James Joyce – Ulysses- İthaki
56 Chevrolet

James Joyce – Ulysses- İthaki

Fuat Sevimay

1882 Dublin doğumlu Joyce’un eğitim hayatı Cizvit mekteplerinde geçiyor. Sanatçının Gençlik Portresi adlı yarı otobiyografik romanında bir kısmına tanıklık ettiğimiz bu hayatın ilk evresinde yoğun dini baskı söz konusu. Ancak Joyce hem bu dini baskıya ve hem de Britanya’ya karşı verilen özgürlük mücadelesinin etkisiyle vücut bulmuş baskın İrlanda milliyetçiliğine sırtını dönerek, yolunu sanat ve dil üzere kuruyor. Hatta bir an geliyor ki İrlanda’nın boğucu baskısına artık katlanamayacağını anlayıp, çok sevdiği kenti, bir daha dönmemek üzere ardında bırakıp Avrupa’ya gidiyor. Hayatı bol miktarda Trieste ve Paris, bir miktar da Roma ve Zürih’te geçiyor.

 

Bugün keyifle okuduğumuz Dublinliler ve Portre’yi bastırmak için göbeği çatlıyor. Hayatı maddi zorluklarla örülü ama aynı zamanda zevklerinden ödün vermeyen bir adam. Eline bir makaleden veya verdiği dersten dolayı üç kuruş geçtiğinde hayat arkadaşı Nora ile veya dostlarıyla keyifli sofralar kurmak peşinde. Ve ardından Ulysses geliyor. Bu dev eserin büyük kısmı I. Dünya Savaşı yıllarında yazılıyor ve aynı dönemde İrlanda’nın da Britanya’ya karşı bağımsızlık mücadelesinin alevlendiği yıllar. İşte o yıllarda milliyetçi bir İrlandalı dostu Joyce’un yanına gelerek, biraz da küçümser ve kızgın tavırla, Avrupa’da millet birbirini boğazlıyor, memlekette evlatlarımız özgürlük uğruna can veriyor, sen burada ne yapıyorsun ki, der. Joyce’un yanıtı manidar; “Ulysses’i yazıyorum.”

 

Evet, bazen hayata ve insanlığa en büyük katkı, Ulysses’i yazmak veya okumak olabilir. Peki ne olup bitiyor bu dev kitapta?

 

Kimi mekanlarda edebiyat dersleri veriyorum ve söz dönüp dolaşıp Ulysses’e geldiğinde hep andığım bir cümle vardır. Derdimiz, bir romandan bahsederken çoğunca aklımıza geldiği şekliyle “konusu ne” sorusunun cevabını bulmaksa, Ulysses o kadar basit bir kitap ki. Biri genç, sanatçı ruhlu, huzursuz ve hırçın, toplumsal normlara göre henüz bir baltaya sap olamamış Stephen Dedalus, diğeri orta yaşlı, evli, yukarıda da adı geçen münasebetsiz Bloom, iki adam sabah saatlerinde kalkıp farklı güzergahlarda Dublin sokaklarını arşınlıyor, gün boyu rastlaştıkları kişilerle ayak üstü sohbetler edip bir yandan da kendi kendilerine düşünürlerken, birbirlerini bazen teğet geçiyorlar. Bu arada orta yaşlının karısı evde sanki bir başka adamla kırıştıracak. En nihayet gün sonunda iki adamımız bir araya geliyor ve orta yaşlının evine gidiyorlar. Evet, hepi topu bu kadar. Aman ne uğraşacağım sekiz yüz sayfayı okumakla derseniz, bu kadarını anlatıp okumuş gibi davranabilirsiniz. Araya Bloom böbrek pişiriyor, kıymığı dişinde kalıyor, bir ara limonlu sabun alıyor, olay kulede başlıyor gibi muhtelif anektod da atarsanız, kimse okuyup okumadığınızı sorgulamaz.

 

Fakat asıl mesele şu ki roman acaba neden kulede başlıyor? Çünkü o kule biraz da dillerin birbirine karıştığı Babil kulesi, bir yanıyla Hamlet’in hayaletinin dolaştığı Elsinore Şatosu, birazcık Adem’in kovulduğu cennet. Ama asıl önemlisi ve hepsinden çok, Joyce, edebiyatı kulenin tepesinden alıp düze, insanların arasına indiriyor.

