Distopya ve Ütopya
Haruki Murakami, eserlerinde küreselleşmeye, kapitalizme, yabancılaşmaya, kimliksizleşmeye yer veren bir yazardır. Onun karakterleri kapitalist düzenin baskıcı dayatmalarından kaçıp kendilerine bilinçaltlarında bir dünya yaratırlar. Kapitalist düzenin dayatmalarının olduğu dünya bilimkurgu ile beraber küresel bir türe evrilen distopyayı çağrıştırır. Bilinçaltında ya da bilinçdışında kurdukları dünya ise bir ütopyadır. Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu adlı eserde de bu tarz bir distopya ve ütopya yorumu bulunur. Distopya kısmı Haşlanmış Harikalar Diyarı’dır, ütopya kısmı ise Dünyanın Sonu’dur. Dünyanın Sonu biraz masalsı, biraz Kafkesk unsurlar içerir. Masalsı olmasının temel sebebi tekboynuzların diyarı olmasıdır. Kafkaesk unsurlar ise ‘kapı, kabuk’ kelimelerdir. Bu kelimeler “Kanun Önünde” hikâyesinin ve Dönüşüm’ün işlediği metaforlardır. Distopya kısmını distopya yapan unsurlar şöyle özetlenebilir: Küreselleşeme ile Amerikan pop kültürü topluma yerleşir, bir savaş sonucunda bilgi(enformasyon) değer kazanır, bilgi savaşları baş gösterir, ‘Sistem’ ve ‘Fabrika’ gibi iki kurum oluşur. Sistem, yarı resmi bir kurum olarak devlete çalışır. Fabrika ise Sitem’deki hesapçıların yaptığı karma işlemlerini çözmeye çalışır. Bu işi şifre çözücüler yapar. Bunlar kabaca distopik unsurları ifade eder. Dünyanın Sonu’nu ütopya yapan ise, orada herkesin kötü duygularından arınmış olması, kötülüğün ve iyiliğin olmayışı, insanların sadece kendilerine verilen görevleri yapıyor olmaları sayılabilir.
Kitap daha ilk paragrafında distopik bir atmosferle başlar: “Asansör bir hayli ağır bir hızla yükselmeye devam ediyordu. Yalnız yukarı çıktığını sanmış da olabilirim. Ancak, kesin olarak bilemiyorum. Hızın o kadar yavaş olması yüzünden yön algılamam da yitip gitmişti neredeyse. Hatta, asansör aşağıya iniyor olabileceği gibi, olduğu yerde duruyor da olabilirdi. Fakat, oraya gelene kadarki koşulları düşününce, işime öyle geldiği için asansörün yukarı çıktığı yargısına varmıştım. Yalnızca bir tahmin. On iki kat çıkıp, üç kat inmeyi sürdürerek başladığım yere dönmüş de olabilirim. Bunu da bilemiyorum.” (Murakami , 2011: 9).Bu asansör sahnesinde anlatıcı zamansızlığa, yönsüzlüğe açılır. Yukarı çıkıyormuş hissi veren asansörün bir anda aşağı gidiyormuş hissi vermesi de aslında distopik bir unsurdur. İyiye giden şey kötüye, yukarı ilerleyen şey aşağı geriler. Asansördeyken karma işlemini düşünen anlatıcı “Her neyse. Ben sürekli olarak pantolon cebimde bolca bozuk para bulundurmaya özen gösteririm. Sağ cebime yüz ve beş yüz yen bozuklukları, sol cebime ise ellilik ve onlukları koyarım. Birlik ve beşlikleri de arka cebime koyarım, ama prensip olarak sayıma dahil etmem. İki elimi ceplerime sokarak, sağ elimle yüzlük ve beş yüzlükleri sayar, buna paralel olarak sol elimle ellilik ve onlukları sayarım.” (Murakami 2011: 11-12) diyerek mesleği ile ilgili alıştırma yapar. Hesapçılık mesleği, bilgi savaşları neticesinde oluşan Sitem’in bilgiyi koruma çabası neticesinde oluşur. Bilgi korumak adına bakanlıkvari oluşum bize, Orwell’in 1984’ündeki Bilgi Bakanlığı’nı hatırlatır. Bilgiye yönelen bu tarz bakış açısı distopiktir. Sistemin karşısında Fabrika adında bir örgüt vardır. Bu örgüt bilgi hırsızlığı yapar, yeraltında yaşayan karanlık karaları adlı canlılarla ortak hareket eder. Burada distopyanın bilimkurgu ve fantastik ile birleşimini görürüz.
