Kilitbahir – Suat Karataş
- 08 Ekim 2024
Yırtık Fehmi’nin tekel bayii Dörtyol ağzındaki Şen kıraathanesinin bitişiğindedir. Camları tozlu, tabela yazıları silik, marka afişleri solgundur. Dükkânın içi suntadan çatılmış uyduruk bir tezgâhla ikiye bölünük ve o tezgâhın üstünde de tarihi geçmiş bisküviler, taşlaşmış sakızlar, kirden şeffaflığını yitirmiş plastik kaplarda bayat fıstık ve leblebiler durur. Karşıda, duvar dibinde iki farklı bira markasının dolabı vardır fakat fişleri takılı değildir. Yırtık Fehmi, elektrik faturası çok geliyor diye temmuz, ağustos ayları hariç çalıştırmaz dolapları. Tezgâhın arkasındaki tereklerde dağınık birkaç sigara markası ve ucuzundan şarap çeşidi dizilidir. Ivır zıvırın sıkıştırıldığı tezgâhın altındaysa meraklısı için boğma rakı durur. Arka sol köşede bir zamanlar rengi bordo olan şimdiyse soluk kiremit rengini almış bir perde, perdenin arkasındaysa sekiz metrekarelik bir depo vardır. Altmışlık bir ampulün aydınlattığı depo, basık ve küf kokuludur. Dolu ve boş bira kasalarından başka yerlere öfelenmiş fıstık kabukları ve dibine kadar somurulmuş sigara izmaritleri atılıdır. Depo, daimi müşterilere her akşam rezervedir. Bunlar en fazla dört, nadiren beş kişi olurlar. Yırtık Fehmi daha fazlasına izin vermez. Zaten içki ruhsatı yoktur, bir de onun bunun derdiyle uğraşamaz.
Rezerve sahipleri mekânı hiç boş bırakmazlar. İşlerinden yorgun argın çıkar çıkmaz doğruca buraya damlarlar. Çocuklarına, eşlerine, ev halkına karışmadan evvel omuzlarına ağır gelen yükleri, yüreklerini buran ağrıları üç beş şişeyle hafifletmeden girmezler evlerine.
İlkten değnekçilikte yüksek ihtisas yapmış Kürt Yahya girer mekâna. Dile kolay otuz beş yıldır bilfiil dolmuşçulara “devam et” der. Solgun bir sarışınlığı ve feri sönük yeşil gözleri vardır. Yukarı mahalleden gelir. Babası hacıdır. Oralarda içirtmezler. Evler ve dükkânlar iç içedir, duyan gören olur da hacı babasına yetiştirirler diye çekinir. İlk aşkı Fate’ye takıktır. Karısı amcakızıdır. Üçü erkek beş bebe doğurmuştur Yahya’ya.
İkinci olarak Kambur giriş yapar. Bir mobilya mağazasında kurulumcuyum der ama bildiğin düpedüz hamaldır. Kırkbeşini bitirmiş, köylü bir kızla nişanlı ve hâlen anasıyla yaşamaktadır. Yıllar yılı yük taşımaktan yamulmuş sırtı, Kambur lakabının üstüne yapışmasına sebep olmuştur. Hiçbir şey bilmez diye aldığı köylü kızı sosyetik çıkmış, ona para yetiştiremem diye korkar. Aralarında içkiye en dayanıksız olandır. Vara yoğa küfretmesiyle herkesi neşeye boğar.
Üçüncüleri Tornacı Faik. Arap oğlu Arap’tır. Tam teşekküllü iki evlilik dosyası kapatmıştır. Üçüncüye niyetlidir ama bu sıralar dardadır. Fırsat kollar. Param olsa gelmem bu kıytırık mekâna der. Çeşit çeşit mezelerle donatılmış masalardan, güzel kadınlardan, su gibi akan rakılardan bahseder. O masalarda oturduğuna tanık olan yoktur ya, o yine de söyler. Saçında sakalında, göğüs kılları arasında yuvalanmış çapakları, demir tozunu silkelemeden koşar gelir. Babası çok konuşkan ve abus suratlıdır. Arap Faik gamsız adam, babasının kudümsüz suratından darlanır. O da n’apsın ihtiyarcık uyuyana kadar buralarda eğleşir.
