla Uyuk köyü ve Yassıpınar’dan Halimi, Tarsuslu Sıdkı ve Agahi’nin yakın arkadaşı Kul Sabri, Şarkışla Sivrialan köyünden Visali, Kale köyünden Kemter, iğdecik köyünden Veli, Tarsus’tan Şarkışla’ya göç eden Sıtkı, Kürt Kasım Peyin köyünden Dursun Efendi, Ortaköylü Başara, Hüyüklü Mehmet Efendi, Hıdır Abdal Ocağı’ndan Ali Özsoy Dede, Türabi Dede, Baba Mansur Ocağı’na bağlı Süleyman Metin Dede, öğrencisi ve evladı gibi sevdiği Ozan Ali Sultan ve Mescid köyünde yaşayan Veysel’e mürşitlik yapan Salman Baba’dır  (Işık, 2019:19).

 

IV. Ahmet Kutsi Tecer ve Halk Şairleri Bayramı

 

1930’da Sivas’a öğretmen olarak atanan Ahmet Kutsi (Tecer), burada Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni Vehbi Cem (Aşkun) ve müzik öğretmeni Muzaffer (Sarısözen) ile tanışır. Ahmet Kutsi, önce Halk Şairlerini Koruma Derneği’ni kurar ve başkanlığına Belediye Başkanı Hikmet (Işık) Bey‟i getirtir. Halk türkülerinin, hikâyelerinin ve âşıklarının harman olduğu Sivas’ta derneğin tüzüğünde de yer aldığı gibi derhal bir âşıklar programı yapmayı düşünür. Böylece Veysel’in yaşamında da önemli bir dönüm noktasını işaretleyen, 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramını düzenlerler. Bu bakımdan, Veysel için A. Kutsi Tecer’le tanışması hayatında yeni bir başlangıcın işaretleyicisidir. Çünkü Âşık Veysel’i o güne değin, köyü ve çevre köyler dışında kimse bilmemekte, tanımamaktadır. Zaten kendisi de usta malı ürünler dışında şiirler söylememektedir.

 

Bu ‘söylememe’ yeteneği ve çabasının olmadığından değil, Veysel’in içerisinde bulunduğu halet-i ruhiyeden kaynaklanmaktadır. Çünkü söyleme isteği belirmiş olmasına karşın, o âşıklığının yanlış anlaşılması kaygısıyla söylemeyi ertelemiş biridir: “Kendiliğimden söylemek hevesi bazen içimden geçerdi. Ama, bu adam kimin kızına, kimin gelinine aşık ki böyle söylüyor düşüncesiyle o perdeyi yırtamazdım” (Aslanoğlu, 1967:22).

 

1933’e kadar usta ozanların şiirlerinden çalıp söylüyor. Cumhuriyetin onuncu yıldönümünde A. Kutsi Tecer’in direktifiyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler düzmüşler. Bunlar arasında Veysel de var. Veysel’in gün ışığına çıkan ilk eseri böylece ‘Cumhuriyet Destanı’ adını taşıyan şiiri oluyor.

 

Bu, Veysel’in ilki şiiri olması kadar geleneğin temsilcilerinin de sanatlarını sergileyecekleri yeni bir mecraya kavuşmalarına başlangıçtır. Halk şairleri, âşıklar artık köy ve kasabanın sınırlı dünyasından gazete, dergi ve radyoya kavuşmaya, eserlerini geleneksel yöntemler dışında yeni iletişim olanakları ve halkevleri, konferans salonları, sinema gibi yeni mekanlarda yaymaya başlayacaklardır.

 

Köy Enstitülerinde Saz Öğretmenliği ve DTCF Konferansları

 

