Roman Kahramanları’ndan Çağrı
- 06 Eylül 2024
Başlıkta geçen “Edebiyat, Hindistan ve sair” kelimelerine elbette aşinasınız ve fakat hem düz hem de tersten aynı şekilde okunan “Malayalam” nedir, neye denir, sanırım pek çoğunuz bunu bilmiyordur. İtiraf edeyim ki romanım Kapalıçarşı, adı anılan Malayalam diline çevrilene ve bu dilin konuşulduğu, Hindistan’ın güneybatısındaki Kerala eyaletinde yayınlanana dek ben de bilmiyordum.
Hindistan dev bir ülke. Hatta belki de bir ülkeden fazlası. Nüfusu Avrupa’nın toplam nüfusunun iki katından fazla. Ülkenin bir ucu Tropik denizlerdeyken, diğer ucu Himalayaların zirvesinde. Farklı eyaletlerde onlarca farklı dil konuşuluyor ve insanlar aralarında kimi zaman, ortak dil olarak belirlenen Hintçe ve İngilizce ile anlaşıyor. Hâkim din Hinduizm olsa da İslam’dan Hıristiyanlığa, Sih dininden Budizm’e varana dek çok farklı inanç ve hayat tarzı bu coğrafyada kendine özgürce yer bulmuş. İyi yanından bakarsanız rengarenk bir kültür ve karşılıklı anlayış söz konusu ama derinleşmiş sorunlar, Britanya sömürüsünün izleri ve sosyal sınıflar arası derin ekonomik dengesizlik de diğer yanda sizi bekliyor.
Hindistan’da Nermin Mollaoğlu ile birlikte
Şubat başında Mathrubumi Edebiyat Festivali için Hindistan’ın Kerala eyaletine davet edilince bu rengarenk, karmakarışık, nevi şahsına münhasır ve sahiden ilginç ülkenin yaşamını ve edebiyatını kenarından kıyısından gözlemleme şansım oldu. Ve yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüğünü anlat dersiniz diye, izlenimlerimi sıcağı sıcağına sizinle de paylaşmak istedim. Gezdiğini boş ver, yediğini anlat derseniz de Hint yemekleri çokça baharatlı ve acı. Ama emin olun pek lezzetliler. Unutmadan; festivale adını veren Mathrubumi, kırk milyonluk eyaletin en büyük ve köklü yayın kuruluşu.
Pekâlâ, önce Kerala’dan başlayalım. Bu eyalet, baklavanın ucunu andıran Hindistan’ın en alt tarafı ve yemyeşil, baharat kokan bu bölgede kırk milyon kişi Malayalam dilini konuşuyor. Düşünsenize, Türkiye’nin yarısı, Norveç’in dokuz katı bir nüfusun konuştuğu dili bilmiyor ama Norveççe’de ne yayınlanmış diye dört gözle takip ediyoruz. Bu işte bir tuhaflık var.
Dört gün süren ve 400’den fazla Hint ve yabancı konuğun konuşmacı olduğu festivalde etkinlikler tıklım tıklım doluydu. Eyaleti Komünist Partinin yönettiğini ve kültür seviyesinin ülkenin geri kalanına göre hayli üst düzey olduğunu da burada eklemeliyim.
Sonra bir günlüğüne, komşu eyalet Tamil Nadu’ya geçip Kalem Ajans’tan Nermin Mollaoğlu’nun yakın dostu, Tamil yayıncı Kennan Sunndaram’ın evini ve ailesini ziyaret ettik. Kennan, aynı zamanda Orhan Pamuk, Burhan Sönmez ve daha birçok Türk yazarın yayıncısı. Elbette Kalem Ajansın çabalarıyla. Tamil kelimesini kimileriniz, eski TRT haberlerinde geçen “Tamil Gerillaları” ifadesinden anımsayacaktır. Evet, bu bölgenin, ülkenin kuzeyiyle pek barışık olduğunu söyleyemeyiz ama şimdilerde durum sakin. Tamil Nadu bölgesinin halihazırdaki başkanının adı Stalin. Evet, evet, bildiğiniz Stalin. Hindistan çok ilginç demiştim ya durun daha bitmedi.
