İstanbul Türk Musikisi Cemiyeti Başkanı Galip Bey, bu sabah kadıdan gelen mektubu yüzünde memnuniyetsiz bir ifadeyle okuyordu. Korodan kovduğu Hüsrev Bey ile meyhanede tartışmış, Hüsrev Bey de kadıya şikâyette bulunmuştu. Mektupta yazana göre Hüsrev Bey, herkesin içinde kendisini rezil ettiğini söylediği Galip Bey’in ceza almasını istiyordu; ancak yine aynı meyhanede herkesin önünde kendisinden özür dilerse şikâyetini geri çekeceğini bildiriyordu. Uzun boylu, meymenetsiz suratlı, geniş alınlı, gür kaşlı Galip Bey mektubu okuduktan sonra söylenmeye başladı: ‘Ben hakaret falan etmedim kardeşim! Sadece terbiye verdim! Terbiyesizlere ders vermezsek, aksine yüz verirsek, gelir evimizin orta yerine, aha şu halıya sıçarlar!’
Galip Bey bu kadar işinin gücünün arasında mahkemeyle uğraşamayacağı için gidip Hüsrev Bey’den özür dilemeye karar verdi. Meyhaneye giderken yol boyunca düşündü, düşündükçe daha çok sinirlendi: ‘‘Ben bu Hüsrev denilen deyyusun velinimeti sayılırım. Kargadan hallice sesiyle gelip bana koroya girmek istediğini söylediğinde dostluğumuzun hatırına kabul ettim. Neredeyse on yıl oldu o bed sesiyle onu koroda tuttum. Gün geldi prova çıkışlarında yemek ısmarladım, aç karnını doyurdum. Nankör! Kovduysam kendi suçudur. Tutmuş felsefe cemiyetine üye olmuş. Neymiş efendim felsefeye merak sarmış. İyi güzel de kardeşim sen aklıevvel bir zavallısın. Senin aklın felsefeye hiç yeter mi? Felsefe cemiyetinde öğrendiği yarım yamalak bilgileri, tam şarkının en coşkulu yerinde, eğilmiş tenorların kulaklarını fısıldıyor. Yok, Kant şöyle demiş, yok Hegel böyle demiş. Hepsi de ecnebi feylesof. Bizim kendi öz feylesoflarımızı sorsan bilmez. Batı musikisine hayran olanlardan nefret ettiğim gibi Batı felsefesine hayran olanlardan da nefret ederim.’’
Galip Bey Hüsrev Bey’in devlet memurluğuna girdikten sonra değiştiğini düşünüyordu. İki gün önce, korodan Nail Bey’e olup biteni şöyle anlatmıştı: ‘‘Muhterem, bu Hüsrev denilen adamı geçenlerde bizim Niko’nun meyhanesinde gördüm. Oturmuş içiyor nazırlıktan arkadaşlarıyla. Devlete kapağı atınca tabii üstünü başını düzeltmiş. Şık takım elbisesiyle, burnu havada, ellerini sallaya sallaya hararetli bir şeyler anlatıyor. Beni görmedi ya da görmezden geldi. Orasını bilemeyeceğim artık. Çok da kalabalıktı. Oturduğum yerden kulak kabarttım konuştuklarına. Baktım yine felsefe parçalıyor. ‘Konuş bakalım Hüsrev Efendi konuş’ dedim içimden ‘dilin kemiği yok ki anasını satayım!’ Tam o esnada gramofon çalmaya başladı. Bizim eşek oğlu eşeğin duyguları kabardı. Ayağa kalkıp bağırmaya başladı: ‘Medeniyet adına içelim dostlarım! Ben bu memleketin çocuğu, vatansever bir Türkçüyüm! Vatan uğruna canımı veririm! Söylediklerime karşı çıkan varsa çıksın meydana!’ Sonra da masaya bir yumruk indirdi. Dayanamadım kalktım yanına gittim ve kibar bir şekilde ‘Hüsrev Bey, sen cahil bir adamsın! Cahilliğin gitse eşekliğin yine baki kalır. Bilip bilmediğin konularda konuşma. Bir bilen çıkar rezil olursun’ dedim. Benimki onun iyiliği için dostane bir uyarıydı. Söylemediğini bırakmadı. Ben bir dediysem o on söyledi.’’
Galip Bey meyhaneye vardığında içerisinin tıpkı o günkü gibi kalabalık olduğunu gördü. İçeri girer girmez gözleriyle Hüsrev’i aradı. Yine aynı masada aynı arkadaşlarıyla oturmuş içiyordu. Kafasıyla tanıdık birkaç kişiye selam verdi ve Hüsrev Bey’in yanına gitti. Dikkatini çekmek için hafifçe öksürerek, ‘‘iyi akşamlar dilerim Hüsrev Bey kardeşim’’ dedi. Hüsrev Bey yaşını belli etmeyen, sinekkaydı tıraşlı, balık gözlü, koca burunlu bir adamdı. Saçları fırça gibiydi. İnsanın bakınca ayakkabılarını temizleyesi geliyordu.