Sona her zaman Takoz Gökhan kalır. Ağırkanlıdır. Her cümleyi ağır çekimde söyler. O yüzden diğerleri pek konuşmasını istemez, sıkılırlar. Kahır karası yüzüne bakıp, herkes Çingen yakıştırması yapar ya, ona sorsan dedem Arnavut göçmeni der. Kimseler inanmaz ama o iddiasında diretir. Rahmetli Tarzan Ahmet’in karısını dost tutmuştur kendine. Kadın, çakmak gazı koklayarak kafayı bulmaya çalışan pepe kızıyla derme çatma bir evde oturur. Takoz maaştan bira sigara parasını ayırıp kalanı kadının eline sayar.
Bu dördünden başka arada Dörtgöz gelir. Kaynakçı ustasıdır, şantiye şantiye dolanır. Politika, kitap ve türkü meraklısıdır. İçlidir ama dertlenmeyi pek sevmez. Konuşunca dolu konuşur. Lafının üstüne laf konmaz. Şantiye gurbetinde değilse evden pek çıkmaz. Anlaşılmamaktan mustariptir. Nedense evlenmeye hiç yeltenmemiştir, ona sorsan ne gerek var der geçer.
Mekânın sahibi Yırtık Fehmi ise Çukobirlik’ten emeklidir. O, karısının dırdırından yıldığı için bu işe bulaşmıştır. Parayla pulla işi yoktur. Meraklıdır. Sandalyesi deponun kapı ağzındadır. Bir gözü müşterideyse, kulağı içerideki muhabbete ayarlıdır. Arada lafa karışır, aptal saptal şeyler geveler. Her ne kadar hoşlarına gitmese de diğerleri ses etmez. Her birinin ismi çekmecedeki kara kaplı defterde yekûnu kabarık listelerin başındadır. Yırtık Fehmi, bir tek Dörtgöz’den çekinir. Dörtgöz’ün kimseye eyvallahı yoktur. İki lafıyla mortiş eder adamı.
Her Allahın günü olduğu gibi bu günde geldiler, boş bira kasalarını ters çevirerekten dem meclisini kurdular. Sol ellerinin parmaklarıyla boğup tombul şişeleri, en üstteki parmağa dayanak yaptıkları çakmak götleriyle açtılar şişelerin kapaklarını. Şişeler yarılanmadan tek bir cümle kurmadılar. Açılışı her zaman olduğu gibi Tornacı Faik yaptı, Arap aksanının yerleşik şivesiyle kelimeleri ikiliye ikileye “Haydi, haydi hayyo oturmaya mı geldik, kaldır hayyo*, kaldır!” Diğerleri cümlenin sakilliğine aldırmadan şişeleri kaldırıp şişe kıçlarını tokuşturdular.
Zaman geçtikçe dilleri açıldı. Bilip bilmedikleri tüm mevzuları ortaya döktüler. Kambur bütün konularda herkesle iddialaşıp muhabbete turunç ekşisi sıktı. Takoz sessizdi. Anlatacak, dertlenecek çok şeyi vardı ya, ağır konuştuğu için burunlarlar diye çekindi. Değnekçi Yahya hayat pahalılığından şikâyet etti. “Hacı babam olmasa çocuklar hep sefil olurdu,” dedi. Kambur, dolara yuroya sövdü. “Beyaz eşyalar anasının nikâhı olmuş” derken aklına nişanlısının, “felankesler gelinlerine şu kadar inç plazma almışlar” deyişini hatırlayıp içinden nişanlısına saydırdı. Tornacı Faik hiç oralı olmadı. Aklı Allah bilir hangi rakı masasındaydı. Ortamdakilere ayıp olmasın diye yalancıktan bela okudu. Takoz, o ara işemek için yan taraftaki kıraathaneye yollandığından mevzudan bihaber kaldı. Geldiğinde nedir diye sordu, anlattılar. Sonra da hep bir ağızdan zamlarının da politikacılarının da deyip en galiz küfürleri döşediler. Kambur hepsinden bi tık fazla sövdü.