Kerala ve Tamil Nadu’dan sonra kuzeye, ülkenin başkenti Delhi’ye uçtuk. Delhi kozmopolit bir kent. Hava kirliliği özellikle kış aylarında sevimsiz seviyelerde. Trafik can sıkıcı. Kentin kimi kesimleri Avrupai parklara ve görkemli yapılara ev sahipliği yaparken, büyük kısmında derin yoksulluk göze çarpıyor. Açıkçası Hindistan’ın güneyini hayli sevdim ama kuzeyi ve özellikle de başkenti için kararsız kaldım. Ama bu tereddüdümüzü büsbütün dağıtacak birisi Delhi’de bizi bekliyordu; Büyükelçimiz Fırat Sunel.
Hem edebiyat hem de daha önceki işlerim gereği, Türk ve yabancı, ondan fazla büyükelçiyle tanışma şansım olmuştur. Ankara’nın bir önceki büyükelçisi Sonia McGivenn, rockstar görüntüsü ve müthiş enerjisiyle favorimdi ama Hindistan’da ülkemizi canla başla ve tüm bu gayretin içinde güleryüzle temsil eden Sayın Fırat Sunel sanırım Sonia’yı tahtından etti.
Diplomasiden pek anlamam ama Fırat Bey’in Hindistan’da çok sevildiğini görmek için diplomasiden anlamanıza gerek yok zaten. Ama anladığım ve Fırat Sunel’in başarılı olduğu bir başka konu var ki o da edebiyat. Çünkü Delhi büyükelçimiz aynı zamanda iyi bir yazar.
Octavio Paz’dan Seferis’e, Asturias’tan Aytmatov’a varana dek diplomat kökenli edebiyatçılar hep ilgimi çekmiştir çünkü elçilik, edebiyatın da kaynağı sayabileceğimiz şekilde, dünyayı ve insanı gözlemlemek için biçilmiş kaftan. Fırat Bey de onca koşturmacasının arasına romanlar sığdırmış. Tutkulu bir aşkın izlerini de taşıyan “İzmirli” romanını hemen okumaya başladım ve oldukça iyi gidiyor. İngilizce’de Penguin tarafından yayınlanan ve başka dillerde de kendine yer bulan, büyükelçimizin İzmir tutkusunu da harman ettiği Sarpıncık Feneri’ni de en kısa zamanda okuyacağım. Büyükelçimizin Delhi fuarı katılımcıları için verdiği, çok güzel organize edilmiş davet, Türk edebiyatının Hindistan’da daha çok yol alacağının da habercisiydi.
Bir sonraki gün Delhi Kitap Fuarını ve Türkiye standını ziyaret ettik. Devasa bir fuar alanı ve yüzlerce yayıncı. Konuk ülke Suudi Arabistan. İşin komik tarafı şu ki Suudi Arabistan’da neredeyse hiç kurgu kitap yayınlanmıyor. Bir dolu para dökülmüş raflara laf olsun diye birkaç cafcaflı kitap dizmişler, standın gerisini de Arap giysileri, Arap çalgıları ve sair ile doldurmuşlar. Petrol, kapitalizm ve yeraltından elde edilip yer üstünde saçılan para, insanlığa dair söz söylemesi gereken edebiyata hiç yakışmıyor.
Neyse, biz ülkemizin standına dönelim zira orada gerçek edebiyat var. Teda Şube Müdürümüz Hakan Koray Özlük ve ekibinin çabalarıyla, Türkiye standı oldukça hareketli. Benim için bir başka güzellik, çocuk kitabım Hayal Kurmak Bedava’nın İngilizce yayıncısıyla tanışmak. İlk romanım Aynalı Türkiye’de yayınlandığında nasıl bir heyecan yaşadıysam, bir benzerini de Delhi’de yaşıyorum. Çünkü bir kitabın yayınlanması kimi zaman sizi, aklınızdan hiç geçmeyecek, birazdan anlatacağım şekilde, anısı çok güçlü hikayelerin içine çekebiliyor.