Asansörden çıkan anlatıcı profesörün yanına gider. Profesör ondan gizli bir çalışma ile alakalı verileri karma işleminden geçirip kendisine şifrelemesini ister. Bilimkurgu ve distopya birbirine karışır. Eve gidip önce karma işlemine başlayan anlatıcı, bilgileri şifreledikten sonra beyin yıkama sürecine başlar. Bu süreç karma işlemi yaptığı bilgileri ve bu bilgilerin şifrelemesini unutmasını sağlar. Sonra bu işlemi üzerine konuşan anlatıcı “Bizim tekniğimiz ne kadar gelişirse, onlar da karşı teknikler geliştirirler. Biz verileri koruruz, onlar verileri çalar. Klasik hırsız-polis oyunudur. Şifreciler illegal yollardan ele geçirdikleri verileri çoğunlukla bilgi karaborsasına aktararak muazzam gelirler elde ederler. Daha kötüsü ise o bilgiler içerisinde en önemli olanlarını kendi ellerinde tutarak, kendi örgütlerinin çıkarları doğrultusunda etkin bir şekilde kullanırlar.” (Murakami,2011: 49) diyerek Fabrika’nın karanlık yüzünü gözler önüne serer. Sonrasında Sistem’in yarı resmi bir kurum olduğundan bahseden anlatıcı, bazen sitemden ayrılanların yer altına inerek Fabrika’ya katılıp şifre çözücülük yaptıklarından bahseder. Böylece iki unsur arasında sürekli bir mücadele yaşanır. Bilgi savaşlarının varlığı aslında küreselliğe işaret eder. Çünkü küresel dünyada bilgiyi elinde bulunduran her zaman kazanır. Bu noktada Sistem gün ışığındaki temiz bilgiyi, Fabrika ise yeraltındaki karanlık bilgiyi ifade eder.
Anlatıcı karma işlemini yaptıktan sonra evine değişik tipler gelir. Bunlar evi dağıtırlar ve zaman bir anda hızlanmaya, Hesapçı’nın hayatı rayından çıkmaya başlar. Bu noktada profesörün torunu ile birlikte bir yolculuğu çıkarlar. Amaçları Dünyanın Sonu gelmeden Profesörü bulmaktır. Böylece tekrar o distopik asansöre binip yer altına inerler ve yer altında karanlık karanlarının yuvalarından geçip profesöre ulaşmak için hazırlığa başlarlar. Bu karanlık karalarının imparatorluk sarayının altında yuvaları vardır. Sarayın altına yuva yapmaları hem saraydan gelebilecek bir tehlikeyi ifade ederken hem de sarın tehlikede olduğunu da düşündürür. Karanlık karalarının tanrısı kocaman bir balıktır. Ona taparlar. Yeraltında soğuk nemli, kasvetli, ıslak yerlerde yaşarlar. Onlara karşı çıkabilmenin tek yolu özel bir ses çıkaran bir cihaz ve ışıktır. Bu yönleriyle yarasalara benzerler. Ama daha fantastik, daha distopik, daha kaotik yaratıklardır. Metroların yer altı kısımlarında kaybolan insanlardan bunlar sorumludur. Hesapçı ile Tombul Kız’ın yolculukları ise bu yaratıkların yuvalarından geçer. Yer üstünde hızlanan zaman, yer altında yavaşlar. Bu da küresel romana ait bir unsurdur. Böyle bir ortamda çeşitli tehlikeler atlatan Hesapçı ve Tombul Kız, profesöre ulaşır. Profesör karanlık karalarından ve fabrikacılardan kaçarak güvenli bir yere gelmiştir. Bu noktada hesapçıya kendisi ve diğer yirmi dört kişi üzerinde yaptığı deneyden bahseder: “Evet. Sen şu an başka bir dünyaya geçiş için hazırlık aşamasındasın. O yüzden senin şu an gördüğün dünya da bu dönüşüme paralel olarak yavaş yavaş değişiyor. Algılama öyle bir şeydir. Algılama yalnız başına dünyayı değiştirmeye yeter. Evet, dünya gerçekten burada durur. Ancak olgusal düzeyde bakıldığında, bu dünya sayısız olasılıktan yalnızca bir tanesidir. Biraz ayrıntıya girecek olursak, adımını sağa ya da sola atman neticesinde de dünya değişiverir. Belleğin değişimine bağlı olarak dünyanın da değişmesi garipsenecek bir durum değil.”