Cumhuriyet aydınlanması, politik söylem ve romantik atılımlar bir yana sistemli bir kurumlaşmaya dayanmıştır. Halkevleri, Köy Enstitüleri, Tercüme Bürosu, 1932’de kurulan DTCF bu aydınlanma hareketinin geniş halk kesimlerine ulaştırılması bakımından önemli atılımlardır. Sadece bir aydınlanma hareketi olarak da kalmaz, bu kurumlar aracılığıyla, aydın halk arasındaki uçurumun, Osmanlı döneminde olduğu gibi iki ayrı dil, iki ayrı sanat anlayışı, iki ayrı edebiyat olarak sürüp gelen anlayışın da önüne geçilmeye çalışılır. Bunun en somut örneklerinden biri, Âşık Veysel gibi halk sanatçıları ile aydın, entelektüellerin bir araya getirilmesi, aynı çatılar altında buluşturulması olmuştur. Bu bakımdan Halkevleri ve Köy Enstitüleri önemli bir buluşma yeridir. Özellikle de enstitüler bu evrilmede etkili işlev taşırlar. Çünkü burada örgün eğitim disiplininden geçmiş nitelikli bilim insanları, eğitimciler görev alırken, bir yandan da alanlarına uygun olarak halk sanatçılarından yararlanma yoluna gidilmiş; böylelikle hem bu aydın halk buluşmasının başka bir boyutta kaynaşması sağlanmış hem de tamamı köy çocuğu olan öğrencilerin kendi kültürel değerlerini öğrenme kaynakları doğrudan kendilerinden seçilmiştir.

 

Köy Enstitülerinin kurulmasıyla birlikte, Âşık Veysel de, başka birçok halk ozanı gibi, yine Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla, Arifiye (Adapazarı), Hasanoğlan (Ankara), Çifteler (Eskişehir), Gölköy (Kastamonu), Pamukpınar (Sivas) ve  Akpınar (Samsun) Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapıyor. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın ve sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor. Hiç kuşku yok ki, Âşık Veysel’i Sivrialan’dan çıkarıp duygu, tema, üslup bakımından ulusal bir ozan yapan en önemli etken Köy Enstitüleri, dönemin yeni ve etkili iletişim aracı radyo ve Halkevleri olmuştur.

 

Köy Enstitüleri o denli etkilidir ki Âşık Veysel’in bugün belleklerde yer eden şiirlerinin önemlice bir bölümünün bu süreçte yazıldığını görürüz. Örneğin Benim Sadık Yarım Kara Topraktır şiirini Çifteler Köy Enstitüsünde, “Esti bahar yeli karlar eridi”  ve “Ağaçlar al giydi kuşlar dillendi”, şiirlerini Arifiye Köy Enstitüsünde, Uzun ince bir yoldayım”, “Girdim dostun bahçesine” ve “Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan”, “Ben gidersem sazım sen kal dünyada” şiirlerini ise Hasanoğlan Köy Enstitüsünde söylemiştir.

 

Halk kültürünü farklı cepheleriyle özümsemiş ve bunu temsil etmede yetkin isimlerden biridir Âşık Veysel. Böyle olduğu içindir ki Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Eyüboğlu, İsmail Hakkı Tonguç gibi Türk eğitim ve kültür tarihinde önemli yerlere sahip ve olumlu etkileri tartışılmaz isimler tarafından eğitmenliğinden yararlanılmış bir isim olmuştur.

 

Ahmet Kutsi Tecer’in 1941 yılında yaz sömestri döneminde, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türkoloji bölümü öğrencilerine yönelik “Halk Edebiyatı” başlığı altında iki konferansı vardır. Tecer anlatır Âşık Veysel ise icra eder. Bu izlence oldukça yetkin bir içerik taşır.

 

Kendi şiirlerini çalıp söylemeye başladığı tarihlerden itibaren, geleneksel olarak kendisini var eden sosyal ve kültürel çevrenin; örneğin tekke geleneğine bağlı bir ailenin bireyi olmasına, Alevi-Bektaşi  kültürü içerisinde yetişmesine karşın, onun şiirlerinde  bu geleneğin temsilcilerinde belirgin olarak görülen Düvazimam, Hz. Ali, Kerbela, Hz. Hüseyin ve on iki imamlara ilişkin deyişleri söylemenin belirleyici olmadığını; tam tersine Tekke ve Zaviyelerin kapatılmış olmasının bilincinde olarak, cumhuriyet kurum ve değerlerine yönelme görürüz. Bu birikimin zenginliğini, özellikle 1940’lı yıllardan itibaren görev aldığı Köy Enstitülerinde yani artık o tarihe kadar hiçbir meslektaşının içerisinden geçmediği, dahili olmadığı örgün eğitim kurumlarından beslenerek yeni bir estetik tarzın yaratıcısı olur. Kendi şiiri ile birlikte Türk halk şiiri okul, fabrika, öğretmen, enstitü, şehir, yol, köprü, gibi o tarihlere değin kapsamında bulunmayan sözcüklerle zenginleşir.