Fuar ziyaretinin ertesinde, neredeyse tüm ekiple birlikte, Delhi’de bir yetimhaneyi ziyaret ettik. Büyükelçiliğimizin vesile olduğu etkinlikte, yaşları altı ile on altı arasında değişen onlarca çocuğun elinde Hayal Kurmak Bedava veya İngilizcesi ile School of Dreamers vardı. Ayrıca anılarını yazsınlar diye hediye edilen günlükler. Birlikte oyunlar oynuyor, hayaller kuruyor, birbirimizin gözlerine bakıyoruz. Yemekler yeniyor, sohbetler ediliyor. Ve onca güzel çocuğun gülen gözleri, en derin anlamıyla hafızamıza kazınıyor. Onların bizi ömür boyu yüreklerinde taşıyacağına dair bir his var içimde. Ve kendime söz! Ben de hiçbirini unutmayacak, mutluluklarını, umutlarını, benimle paylaştıkları hayallerini yüreğimde taşıyacağım. Türkiye’ye dönüşte birkaçından aldığım, kırık İngilizce ile yazılmış sevgi dolu mesajlar da bunun teyidi.
Son gün koştur koştur Delhi’nin dört saat uzağındaki Akra’ya, dünyanın yedi harikasından biri olan Taç Mahal’e gidiyoruz. Taç Mahal güzel mi? Kesinlikle. Hatta güzel az kalır, olağanüstü demeli. Ama benim aklım halen yetimhanedeki çocukların gözlerinde. Uğruna yirmi bin kişinin çalıştığı, ölümsüz aşk adına gün yüzüne çıkmış bu görkemli yapıda kaç kişi hayatını kaybetmiş, kaç çocuk yetim kalmıştır kim bilir! Tarih Şah Cihan ile Mümtaz Mahal’i yazıyor. Ben emeği sömürülenleri, sönen hayatları, o çocukların gözlerini yazıyorum. Ustam Joyce’un dediği gibi; Tarih uyanmak istediğim bir karabasan. Şahlardan ve aşklarından, krallardan ve sultanlardan, diktatörlerden ve dikta özentilerinden zerre hazzetmiyorum. Taç Mahal ne kadar güzel olursa olsun, o çocukların gözleri daha anlamlı.
Canınızı sıkmayayım. Edebiyata dönelim. Evet, edebiyat dünyayı kurtarmıyor ama romanlar, çocuk kitapları, hikayeler ve diller bizi buluşturuyor. Uzak ülkeler yakın oluyor, hayata dair dertlerimiz ortaklaşıyor ve bir de edebiyat sayesinde dost kazanıyoruz. Benim için o dostların içinde Nermin Mollaoğlu’nun yeri ayrı. Kalem Ajans’taki kıpır kıpır ekibiyle birlikte, şurada size anlattığım bir dolu şeye, hikayelerimizin dünyaya değmesine, dilimizin uzak diyarları dolaşmasına vesile olanların başında. Tüm bunlar için koştururken nasıl coşku duyduğunun ve dönüş yolunda uçakta nasıl yorgun olduğunun bizzat tanığıyım. Türkçe adına bolca saygıyı hak ediyor.
Hindistan ile başladık, Bahreyn ile bitireyim. Giderken Dubai’de, dönüşte Bahreyn’de yapılan aktarmalar. Bu ülkelerin gece ışığa, gündüz dev ciplere boğulmuş şaşaası. Ve denizin öte yakasında, üflesen sönecek kadar aydınlatılabilen Hint kentleri ve çoğu yerde derin yoksulluk. Hani başlarken Malayalam kelimesinin hem düz hem de tersten aynı sesi verdiğini söylemiştim ya, dünya da hem düzünden hem tersinden aynı mı bilmem! Kimilerinin Burj el Arap hoşuna gidebilir. Ben mâni olmayayım. Zaten bu hoşlanma meselesi değil. Edebiyat hem tersi hem düzü anlatmak zorunda. Ta ki eğrisi doğrusuna denk gelene dek. Ütopyadır, biliyorum ama ne yapayım. Benim hayalim de bu; eşit insanlık, barış ve huzur içinde bir dünya. Kimse de bana ve hayatı benim gibi sanatla, insaniyetle kurmaya çalışanlara mâni olmasın. Dedim ya bu da benim hayalim. Çünkü kitabımın adı gibi; Hayal Kurmak Bedava.