(Murakami, 2011: 393).Böylece karakter, iki tane dünyası olduğunu öğrenmiş olur. Haşlanmış Harikalar Diyarı, harikalar diyarı olmaktan çıkar. Amerikan pop kültürüne düşkün, beysbol maçları izlemeyi seven, sandviç yiyip bira içen, dünya edebiyatından değişik yazarları okuyan Hesapçı için artık bu diyar bir kendisinin sonradan fark ettiği bir distopyadır. Profesörün çalışmaları neticesinde kendine ait musmutlu yaşayabileceği bir ütopya yaratmıştır bilinçaltında. Bu dünyada ölüm yoktur ama Haşlanmış Harikalar Diyarı için yolun sonu gelir. “Az önce de söylediğim gibi” dedi profesör. “Huzur dolu bir dünya. Senin yarattığın, senin kendine ait bir dünya. Orada sen kendin olabilirsin. Orada her şey olduğu gibi, aynı zamanda hiçbir şey yok. Öyle bir dünyayı hayal edebilir misin?” (Murakami, 2010: 396). Dünyanın sonu ise tamamen kendisi için yarattığı bir ütopyadır. “Ben gelince, onların vücutları uzun altın sarısı tüylerle kaplanmaya başladı. Saf anlamıyla altın sarısıydı. Başka hiçbir rengin söz konusu olması mümkün değildi. Onların altın sarısı renkleri altın sarısı olarak dünyaya gelmiş, altın sarısı dünyada onlar için var olmuştu. Tüm gökyüzü ve tüm yeryüzü arasında, katıksız altın sarısına boyanmışlardı.’’(Murakami, 2011: 23).Burada onu altın sarısı vücutlara sahip ata benzeyen tek boynuzlu hayvanlar kaşılar. Karakter diğer dünya ile ilgili hiçbir şey bilmemektedir. Kapı bekçisi ona gölgesi ile vedalaşmasını söyler. Böylece daha mutlu olacaktır. Orada ona rüya okuyuculuğu görevi verilir. Bu görevi yapmak için tekboynuzların kafataslarının bulunduğu kütüphaneye gider. Burada çalışan kütüphaneci kızla tanışır. Sonrasında lojmanlarda albayla tanışır. Onun dostluk kurar. Buradaki karakter hayatından memnundur ama kış gelince tekboynuzların ölümlerine acır. Bu onun duygusal kabuğunun göstergesidir. Bu arada bu dünyadan çıkış yoktur. Etraf surlarla çevrilidir. Sadece kuşlar buradan dışarı çıkabilirler. Kütüphaneci kıza âşık olan karakter, ondan da aynı duyguları bekler ama kız gölgesini çoktan bırakmıştır. Bu arada kapı bekçisine yaptığı ziyaretlerde gölgesi, buradan kaçma planından bahseder. Bu esnada Haşlanmış Harikalar Diyarı ile Dünyanın Sonu yavaş yavaş birleşmeye başlar. Haşlanmış Harikalar Diyarı’ndaki unsurlar, Dünyanın Sonu’nda belirir. Buna en güzel örnek müziktir. Müzikten kasıt İngiliz diliyle yapılmış müzikleri ifade eder. Japon bir yazarın İngiliz diliyle yapılmış müzik parçalarını kullanması, küresel bir dil olan İngilizceye duyarlı olduğunu ve dünyadaki herkes tarafından okunmak istendiğini gösterir. Bu manada tekboynuz imgesi de aslında bir imgedir. Bu hayvanlar, İngiltere’nin aslan ile birlikte sembolü olan unicornlardır. Haruki Murakami, tasarladığı ütopyada İngiltere’ye ve İngiliz kültürüne yine bir göndermede bulunur. Kapitalist düzen tarafından ezilen, küreselleşen dünyada silikleşen, yalnızlaşan ve topluma yabancılaşan birey, kaçış için oluşturduğu ütopyasında bile kaçtığı kültürün nüvelerini barındırır. Bu da onun küresel kaygılarının bir tezahürüdür.