İkinci şişeler açıldığında Tornacı Faik, Fehmi’ye işareti çaktı. Fehmi işareti alıp kadidi çıkmış teybe Azer’i bir güzel yerleştirdi. Teypteki ses Urfa isotu gibi yaktı geçti yüreklerini. Kambur, “Şimdi Dörtgöz gelse, ne buluyonuz bu tas kafada diye bozuklanır, beynimizi bi güzel sikerdi” deyip sararık dişlerini gösterdi.
İkinciler yarılanınca Yahya derinlere daldı. Belli ki Fate’yi düşünüyordu. Karısının çamaşırdan kızarmış ellerini, pörsümüş bedenini gözünün önüne getirdi. Sonra da Fate’nin yirmiyıl önceki kaşlı kirpikli halini düşündü. Yüzünü ateş daladı. Kamburun aklı nişanlısıyla son konuşmasına gitti. Nişanlısı, “Aşkım,” demişti, “köyden çıkarken ayrı, düğün salonuna girerken ayrı gelinlik giyinmek istiyorum.” Eskiden olsa “sikerim böyle aşkın ıstırabını” derdi ya, bu yaştan sonra beni kimse almaz diye korkuyordu. Takoz, beni bu suratla ve üç kuruş işçi maaşıyla kim ne yapsın diyerekten giriştiği dost hayatının pişmanlığıyla kavrulan içini, durmadan somurduğu ve uç uca eklediği sigarasıyla teselli derdindeydi. Tornacı Faik yeni bir evliliği nasıl kotarırım, nereden para bulurum da hangi bahtsızın üstüne yıkılırım diye hesap kitap işlerine girişmişti.
Üçüncülere başlarken mekâna Dörtgöz giriş yaptı. Dörtgöz’ün niyeti sigarasını alıp kitaplarına koşmaktı ama ne yazık ki depodakiler sesini tanıdılar. Kambur çarçabuk yekindi.
“Kirve, gel bi biramızı iç.”
Beriki önce duymazlığa vurdu ya, Kambur ve sülalesi ısrarcılıklarıyla ünlüydüler. Israrcıyı boşa düşüreyim derken devreye diğerleri girdi. Kaçacak yeri kalmamıştı. El mecbur depoya seğirtti. Fehmi cin gibiydi. Dörtgöz depoya girer girmez Azer’i susturdu. Teybe hemencecik türkülü bir kaset uydurdu.
Hepsi sırasıyla Dörtgöz’e hoş geldin dediler. Diğeri sağ elini kalbine koyup karşılık verdi. Daha kıçı boş kasaya değmeden, bira koşturup ayağının dibine koydular. Karşılıklı hal hatırdan sonra ilk girişi Değnekçi Yahya yaptı, “Sen gelmezden önce biz de zamlara sövüyorduk,” deyince, Dörtgöz zamların sebeplerini, kimler tarafından, ne amaçla yapıldığını tane tane anlatmaya koyuldu. “Bu işin çözümü emekçi kitlelerin ve yoksulların kendi yaşamaları için şu ya da bu siyasetçiye bel bağlamayıp örgütlü bir güçle meydanlara inmeleri ve haklarını söke söke alana kadar evlerine dönmemeleridir,” dedi. O uzun konuşmayı hiçe sayıp yalnızca örgüt kelimesini cımbızlayan Yırtık Fehmi huzursuzlandı, “Politika konuşmayalım beyler,” dedi, “örgüt mörgüt neyimize gerek bizim!” Bunu duyan Dörtgöz dellendi.