 

Yeni değerlerin yüceltildiği veya yerildiğine tanıklık eder. Şiiri, türküyü sadece duyguyla değil, bilgi birikimiyle söylemek gereğini kavrar.

 

Yol’ o kırılma ve dönüşme; daha radikal bir sözcükle ifade edersek, yeniden yürümek noktasında düşünsel varsıllık yanında eyleme de dönüşür. Buradan bakınca da onun sanatı, tarikatlara özgü el almak, icazet ve ritüeli yerine, yeni dönemin yol yürümek eylemliliği ile açıklanabilir. Dinsel terimlerin şiirlerinde yer alıyor olmasını da yadırgamamak gerekiyor, zira içerisine doğduğu iklim hayatı bu kavramlarla anlamlandırmaktadır. Onu farklı kılan yeni dönemi kavrama pratikliği ve bundan memnuniyet duyuyor olmasıdır.

 

V.Köyden Dışarıya Çıkış: Kasaba ve Kent

 

1931 Sivas Aşıklar Bayramı, ardından Cumhuriyetin 10. Yılı dolayısıyla Ankara’ya yolculuğu, Halkevleri’nin kapısını çalması, radyo ile tanışma, plak doldurma ve Ülkü dergisi çevresi, şiirlerinin kitaplaşması… Tüm bunları yan yana getirdiğimizde temsil ettiği gelenekte iz belirgin dönüşümleri işaretleyen adamları atan bir sanatçı olarak onun ismini kalıcılaştıran eylemlerle tanışmış olmaktayız.  Özellikle Ankara yolculuğu onun hayatının en önemli dönüm noktalarını oluşturur. Tinsel evreninin elementlerini anlamlandırması denli şiirinin anlam dünyasını aralamak açısından da ‘uzun ince bir yol’ Veysel’in yaşam öyküsünde hayata dair bir uğraştır.  Âşık Veysel, son temsilcileriyle de tanışmış olsa, Alevi-Bektaşi yolağının varsıl ve dinamik bir tekâmül zincirine sahip olduğunun karakteristik örneklerinden birini oluşturur.

 

Doğaya yönelik motifleri, imgeleri alabildiğine kullanmasına karşın, Veysel, duygu olarak, söyleyiş olarak köyden dışarı çıkıyor; kasabayla, kentle buluşuyor.  Onun kasabayla, kentle buluşması halk şiirinin de yeni tema ve kavramlarla tanışması anlamına geliyor. Halkevleri, Köy Enstitüleri, demokrasi, cumhuriyet, tayyare, okul, köprü gibi bugüne daha yakın kavram, kurum ve araçların halk şiirine taşınıyor olması, onun kavrayışıyla yaygınlık kazanmıştır.

 

Düşünsel dünyasıyla kentli olmasına karşın, hayatını köyde sürdürmeyi seçmesini şöyle açıklar: “İstesem taşınırdım (kenti kastederek). Amma orada ayrılmak istemedim. Çünkü beni kasabalar sıkıyor. Sebebine gelince, zaten insanlarda dört kapı var. Göz, kulak. Göz zaten kapanmış. Her duygum kulaktan olduğu için, böyle gürültülü yerlerde kulağı da o kapatıyor, onun için… Sonra bir hal daha vardır ki, mesela buraya geldim, oturdum, kapandım. Kendi kendime çıkıp dışarıyı gezemem. Ama köyde olursam istediğim eve gidebiliyorum. Çıkıp kendi kendime geziyorum. Burada elinden tutunca nereyi gözersen kendine hâkim değilsin. Onun evinde geziyorsun” (Ekmekçi, 1973).

 

VI.Ölümü Yenmek

 

