Aysun Kara’nın, Panovaroş, Kıymık, Sessizce Şarkı Söylüyorduk, adlı üç öykü kitabından sonra yayımlanan Dünyanın Orta Yeri(1) yazarın ilk romanı. Tarihi, coğrafi ve mitolojik bilgilerin, masalsı anlatının dozunu aşmadan kurguya dahi edildiği romanda anlatılanlar 1700’lü yılların Kidonya’sında geçiyor.
Ailesi Ayvalık’a yerleşmiş bir Midilli mübadili olan yazar, doğduğu toprakların mübadele yılarından çok önceki dönemine ilişkin hikâyeleri, gerçek olması muhtemel söylenceleri, farklı edebi teknikler kullanarak roman kurgusuna dâhil ediyor. Mitoloji, tarih, öykü, masalsı anlatım, düş ve gerçekle beslenen hikâye içinde hikâyelerden oluşuyor Dünyanın Orta Yeri. Nüfusun çoğunluğu Rum asıllı Osmanlı vatandaşı olan Kidonya’da bir köyde düş salgınına tutulan karakterlerin dünyasına, gece yarısı iskeleye gelen gizemli kişiler ve sahilde baygın bulunan yaralı yabancılar da katılıyor. Mizahi anlatımıyla, edebi dil lezzetiyle düşündüren, gülümseten, bilgilendiren, tadı tuzu yerinde bir roman çıkmış yazarın kaleminden.
Ölüm meleğinin gelip gelip kapısından geri döndüğü bir evde başlıyor hikâye. Günlerce uykuya yatan, öldüğü sanılan ve cenaze töreni hazırlığı yapılan Stefanos, naralar atarak yataktan kalkıp karısını kovalıyor, karısı kulağına ne fısıldadıysa artık. İkinci ölümünde, üstüne toprak atıldığı sırada küfürler savurarak tabutu tekmeliyor, cemaatin yüreğini ağzına getiriyor. Ölüm meleği üçüncü kez geldiğinde geri dönmüyor, işini bitirmeye karalı. Ağaçların yeni uyandığı günlerden bir gün, havada taze ot kokusu, sürülmüş tarlalar yeşile kesmiş, bahara aldanıp güneşin tepeleri aştığı akşam vaktine kadar zeytin ağaçlarının dibini temizleyen yüz on yedi yaşındaki Stefanos eve dönerken yorgunluktan bastığı yeri bilmiyor, yemekten hemen sonra kendini yatağa attığı günün ertesinde ölüyor, nihayet.
Düş salgını da Stefanos’un ölümünden sonra sarıyor köyü. Ölmeden hemen önce, “Tril gebe, onun sütünü sağmayasın sakın”(S.17) dediği Ahmedika’nın bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor Stefanos’un son sözü. Keçileri sağan Ahmedika’nın sütü mandıraya teslim etmesiyle başlıyor efsanenin kehaneti. Çünkü Tril’in sütü karışmıştır mandıraya teslim edilen süte. Efsaneye göre yüce Zeus, bir keçi tarafından emzirilmiş ve büyütülmüştür. Gebe keçi sağılmaz, sütü yavrusuna aittir.
