Kitaplığımızın Ağır Uslu Konukları, Klasikler
Yazılar

Kitaplığımızın Ağır Uslu Konukları, Klasikler

Fuat Sevimay

Sevgili Şirvan benden klasikler hakkında bir şeyler yazmamı istediğinde sağıma soluma bakınıp, ortamdaki en yaşlı kişi olup olmadığımı kontrol ettim. Hayır, etrafta benden daha yaşlılar vardı ama … Bilemiyorum. Şirvan belki de babamdan emanet aldığım ceketteki naftalin kokusunu fark etmişti ya da gözlükler beni olduğumdan yaşlı gösteriyordu. Romatizmalarım azdı bir an. Cereyanda kaldıysam demek. Klasiklere ben de bayılıyordum muhakkak ve elbette hepsini okumuştum. Okumadan olur mu hiç canım. Yani belki birkaçı hariç ya da ne bileyim ben, en azından yarısı. Filhakika okumadıklarımın da en azından konusunu biliyordum ve bu kelime böyle mi kullanılıyordu yahu?

 

Şu müziğin sesini az kıssalar ya insanda kafa koymuyor. Ne anlıyorsa yeni nesil çıs taka çıs tak gürültüden. Demek klasik yazacak yaşa gelmiştim öyle mi! Sefiller falan, Jan vay Jan. Arkadaşım, az uslu eğlen, elin kolun gözümüze giriyor yahu, dedim yanımdan o an dans ederek geçen kadına. Dilek’miş meğer. Neredeyse aynı yaştayız ama o fıkır fıkırken benim oram buram ağrıyor. Hep çağdaş romanlar okuyor da ondan ötürü mü enerjik acaba? Vay arkadaş.

 

Tanrım, klasik deyince neden bu klişe, sıkıcı tanımlara kaymıştı ki zihnim. Onca klasik metin çevirisinden sonra, dünyanın en keyifli, en coşkulu, fıkır fıkır, deli dolu kitapları olduğunu en iyi bilenlerden biri olmalıydım. Asıl anlatmam, yazmam gereken buydu belki de. Neler oluyordu bana böyle.

 

Gözlerim karardı. Klasik bir tanım olacak belki ama ruhum ruhsarım sarardı, elim ayağım boşaldı. Şöyle az ilişecek bir yer olsa diye düşünürken yumduğum gözümün önünde birinin hayali belirdi. Bloom. Evet, evet. Hani şu Ulysses’de gün boyu boş bulamaç dolanıp duran Leopold Bloom. Elinde yine Burgonya şarabı, dişinin arasında sabah yediği böbrekten arta kalmış kıymık. Her zamanki gibi hanımefendilerin kalçalarını dikizliyor cibilliyetsiz. Bloom, dedim, ne işin var burada? Şarabından bir yudumu’cuk alıp ağzında çalkaladı ve sonra yuttu. Duydum ki, diye mırıldandı gözlerini kısarak, klasikleri yani biz efsaneleri yazacakmışsın. Bunu der demez de göğsü kabardı azıcık. Ukala.

 

Seni değil, dedim cesaretimi toplayarak. James Joyce’u yazacağım. Dahası Dostoyevski’yi, Woolf’u, belki Herrmann Broch’u da yazmak gerek. Bence Goethe’den çok daha iyi. Siz, dedim, yani sen, Raskolnikov, Orlando, Kürdan, Ursula, Mümtaz ve Nuran falan, siz hep teferruatsınız. Nasıl desem, bir nevi malzemesiniz. Aslolan yazarlar.

 

Pöhhh, çekti Bloom. Yazarlarmış! İşiniz gücünüz uydurmak. Biz olmasak neyi uyduracaksınız? Pabucumun yazarı. Sen edebiyattan hiçbir şey anlamamışsın. Karakterin, mekânın, dilin önemini anlamamışken, klasikti romantikti, hiçbir halt da yazamazsın. Dedi ve geldiği gibi pufff, Bloomusalem’e doğru uçtu gitti. Densiz reklamcı müsveddesi. Stephen Dedalus’a karşı
hiç böyle kaba davranmıyordu halbuki. Yuh ervahına.

 

Gözlerimi açtım. Şirvan karşımda. Eee, dedi, yazacak mısın bir şeyler? Evet, dedim, evet, sırf Bloom’a inat, evet. Yazarım, evet.

 

Sonra eve gittim. Yattım, kalktım, en ciddi tavrımı takınıp geçtim bilgisayarın karşısına. Eskiler buna benzer bir cümleyi, daktilonun başına kuruldum, diye yazarlarmış. Daha havalı mı duruyor ne! Klasik dediğimiz işte böyle bir şey belki de. Neyse, yazıya odaklanalım. Ama önce gidip pencereyi kapamalıyım zira cereyan yapıyor.