Küresellik
“Âlemde pul toplayanlar olduğu gibi, plak koleksiyonu yapanlar da var. Bodrumlarda şarap biriktirenler olduğu gibi, bahçesine tank sıralamaktan hoşlanan zenginler de var. Ben de kafatası topluyorum. Âlemde her türlü insan var işte. Onun için keyifli zaten. Sence de öyle değil mi?” (Murakami ,2011:42). Burada yazar küresel romanın bakış açısı olan liberal demokrat bir tavır sergiler.
Ayrıca Hesapçı’nın Tombul Kız’a karşı bedensel bir önyargı ile yaklaşmayışı bu bakış açısına örnek teşkil eder. Karakter cinsel manada onu çekici bulur.
Yazar olayların hızlandığı son birkaç bölüme kadar Japonya ile alakalı doğru dürüst hiçbir şeyden bahsetmez. Sadece paraları ifade ederken ‘yen’ tabiri kullanılır. (Murakami,2011: 13). Bu da onun küresel romandaki mekanın silikleşmesi kavramını uygulamaya çalıştığını gösterir. Küresel bir romancı olan Murakami için mekân ancak dünyanın sonu geleceği zaman bir anlam kazanır. Yeraltından çıkan hesapçı Tokyoda’ki metro istasyonlarından geçer. Bu vesile biz romanın Japonya’da geçtiğini ancak sonunda anlarız. Yani yaşarken küresel yaşayan, ancak ölünce ulusal olur. Daha da ileri gidersek ulusallaşan ölmeye mahkumdur diyebiliriz.
Karakterin bu noktada İngilizce müzikler dinlemesi ve Hollywood filmlerinden bahsediyor olması, onun küresel bir dil olan İngilizceye tavrını gösterir. Kaldı ki Murakami, çağdaşlarınca İngilizce kelimeleri Japonca kullanmadığı, direk bu dilde eserlerinde geçirdiği için eleştirilir. Onun bu tavrı küresel okura bir göz kırpıştır.
Bu anlamda Hesapçı karakteri, tombul kızla ilk karşılaştığında kız ona ‘durayap’ der, devamında başka bir kelime söyler. O bu kelimenin ‘sela’ kelimesini söylediğini düşünür. Bu kelimenin Türkçe olduğunu sanır. (Murakami, 2011: 22).Bunun yanında “Makinenin bakımını ihmal eden, gelen misafiri asansöre bindirdikten sonra hareket ettirmeyi unutacak ölçüde dikkatsiz birisi, öylesine acayip bir asansör yapmaya kalkar mı acaba? Yanıt elbette “No!” bölümünde yazar ‘No’ kelimesini bilerek kullanır. Küresel okura bir selamdır bu. No kelimesinin anlamını dünyada herkes bilir. Bunun la beraber Hesapçı, Yunanistan’da yaşamak ve bunun için Yunanca öğrenmek ister. Bu da küresel bir unsurdur.
Asansörün içindeyken karakterin aklına Houdini gelir. Houdini’yi Niagara Şelalesi’nden atlar şekilde ya da Kuzey Denizi’nde donmak üzere hayal eder. (Murakami, 2011: 10).Yazarın Japonya’dan bahsetmeyip dünyanın değişik yerlerinden bahsetmesi küresel bir bakış açısıdır.