“Herhangi bir nedenle gebe keçinin sütünü içecek, bu sütten yapılan yoğurdu yiyecek âdemoğlunun başına hayırlı bir iş gelmeyeceğini bu topraklarda büyüyen herkes bilirdi. Yüce Zeus, sütün bir damlasını kursağından geçirene yaşamı boyunca rahat vermezdi. Bu rahatsızlık öyle cin çarpmış gibi ağzını burnunu yamultmak, bir hastalığı üzerine musallat etmek biçiminde değildi. Rüzgâr estiren, gökkuşağı astıran Zeus, gebe keçinin sütünü tadan âdemoğlunu ömrü boyunca kafasını karıştıracak gündüz düşleriyle cezalandırırdı. Düş görenlerin günlük yaşantısını değişiklik olmadan sürdürdüğü sanılsa da bu kişiler, Zeus’un akıllarına soktuğu çılgınca fikirleri gerçekleştirmek için ömürlerini tüketirdi. Zeus’un ne isteyeceği de tabii kendi bileceği işti. Pek öyle sağduyulu bir tanrı değildi kendisi. Fitne çıkarmakta ustaydı. Hal böyle olunca Stefanos’un, Ahmedika’ya gebe keçinin sütünü sağmaması konusunda neden ısrar etiği anlaşılabilirdi.” S:20,21)
Olan olmuş, mayalanan sütle birlikte düş yola çıkmış, Kidonyalıları gündüz düşlerine boğmuş. Yıllarca gündüz düşleri gören, aklı karışan Kidonyalıların yaşadığı akıl almaz işleri, hayalleri, düşleri, aşkları, savaşları, tarihi olayları ve efsaneleri iç içe harmanlanıyor Dünya’nın Orta Yeri’nde. Arka planda Rus- Osmanlı savaşı, Mora ayaklanmasının bastırılması, İngiliz desteğiyle Akdeniz’e doğru yola çıkan Katerina’nın gemileri de yerini alıyor, düşle gerçeğin birlikte yol aldığı hikâyeler içinde.
1770’li yılların Topkapı Sarayı’ndan haberler sızıyor romana. Mora ayaklanıyor. Rumların bağımsızlık hayallerine koltuk veren İkinci Katerina’nın uzatmalı nişanlısının komutasındaki Rus donanması Akdeniz’e iniyor. Sadrazam, Akdeniz’e inen tehlikeyi arz etmek için huzura çıkıyor. Fakat başına saplanan ağrıyla meşgul Padişah’ın kimseyi dinleyecek hali yok. Uzun süren çatışmalar, bastırılan ama sonuçları Osmanlı aleyhine dönen ayaklanmalardan bunalan Padişah’ın sıkıntıyı hafifletmek için sığındığı şiir de fayda etmiyor. Kafasında dönüp duran dörtlüğü tamamlayamıyor, sebebi baş ağrıları. Hekimbaşı zorda, nane ruhu, şifalı otlar buharı, şifa duası çare olmuyor Padişah’a musallat olan baş ağrılarına. Hekimbaşı görevden affını mı ister, kellesi mi gider? Durum vahim, hem sarayda hem memlekette. “Sultanın rahatsızlığı malûmdu ama haber de beklemeyecek kadar mühimdi. Sadrazam durumun vahametini anlatmak için sonu gelmeyen cümleler kuruyor, cinaslı sözlerden medet umuyordu. Böyle olunca da uzattıkça uzatıyordu. Devletlum, diyordu, mevcut iki filomuzun biri…” Bir türlü sadede gelemeyen, karşısında kıvranan sadrazamı dinleyecek hali mi var Padişah’ın, üzerine çullanan baş ağrısı geçmek bilmiyor. “Adamın sinek vızıltısını andıran lakırdısını sağ elini yukarıdan aşağı sertçe indirerek kesti. Bu hareketiyle sarayın pencerelerinden geçip giden bulutlar, Marmara’nın dalgaları donup kaldı. Padişahın hususi dairesinde zaman durdu.” (S:22,23)
Sadrazamın anlatacaklarını dinlemeden, donanmaların yola çıkması, Rus donanmasına karşı meydan okuması emrini veren Padişah’a, bunun imkânsızlığını söyleyecekken yutkunuyor Sadrazam. Uğursuz baş ağrısını defetmek için kısa bir süre şiirle meşgul olan Padişah, sabah namazını Ayasofya’da kılmaya niyet edip, dinlenmeye çekiliyor.
Ya Papaz’ın düşleri? İncir ağacının geniş yaprakları arasından doğan aya, sayısız yıldızın göz kırptığı boşluğa bakan, yıldız kümeleri seyreden Papaz, pazar vaazında anlatacaklarını, Kidonya’nın geleceğini, düşlediği Ayışığı Manastırı’nın suya düşen gölgesini, yanıp sönen, yere inen yıldız şenliğini düşlüyor mu, görüyor mu? Yarı uykulu, yarı uyanık Papaz Yanni İkonomo, düşleriyle düşünceleri arasında çarpışıp duruyor.
