Dostoyevski – Suç ve Ceza – İş Kültür
56 Chevrolet

Dostoyevski – Suç ve Ceza – İş Kültür

Fuat Sevimay

Edebiyatla haşır neşir yüz kişiye aklına gelen ilk klasik eseri sorsak, herhalde yaklaşık yarısı Suç ve Ceza’yı anar. Huysuz Dostoyevski’nin ağırbaşlı ikizi Tolstoy’un, yirminci yüzyılın Dante’si Kafka’nın, Stendhal, Balzac ya da Dickens’ın, hatta Dostoyevski’nin diğer büyük eserlerindeki karakterlerin bile itiraz etmeyeceği bir yanıttır bu.

 

Konusu en çok bilinen romanlardan biri olduğu için, uzun uzadıya üniversite öğrencisi Raskolnikov’dan, maddi sorunlar nedeniyle hukuk eğitimini yarıda bırakmasından, bu sorunların üstesinden gelebilmek için tefeci kadını öldürmesinden, ancak onu öldürürken orada bulunan suçsuz kız kardeşini de öldürmesinden, sonra yaşadığı büyük tedirginlikten ve vicdan azabından, Sonia ile ilişkisinden, suçunu itiraf edip etmemek arasındaki kararsızlığından bahsetmeyeceğim derken bir dolu şeyden bahsettiğimi fark ettim. Bu da yazar hastalığı işte. Affınıza sığınırım.

 

Sırasıyla Dostoyevski’nin, Suç ve Ceza’nın, Raskolnikov’un büyüklüğünün sebebini anlamamız, bize başka okumalarımızda da yol gösterir ve hatta, yüz elli yıl önce yazılmış olmasına rağmen çağımızı irdelememiz, çağdaş insanın sıkıştığı kapanı görmemiz, hukuk, vicdan, suç gibi temelinsanlık kavramlarını hem bireysel hem de toplumsal açıdan zihnimizde tartmamız için müthiş referans sağlar.

 

Suç ve Ceza başarısını iki temel sebebe borçludur bana göre. Birincisi, konusuna nasıl yaklaştığıdır. Dönemin Rusya’sı gelenek ile çağdaşlık, Batı ile yerellik, aydınlar arasında usulca yeşeren sosyalizm ve yüzyıllardır egemen çarlık arasında gelgit yaşayan insanların toprağıdır. Bir yazarın ele alacağı düşünceyi sağlıklı işleyebilmesi için karakterlerinin ruh halini, kararlarını, vicdanlarını etkileyen sosyal dokuyu çok iyi tahlil ediyor olmasını bekleriz ve Dostoyevski, romanının arka planında bu yapıyı enfes bir anlatımla, olayın önüne geçirmeden, slogana dökmeden, taraf tutmadan sunar. Ön planda ise suç nedir, ceza kime göre tespit edilir, bireyle toplumun çeliştiği yerde neye göre pozisyon alırız gibi sorulara verilegelmiş tüm ezber cevapları alaşağı eder. Roman boyunca bocalayan Raskolnikov gibi zihnimiz de bocalar ve anılan hesaplaşmalarda bir karara varmaktan ziyade, anlamaya çalışan, durumu sorgulayan taraf oluruz. Çünkü modern çağlar kaygan zeminiyle artık hüküm değil, sorgu gerektirir. Başarıyı ve romanın zamandan bağımsız her daim okunmasını sağlayan ikinci etmen ise edebiyat tekniği açısından yapısıdır. Olaylar çatışma unsurunu işleyerek ilerler. Bir kişiye, duruma, mekâna yakınlık duyup lehte yargı oluşturmaya başladığımız anda seyir değişir ve durup tekrar yargılamaya başlarız. Tefeci kadın toplumsal anlamda zaten bir nevi urdur ve ölmesi dert değil derken, kız kardeşi ortaya çıkar. Kız kardeşin ölümü Raskolnikov’u katil yapıyorsa, tefecinin ölümü neden görece masum kalsın ki? Sırf para işletiyor diye mi?

 

Raskolnikov’u suçuyla başbaşa bırakacaksak, yavaş yavaş tanıdığımız diğer kişilerin işlediği küçük suçların adını nasıl koyacağız? Tüm bunları kim yargılayacak, toplum mu, vicdan mı, birey mi? Ve işte silsile halinde gelen bu sorularla sürüp gider koskoca roman.

 

Velhasıl Dostoyevski, ardından yüzlerce sanatçıyı etkilemiştir. Romanları, film, tiyatro ve resimlere esin kaynağı olmuştur. Çünkü muhtemelen insan ruhunun alacakaranlığın en güzel işleyen yazarların başında gelir.

 

Bunca kelamı bir itirafla bitirelim. Ben, Suç ve Ceza’yı okurken Raskolnikov’la özdeşleşirim. Muhtemelen siz de, gözünü kırpmadan iki cana kıyan bu adamı sever, en azından anlamak, anlayışla karşılamak istersiniz. O zaman romanın sorusu belki de şu; Hepimiz katil ruhlar mıyız?

 

Bunun cevabını belki bir sonraki paylaşımın ağır abisi, benim de manevi babam James Joyce verir.