“Yırtık mısın, dangalak mısın bilmiyorum da, dangıl dungul konuşup benim asabımı bozma, ulan bu memlekette aldığımız nefes bile politik” deyip yerinde örneklemelerle diğerini bozum etti. Fehmi bozuntuyu içine gömüp yüzünü öte yana çevirdi ama ağzının içinde hâlâ mırıl mırıl bir şeyler geveliyordu. Sonra, neyime gerek şimdi bu politik deliyle uğraşmak diye düşündü. Düşündüğüne aklı yatınca da sustu.
Fehmi mortiş olmuş susarken depoda muhabbet tıngır mıngır yuvarlanıyordu. Laf döndü dolaştı, aşk mı sevgi mi tartışmasına evrildi. Yahya aşktan yanaydı. Aşktan söz açılınca önce ışıldadı gözleri, sonra da kederle gölgelendi. Takoz, yaşadığı şeyin aşk mı, sevgi mi yoksa başka bir zıkkım mı olduğunu evirip çevirdi kafasında. Aklı karıştı. Kambur’un aklı fikri düğün gecesinde ve düğünden sonra ödenecek borçlardaydı. Arada konuşmak için konuştu. Dörtgöz susuyordu. Neden sonra Tornacı Faik, konuyu açan kendisi olduğu halde, mevzuyu sonlandırmak adına ve kendinden umulmayacak bir özgüvenle, “Onu bunu bilmem ağa, biri olmazsa öbürü, anlayacağın çivi çiviyi söker” diye tumturaklı bir cümleye yeltendi.
Dörtgöz bu yeltenişe yanıtsız kalamadı. “Faik abi” dedi, “çivi çiviyi sökmez, çivi çiviyi ancak sarsar. Çiviyi kerpeten söker.” Diğeri mantık terazisine vurdu Dörtgöz’ün söylediğini, aklı yatsa da yatmasa da ses etmedi.
Yahya yeni bir sigara yaktı ve ağır bir kayayı omuzlarından yere bırakmış birinin yorgunluğuyla sorusunu Dörtgöz’e yöneltti. “Peki, ciğeramın** sana göre nedir? Yani aşk mı, sevgi mi?” Beriki cevap vermeden evvel gözlüğünü yüzüne iyice yapıştırıp yeni bir sigara yaktı.
“Ben” dedi, “aşka inanmam Yahya abi, aşk, çaresizler ve çiğ yürek yemişler içindir, o duygu bana göre yabanidir, içinde on bin tane entrika gizlidir. Sevmek daha esaslı ve naif gelir bana. Hem, aşk ne kadar karşılık bekler ve yaralamayı severse, sevmek bir karşılık gözetmez, dayanışır, yaşamın güçlüklerine karşı omuz omuza verir diye düşünürüm.”
Cümlesi bittiğinde Yırtık Fehmi’nin haricinde herkes söylenenleri olumlarcasına kafa sallayıp sigaralarını yenilediler.
Neden sonra sessizliği lakabından da anlaşılacağı üzere yırtık dondan fırlarcasına Fehmi bozdu. “Yav tamam sen öyle diyon da, biz seni hiç birini severken görmedik duymadık, evlenmedin de, okuduklarını duyduklarını geliyon geliyon da bize satıyon,” deyince Dörtgöz’ün boyun damarları gözle görülür ölçüde kabardı, yüzü allandı. Sevmiyordu bu her şeyden emekli, dangıl dungul adamı. Ama yine de kendini tuttu. Diğerleri ilk kez Dörtgöz’ün sustuğuna, Yırtık Fehmi’ye kızıp laf koşturmadığına şaştılar.
Depodakilerin yaktıkları sigaralar bitmiş, yere eğik parmaklarının ucunda sallanıyordu. Dörtgöz konuşmaya başlayıncaya kadar sürdü bu sallantı. İlk cümlede fıstık kabukları ve izmaritlerle dolu zemine doğru süzüldü dibine kadar somurulmuş sigaralar.