Veysel’i köyden dışarıya zorlayan duygu, sadece çocuklarının ölümü, eşinin kendisini terk etmesi değildir. Bunlar elbette önemli etkenlerdir ama onu Sivralan’dan dışarıya taşıyan, daha geniş bir dünyaya açılma isteği, hayatı devam ettirme ve trajediyi azaltma hissidir. Bu trajediden kurtulmanın yolunu bütün bu acıları yaşadığı köyünden çıkma, farklı kesimlere katılma ve bir anlamda yeni bir ortamda nefes almayla sağlama çabasındadır. Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi’nde, yeniden dirilme üzerine, Hıdırellez ritüeli üzerinden olağanüstü bir kurguda bulunur. Yaşamak için anlık ölüme vurgu yapar. Hızır ile İlyas’ın birleşme anları, anlık ölümdür! Dirilme bu anlık ölümle söz konusudur. Veysel, dahil olduğu Alevi-Bektaşi inanç sisteminin birikimi kadar, bu doğa olaylarından beslenen ateş kültü, dağ kültü gibi halk inanmalarının da farkında biridir. Farkındalık bilinç oluşturur. İleriki yaşamında tercihlerinin bir bilinçle örüldüğünü rahatlıkla görmekteyiz. Kent olanaklarını kullanmak ile köy sakinliği ve kendi engelliliğinin oluşturduğu olumsuzluğu dengelemek bakımından hep bilinçle hareket eder. Kentlerdeki etkinliklere katılır, konserler verir, ahbaplarını ziyaret eder, onlarla söyleşir ama nihayetinde köyüne döner. Çünkü ruhen olduğu kadar fiziken de köyünün hakimidir. O bildiği, hâkim olduğu yerde yaşamayı tercih eder. Veysel ve onun gibi doğanın dilini köklü bir tecrübe ile pekiştirmiş insanlar, doğayla maceralarını yepyeni bir hal alış olarak yansıtmak yanında, doğanın kurallarıyla yaşama tecrübesini bilince dönüştürürler.

 

Âşık Veysel’i, köyden çıkmış, şehri tanımış ama “kalıplaşmış düşüncelerin, katılaşmış İslam kavramlarının beşiği” (Karpat, 1971:76) kasaba kültürünün al satçı kurnazlık ve kolaycılığına düşmemiş, âşıklığı tıpkı ustaları Karacaoğlan, Sümmani, Ruhsati, Kul Himmet gibi ve onlardan daha fazla etkileşimin zenginleştirdiği gezginlikle sürdürmüş ama toprakla yani doğayla bağını asla kesmemiş bir karakter olarak düşünmek gerekir.

 

Şahsilik, kolektif karakter taşıyor olsa da geleneksel sanatların dönüşümünün en belirgin işaretidir. Bütün bunların toplamıyla irdelediğimizde, Veysel, kemale ermiş bir dönemde başladığı şiir söyleme pratiği ile geleneksel âşık şiirinin hem kırılma hem de dönüşümünün işaretidir.

 

Günümüz dijital dünyasının insanı nasıl görece ve varsayımsal ilişkiler üzerinden yalnızlığına dair küresel kalabalıklık yaşıyorsa, Âşık Veysel o çölleşmeye inat hayata dair ‘sadık bir dost’ nidasıdır!

 

Hayat, ölüme doğru yolculuğumuzda; “gündüz gece” olmaktan başka nedir ki!?

 

Kaynaklar:

Alkan, Erdoğan 1991:  Kör Oldum Veysel Oldum, E Yayınları,  İstanbul.

Aslanoğlu, İbrahim 1967: Aşık Veysel, Sivas.

Aslanoğlu, İbrahim 1973: ‘Veysel’i Yetiştiren Çevre Şairleri’, Sivas Folkloru.

Âşık Veysel 1944: Deyişler (Haz: A. Kutsi Tecer), Ülkü Yayınları, Ankara.

Âşık Veysel 1970: Dostlar Beni Hatırlasın, İş Bankası Yayınları, İstanbul.

Ekmekçi, Mustafa 1973: Yeni Ortam Gazetesi, 2 Ocak.

Âşık Veysel 1944: Deyişler, s. 87, Ülkü Yayınları, Ankara.

Gökçe, Enver 1982:  ‘Aşık Veysel Üzerine’, Yaba Yazın Dergisi, s. 23, Temmuz.

Işık, Caner 2019 : “Gerçek” Aşık Veysel, Bağlam Yayınları, İstanbul.

Karpat, Kemal 1971: Türk Edebiyatında Sosyal Konular, Varlık Yayınları, 2 Baskı İstanbul.

Köklügiller, Ahmet-Minnetoğlu, İbrahim 1974: Şair ve Yazarlarımız Nasıl Yazıyorlar?, İstanbul.

Özdemir, Ahmet, 2010:  İki Kapılı Handa Aşık Veysel, Sivas Platformu Yayınları, İstanbul

Özen, Kutlu 1988: Âşık Veysel Selam Olsun Kucak Kucak,  Dilek Matbaası, Sivas.