Kidonya’ya denizden gelen iki yabancı kim? Farklı kişilerin ağzından parça parça sızdırıyor yazar, ancak finale kadar açık etmiyor iki yabancının gizemini. “Saçı sakalı birbirine karışmış hırsız mı uğursuz mu olduğu anlaşılmayan iki adam gövdelerinin yarısı denizin içinde yarısı kum zambaklarının arasında boylu boyunca serilmişlerdi… Dalgalar bellerinin hizasına kadar geliyor, geri çekilince lime lime olmuş kara şalvarları ortaya çıkıyordu… Papaz, mühim bir yara bereleri görünmüyor, diye düşündüğü sırada kır sakallının belindeki değerli taşlarla işlenmiş hançeri gördü.”(28,32)
Kidonya’da gündüz düşü görenlerin, hikâye anlatıcılarının, baygın halde bulunanların, Selman ile Hasan Paşa’nın, iskelede Papaz’la buluşan gizemli misafirlerin, keşişlerin sırrı, Katya’nın dilek ağacı hikâyeleri önde akıp giderken, arkada tarihi olayları fısıldıyor anlatıcı. Ya Vasil’in başına gelenler? Zeus’un doğduğu bin pınarlı İda Dağı’nda altın ararken köknar ağacına yıldırım düşmesi, ağacın altında kalan Vasil’in ömür boyu burunsuz yaşamasının nedeni, karısı İspinoz’un altın sevdası mı? Belki de tanrının laneti.
Bütün karakterler bir yana, yaz kış siyahlar giyen Maria Ana bir yana. Kidonyan’nın şifa dağıtıcısı Hekimoğlan Ahmedika’nın anası, Yanni’nin de vaftiz anası. Göğsünde yılanbalığı lekesiyle doğan Yanni için, “Aziz Simeon duydu bizi, dualarımızı karşılıksız bırakmadı, hem bak ayrıca kutsadı bu çocuğu.” diyen Maria Ana, Kidonya’nın sır küpü. “Kelimelerle dünyayı nizama sokma görevi ona verilmiş sanırsınız. Yaşlı kadın Kidonya’nın hikâye anlatıcısıdır.”(S:69) Papaz Yanni’nin doğum ve misyon sırrı da Maria Ana’da saklıdır. Son nefesini vermeden önce yanına çağırdığı Papaz Yanni’ye: “Tanrı senin için bir düş gönderecek… Kader tanrıçaları seni işaretledi, göğsündeki yılanbalığı büyük işler başaracağının işaretiymiş, sen gördüğün düşü gerçekleştirmek için çalıştıkça yükseleceksin.”diyor, herkes gibi olmayacağını hatırlatıyor.(S:71,72) Mashinos Adası’nda denize düşen gölgesini gördüğü Ayışığı Manastırı, tanrının Papaz Yanni’ye gönderdiği düş olabilir mi? Dünyanın orta yeri neresi? Papaz Yanni İkonomo da merak ediyor. Athos Dağı’na benzettiği İda’ya doğru sesleniyor, Yüce Zeus’a soruyor.
Tarihi bilgilerin ve söylencelerin kurguya dâhil edildiği roman 168 sayfa, üç bölüm. Zaman, mekân ve olaylar arasında geçiş ve karakterler arasındaki ilişki bağları güçlü yirmi dokuz hikâyenin her birinde farklı karakterlerin hayatının kapısı açılıyor, akıl almaz düşler anlatılıyor. Yirmi dokuz hikâyeyi birbirine bağlayarak roman bütünlüğünü sağlayan Aysun Kara, gündüz düşleriyle cebelleşen Kidonyalıların gönlünde saklı aşkı, sevdayı, küçük hesaplarını, büyük emellerini, ezeli, ebedi hayallerini Dünya’nın Orta Yeri’ne sığdırmış. Tarihe, mitolojiye ilişkin bilgiler kıvamında ve yerinde, mizahı dozunda, kurgu bağı güçlü, edebi dili lezzetli. Daha ne olsun.
(1)Dünyanın Orta Yeri – Roman- İthaki Yayınları- 2022