Günün birinde görme yetinizi kaybetseniz ne hissedersiniz? Peki, sizinle birlikte etrafınızdaki diğer insanların da körleştiğini öğrenmek size, elle gelen düğün bayram, hissi mi yaşatır yoksa kişisel sorununuzu derinleştirir mi bu durum?
Portekizli Saramago, aykırı konuların, bilincin malum yollarında ilerlemek yerine sapa patikalara sapan metinlerin, ironi nasıl kullanılır mevzusuna ders niteliğinde romanların yazarıdır. Kabil’i okuyarak dinler tarihinin, Yitik Adanın Güncesi’nde İber yarımadasının kaderinin bilindik hallerinin tersyüz edilmiş halini okur, bastığınız zeminin ayağınızın altından kaymasına güler, güldüğünüze şaşırır, düşüp kaldığınızla eğlenirsiniz. Kaydırak gibidir Saramago romanları, hiçbir şey kontrolünüzde değildir ve bu kıvrak zekâ müthiş hoşunuza gider.
Kült romanı Körlük’te de önce bir kişinin, sonra tüm kentin usulca körleşmesini, beyaza gömülen karanlıklarıyla nasıl baş edeceklerini bilemediklerini, günlük pratiklerinin nasıl da ayaklarının altından kaydığını, insan doğasının vahşetinin nelere kadir olduğunu okuruz. Görmek nedir, körlük nedir, birbirine karışır. Artık hayattaki en büyük başarı hayatta kalmak olabilir ve bunun için insanların görmeden birbirlerine güvenmesi gerekir.
Saramago, tüm romanlarında olduğu gibi Körlük’te de kader, Tanrı, inanç, toplum, güven gibi olguları alaşağı eder fakat buradaki amaç dini veya sosyolojik bir sorgulama değil, insanı güvenli alana çeken bu kavramları bir kenara koyup, insan ruhunun çıplaklığını olabildiğince kör gözlerimize sokmaktır. Kent körleştikçe iyi kötüye, yanlış doğruya, siyah beyaza karışır ve tuhaflıkta, zayıflıkta birbirimize benzemeye başlarız.
Bir akıl hastanesinde tecrit edilmeye başlanan körler içinde, doktor eşinin yanında olabilmek amacıyla kör taklidi yapan kadın, usulca ön plana çıkar ve nafile bir gayretle düzen kurmayı amaçlar. Bir yandan da görece avantajıyla gerektiğinde körlere haddini bildirmektedir. Roman, zihnimizde akıp giden, tecrit edilen kimdir, dehşetin kaynağı nedir, otorite nedir ve benzeri sorularla ilerler.
Klasik metinlerin olağanüstü etkilerinden birisi de sizi alıp başka başka düşünsel duraklara götürmesi, bilinciniz akıp giderken, oraya nasıl geldiğinize şaşmanızdır. Körlük romanını okurken de benim aklıma kör yazarlar, okurlar, öte taraf gibi görünen dünyada neler olup bittiği takıldı. Sahi biz mi körüz şu aşağıda birkaçını anacağım sıradışı isimler mi? Bence tartışılır.
İngiliz Şair Milton, yoğun okumalarının ardından kör olmuş, şiirlerinin büyük kısmını körken kaleme almıştır. Cemil Meriç’i ileri derecede görme kaybı, okumaktan ve yazmaktan son gününe dek alıkoyamamış, lambaya son kerteye kadar yaklaştırdığı kitapların satırlarında büyülenmeyi sürdürmüştür. Borges’in gördüğü cennet, sesini duyabildiği dev kütüphanesidir. Körlük’te burada çok azını andığım imgesel göndermelerden kat be kat fazlası var. Körleşen karakterleriyle birlikte, edebiyatta eşi benzeri olmayan şekilde, okurdaki bir körlüğe daha ışık tutuyor metin. Roman alışılageldik bir kurgudan, şimdi galiba şöyle olacak yargılarından bağımsız şekilde, sıra dışı bir formla, adeta yazarına da sürpriz yapan bir esinle ilerler. Kurgu da körleşmekte, edebi görüş yerini yepyeni bir hissetme biçimine bırakmaktadır.
Körlük aslında, belki de en çok, sahte görmezliklerimizin ve görülmediğimizi sanmamızın romanı. Ardında bıraktığı his ise ağır çünkü biz de körleşen, körleştikçe ruhumuzun garabetini ortaya döken halkanın bir parçasıyız muhtemelen.