‘‘Beni affedin’’ dedi Galip Bey lafı fazla uzatmadan ‘‘burada herkesin önünde, size söylediğim sözleri geri alıyorum.’’
Hüsrev Bey ayağa kalktı, hafifçe gerindi, şöyle bir etrafı kesti ve kendine güvenen davudi sesiyle cevap verdi: ‘‘Madem af diliyorsunuz, affediyorum Galip Bey! Buradaki herkes de şahit. Yarın ilk işim gidip şikâyetimi geri çekeceğim.’’
Galip Bey içinde bir sıkıntıyla konuşmaya devam etti: ‘‘Gördüğün gibi hiç gocunmadan özür diledim. Ben senin gibi kin tutan biri değilim. Büyüklük bende kalsın. Erdemli olmak bunu gerektirir. Senin anlayabileceğin bir davranış değil bu!’’
‘‘Galip Bey bu nasıl özür dilemek? Böyle özür dilenmez!’’
‘‘Beyefendiye bakın hele! Özür beğendiremiyoruz. Daha nasıl dileyelim? Diz mi çökelim? Hem mahkemeye veriyor hem özrü beğenmiyor!’’
‘‘Neyse tamam, uzatmayalım, buyurun gelin Jön Türk devrimine içelim. Bugün baykuşun saltanatının bittiği gün! Kutlu bir gün!’’
‘‘İçeriz, elbet… Ancak sen, kardeşim, tam bir eşeksin! Bunu hakaret olarak görme, lütfen! Seni koroya almam için ayaklarıma kapandığın o günleri ne çabuk unuttun? Kalkmış beni, velinimetini şikâyet ediyorsun.’’ Galip Bey konuşmaya kulak kesilmiş akşamcılara dönerek ‘‘Bu yaptığı eşeklik değil de nedir efendiler!’’ diye bağırdı.
‘‘Bakın Galip Bey yine küfür ediyorsunuz bana. Ayıp olmuyor mu?’’
‘‘Küfür değil bunlar, anlamasını bilene öğüttür! On yıl yedirip içirmiş, sana nota öğretmiş velinimetine şükredeceğine mahkemeye veriyorsun, ahmak seni! Efendiler sizler şahitsiniz, özür diledim, bir daha herhangi bir ahmaktan özür dileyecek değilim’’
Hüsrev Bey ‘‘ahmak senin gibisine denir!’’ diyerek Galip Bey’in üzerine doğru yürüdü. Galip Bey üzerine gelen Hüsrev Bey’in suratına bir tokat nakşetti ve ‘‘bana ahmak dersin ha! Ben de seni şikâyet edeceğim! Görürsün sen!’’ diye bağırdı. Meyhanedekiler araya girerek Galip Bey’i dışarı çıkardı ve kavganın büyümesini engellediler.
Bir hafta sonra Galip Bey kadının önündeydi. Hüsrev Bey’e hakaretten yargılanıyordu. Kadının dört yüz akçe para cezası vermesi üzerine Galip Bey yine söylenmeye başladı: ‘‘Hakarete uğrayan da benim ceza alan da ben! Bu nasıl iştir kadı efendi? Devlet memuru olmadığımız için mi bu karar? Ya da bir miktar altını rüşvet vermedik diye mi? Tabii siz de haklısınız. Bu zamanda sadece kadılık maaşıyla geçinmek zor!’’
Galip Bey’e kadıya hakaretten dava açıldı. Bir üst mahkemede görülen bu dava sırasında benzer rüşvet suçlamalarını mahkeme heyetine yöneltince, bu kez yüksek mahkemeye hakaretten hakkında bir dava daha açıldı. Galip Bey karısını, arkadaşlarını, kimseyi dinlemiyordu. Geri adım atmıyordu. Suçsuz olduğuna ve sonunda beraat edeceğine inanıyordu. O gün geldiğinde mahkemelerin içinde bulunduğu yolsuzlukları ortaya çıkardığı için kendisine teşekkür edilecekti. Ve yine o gün geldiğinde Hüsrev denen eşek haksızlığını kabul edip kendisinden özür dileyecekti. O gün gelene kadar belki hapiste yatması gerekecekti ama o gün mutlaka gelecekti. Galip Bey’in canını sıkan şey ise koro çalışmalarının o güne kadar aksayacak olmasıydı.
(Bu öykü Çehov’un ‘Yağmurdan Kaçarken Doluya Tutuldu’ öyküsünün bir yorumudur.)