“Doğrudur, evlenmedim. Birisini sevdiğimi duyup görmediniz de. Ama bu benim kimseleri ve birçok şeyleri sevmediğim anlamına gelmiyor ki Sayın Yırtık Fehmi abi.”
Sesinde sitemkâr bir öfke vardı, depodakilerin hepsi, kulağını dikmiş, konuşanın ağzından çıkacak sözcükleri kendi naçar aşklarına ya da aşk zannettikleri o duygunun ruhlarında açtığı yaralara merhem olacakmış hissi veren cümlelere dikkat kesilmişlerdi. Kambur’un, Tornacı Faik’in, Kürt Yahya’nın ve Takoz’un ağzından çıkacak cümleleri beklediğini sezinleyen Dörtgöz cümlenin gerisini getirdi.
“Zamanın beherinde şantiyenin birinde moladayken iki yoksul yörük gördüm.”
Çok kısa bir an durdu, soluklandı. Sesi, az önce politika konuşurken ki tokluğunu, haklı olduğunu bilenlerin öfkeli heyecanını yitirmiş, yerine, kuşların kanat çırparken yaydığı ılıklığa benzer bir tonu yüklenmişti. Tek nefeste okunan bir türküye eğilir gibi konuşmasına devam etti.
“Kadın, tıkız, yanağı çukurlu, esmerine esmer ve yaşmaklıydı. Bacağında mor çiçekli pembe şalvar, üstünde el işi olduğu belli mürdüm rengi bir yelek ve yaşmağının kenarından sızan çam kokularıyla salınıyordu. Adam, uzununa uzun, heybetli ve karaşındı. El ele tutuştuğu, bencileyin esmerliğini yanında yürüyen kadından ödünç almış bu adamın sol eli cebindeydi. Yüzünde sıcak somun gülümserliğiyle bakıyordu kadına. Ben öyle dalmış, imrenerek onları izlerken kadın ne dediyse dedi ve adam kadının tutuştuğu elini yüz hizasına kaldırıp parmak uçlarından öptü. Mola bitmiş ve ben işe dönmek zorundayken, oturdum bir sigara daha yaktım. Önümden geçip giden bu iki insanın âşık olduğunu iddia edip sonra da karşılıklı olarak birbirlerinin gözlerini oymaya çalışanlardan değil de, sımsıcak, çıkarsız bir sevişle, hayatın bütün zorluklarını birlikte göğüsleyenlerden olduklarına inandım. Ve ömrüm boyunca şekli şemaili ne olursa olsun böyle bir kadınla el ele tutuşmanın hayalinin peşinde yürüdüm. Buldum bulamadım mühim değil. Ama aradım, hâlâ da arıyorum.”
Yırtık Fehmi, başıma bir iş açarım korkusuyla sonuna kadar susup dinledi ama ne diyor yine bu andavallı dercesine bakıyordu. Kambur ve Tornacı Faik de, “bir birayla da uçulur mu be kardeşlik” minvali dudak ucuyla sırıttılar. Yalnız Takoz ve Değnekçi Yahya büyülenmişlerdi anlatılanlardan. İkisinin de yüzü karışık fakat gözleri ışıltılıydı. Gecenin sonuna doğruydu ve teypte çalan Ruhi Su türküsünden başka ses çıkmıyordu kimseden. En son, “Bilmem şu feleğin bende nesi var” parçası çalındı ve teybin düğmesi çıt etti. Düğmenin çıt etmesiyle Dörtgöz toparlandı, “Çok geç kaldım, yarın sabah iş var, sözde sigara alıp dönecektim,” dedi ve zengin kalkışıyla çıktı gitti mekândan.
Yırtık Fehmi dükkânın darabasını çekene kadar oyalandılar. Asma kilit yerine takılıp çekiştirilene kadar beklediler. Sonra da her biri yarın yine aynı yere geleceğini bilenlerin yorgunluğuyla ayrı ayrı evlerine döndüler.
* Kardeş
** Ciğerim