 

Klasikleri Okuyor Muyuz?

 

Calvino, bilindik kitabında “Klasikleri neden okumalıyız” sorusuyla çıkar karşımıza. Klasiklere dair nefis tespitlerinden bir tanesi de “Söyleyecek sözü hiç bitmeyen kitaplar” olmalarıdır. Bu tür metinler toplumun ortak belleğidir. Dünya edebiyatının zirvelerini tutmakla birlikte kimi zaman da o zirvedeki yalnızlığa mahkûm dev isimlerin, söyleyecek sözü hiç bitmeyen başyapıtlarını konu alacağımız ve üç hafta sürecek yazı dizisinde ise benim temel sorum, “Klasikleri okuyor muyuz?” şeklinde. Ben elbette okudum canım. En azından yarısını, bilemedin üçte birini veya …

 

Hayır, derdim, yakın gözlüğünün üstünden şimşekli bir bakış fırlatan edebiyat hocası edasıyla, vay nasıl okumazsınız o canım kitapları, sizi gidi tembel tenekeler, tavrı takınmak değil. Kaldı ki haddime de değil böyle yaftalar yapıştırmak. Klasik edebiyatı okumayanlara, iki gözümüzün nuru İlber Hocamız gibi cahil yaftası yapıştıracak da değilim. Zira insan dilediği şeyi okumalıdır ve yine insanı bir şey okumamak değil, doğru düşünememek cahil kılar bana sorarsanız. Ama işte tam da bu doğru düşünme bahsine gelmişken, klasikleri okursak ne kazanacağımızı, bu tür eserlerin algımızı doğru yönetme konusunda bize katkılarının ne olduğunu görmeye, insanlık belleğinin ve kolektif düşüncenin temelleri sayabileceğimiz bu eserlerin bize katacağını anlamaya başlarız.

 

O halde farklı bir soruyla devam edelim;

 

Klasik ne değildir?

 

Benim kendimce birkaç yanıtım var.

 

1- Rafta diğerlerine göre daha çok sararmış kitaplar değildir. Bir bağımsız kitapçıya gidip, pekâlâ gıcır gıcır Anna Karenina edinebilirsiniz.

2- Konusunu bilmenizin yeteceğini düşündüğünüz romanlar değillerdir. Yahu adam nasıl da böcek olarak uyanıyor, vallahi enteresan adam şu Kafka, demeniz yetmez, Gregor Samsa’yı böceğe dönüştüren koşulların peşine düşmeniz gerekebilir ki çağın garabetinden kaynaklı ayak seslerini duyasınız.

3- Kimi yayınevlerinin, nasıl olsa her türlü satıyor, diye bastığı, indra’gandi çeviriler klasik değildir. Evet, o kitapların da kapağında Zweig ve Satranç, Tolstoy ve Hacı Murat yazıyor ama siz siz olun klasik alacaksanız çevirmenine ve yayınevine dikkat edin.

4- Aaa, onun filmini seyretmiştim ben, Macit Koper çok güzel oynuyordu, değildir klasik. Mümkünse bir Anayurt Oteli alın ve gerçek Zebercet’i tanıyıp gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının neden geciktiği ve gecikince neler olduğu üzerine kafa yorun, mümkünse dostlarınızla tartışın.

5- Klasik, Instagram alıntısında her halükârda havalı duran roman kapağı değildir. Evet, belki de o paylaştığınız kitap klasiktir ama kapağından ve aforizma alıntılarından ziyade içerdeki üç yüz sayfadır.

 

Daha çok şey yazılabilir. Hatta mümkünse, sizden ricam, aklınıza gelen “klasik ne değildir” cümlelerini sosyal medyadan benimle paylaşın ki fikren çoğalalım. Ama son sözü yine Calvino’ya verelim ve ardından metinlere geçelim. Klasikler, yeniden okunan kitaplardır, diyor yazarımız. Yeniden okunan ve okudukça derinleşen romanlardır.

 

Madem klasik mevzulara bunca daldık. Buyursun, gelsin, kendileri anlatsın dertlerini. Siz de merak eder, Karnaval Derginin takip eden paylaşımlarını izlerseniz, hep birlikte ve tadımlık yorumlarla dünya edebiyatının başyapıtlarının ruhunda dolanalım. Bir sonraki paylaşımda konuğumuz ağır; Dostoyevski ile Suç ve Ceza.