 

Ulysses tek bir günde, 16 Haziran 1904 tarihinde geçiyor. Bugünün iki özelliği var. O gün tarihin kayıtlarına geçmiş hiçbir önemli olay yok, hemen her günü bir azize adamış İrlanda, Haziran’ı es geçmiş ve o bakımdan da özel bir gün değil. Yani 16 Haziran’ı özel kılan aslında hiçbir şey olmaması, sadece ve sadece sıradan insanlar için olağanüstü bir gün. Ve seçilen tarihin ikinci özelliği de James Joyce ile Nora’nın o gün tanışmış olmasından kaynaklı. Bir erkeğin sevdiği kadına verebileceği bundan güzel hediye olur mu bilmem! Ulysses üzerine ciltler dolusu yazılabilir. Ancak ben çok çok önemli gördüğüm iki özelliğine kısacık değinip, gerisini sizin okuma tadınıza bırakmak istiyorum. Birincisi, Ulysses, esasen sanatçı ile sıradan vatandaşın, teorik algı ile pratik bilgeliğin buluştuğu, oğul ile babanın manen bir araya geldiği bir metin. Ne yazık ki bugün, kimi akademik ve bohem çevrelerin zırvaları nedeniyle, ancak seçkin bir topluluğun okuyabildiği bir metin gibi lanse ediliyor. Hiç ilgisi yok. Emin olun ki hiç ilgisi yok. Joyce, nefret ettiği bohemlerin ağına düşmüş durumda. Bu garabeti aşmak için Ulysses’i okuyacaklara küçük bir tavsiyede bulunmak isterim. Önce Joyce’un bu metinle ne yaptığını anlamaya çalışın, okuduğunuz diğer romanlardan farkını kabullenin ve sonra metne dalın ki çoğu zaman olduğu gibi 50. sayfada sıkılıp bir kenara bırakmayasınız. Bir kez okuyup tadını aldığınızda da dönüp dönüp ruhunda kaybolacağınız bir dostunuz olsun. İkincisi, Joyce’un o güne dek süregelmiş edebi kalıpların hepsini kırar. Romandaki on sekiz bölümün hepsinin ayrı tekniği vardır. Bir bölümü gazete gibi okursunuz çünkü medyanın toplum üzerindeki rüzgâr etkisi vurgulanır. Bir bölüm felsefi iç monologla ağır aksak ilerlerken, bir başka bölüm absurd tiyatro tadındadır, gülerek okursunuz. Uvertür tınılarla açılan bir bölüme karşı, son bölüm, dünya edebiyatında yazılmış en güzel epizotlardan birisiyle, olağanüstü bir kadın iç monoloğuyla sonlanır. Tekraren, Ulysses üzerine söylenecek söz bol. Bir de yine Joyce’un yazdığı son metin olan, bilindik edebiyatın çok dışında ve çok üstünde bir metin olan Finnegan Uyanması var ki oraya şimdilik hiç girmeyelim çünkü asıl dipsiz kuyu o. Yani, Joyce ile tanışın. Hayattaki en anlamlı şeyin, yaşadığımız gün olduğunu ve yaşanan en basit anların şölene dönüşebileceğini anlatan Ulysses ile buluşup, Bloom veya Dedalus’un izinde Dublin sokaklarını arşınlayın. Çaba gerektirecek ama inanın hepsine de değecek. Ve meraklısına son bir öneri; hem Ulysses’in hem de Joyce külliyatının derinliklerine inmek isterseniz, Joyce’un mezarından kalkıp Gezi Direnişine geldiği ve sonra çevirmeniyle İstanbul sokaklarında dolaştığı, aşık olup rakı içtiği ve bir yandan da edebiyatından dem vurduğu Benden’iz James Joyce romanı da size hayli yardımcı olabilir. Bu arada unutmadan, bir sonraki paylaşımda, Joyce Bey’i önceleri pek beğenmeyip, sonradan hakkını teslim eden Virginia Woolf Hanım ile hemhal olacağız. Sohbete Bayan Dalloway de dahil olur belki.