“Belki de uzun koridorun metaforu olarak Marcel Proust’a gönderme yapmış olabilirdi.” (Murakami, 2011:20). Burada ve birçok yerde yazar, değişik yazarlardan ve kitaplardan bahseder. Bu yazarların ve kitapların hiçbiri Japon edebiyatına ait değildir. Puşkin, Stendhal; Yüzbaşı’nın Kızı, Madam Bovary gibi çeşitler görülür. “Sanki keman ustasının Stradivarius keman koleksiyonu arasında dolaşarak, içlerinden birini eline alıp parmak çekişiyle yapılan pizzicato peşrevini kontrol edermiş gibi bir hali vardı.” (Murakami, 2011: 69) diyen karakter, evrensel bir müzik zevkine sahiptir. “Kafatasını geçici olarak televizyonun üzerine koymaya karar verdim. İç açıcı bir görüntü değildi, ama koyabileceğim başka bir yer de yoktu. Ernest Hemingway olsa, herhalde şöminesinin yukarısına, geyik kafalarının arasında bir yere asardı, ama benim evimde, elbette şömine yoktu. Şömine şöyle dursun ne büfe ne de ayakkabı dolabı vardı. O yüzden, televizyonun üstünden başka, o hangi hayvana ait olduğunu anlayamadığım kafatasını koyabileceğim bir yer yoktu. Kutunun dibinde kalan ambalaj malzemesini de çöp poşetine atınca, kutunun dibinden yine gazete kâğıdına sarılmış, ince-uzun bir şey daha çıktı. Açınca, içindekinin ihtiyarın kafataslarına vurduğu paslanmaz çelik maşanın aynısı olduğunu gördüm. Elime alıp bir süre bakakaldım. Sanki Furtwangler’in Berlin Filarmoni Orkestrası’nı yönetirken kullandığı fildişi şef çubuğu gibi bir ihtişamı vardı.” Bu satırlarda da dünyaya mal olmuş bir yazar olan Ernest Hemingway ile Berlin Filarmoni Orkestrası’ndan bahseden yazar, Amerika ve Almanya’yı birleştirir. Yine William Shakespeare’in bir sözüne yer veren yazar oradan Warlock filmine ve Musa’ya açılır: “Ölümün kendisinden pek korkmazdım aslında. William Shakespeare’in dediği gibi, bu yıl ölürseniz, gelecek yıl ölmezsiniz. Düşünce şekline göre, gerçekten basit bir şey. Fakat öldükten sonra kafatasının rafa konularak maşayla vurulması pek kabullenilebilecek bir şey değil. Öldükten sonra bile içimden bir şeylerin çekilip çıkarılabileceği fikri, beni huzursuz etmeye yetmişti. Yaşamak kesinlikle kolay bir şey değil, ama bu, tamamen kendi inisiyatifimle yaptığım bir şey. İşte o yüzden, ne şekilde olduğu önemli değil. Warlock’taki Henry Fonda nasılsa, öyle. Fakat en azından öldükten sonra rahat bırakılmak isterim. Çok eski zamanlarda, Mısır firavunlarının neden öldükten sonra piramitlerin içinde kapalı kalmak istediklerini, sanırım artık daha iyi anlayabiliyordum.” (Murakami, 2011 69). Bunun yanında eserde, Finlandiya halk masallarına, Noel şarkılarına yer verilir. Bu da onun küresel bir okura yazdığının göstergesidir.
“Adam öyle dedikten sonra, duvardaki düğmeyi çevirip çalışma odasının ışığını açtı. Odanın dip tarafında kalan duvar tavana kadar raflarla kaplıydı ve o raflarda bilinen her tür memelinin kafatasları balık istifi sıralanmıştı. Zürafadan pandaya, hatta fareye varana kadar, aklıma gelebilecek her memelinin başı vardı orada. Sayıları üç, dört yüz kadardı. Elbette, insan kafatası da vardı. Beyaz, zenci, Asyalı ve Kızılderili olmak üzere kadın-erkek birer kafatası yan yana sıralanmıştı.” (Murakami, 2011: 42). Bu çeşitli kafataslarının metinde kullanımı da insana küreselliği çağrıştırır. Bu küresel romanlardaki kozmopolitliği simgeler.
Hesapçı, Sistemi bir Amerikan şirketi olan Bell’e benzeterek yine küresel bir bakış sergiler. (Murakami, 2011: 48).
Hesapçı karakteri sandviç yer, bira içer, kendine votka limon hazırlar, Madam Bovary okurken viski içer. Bunlar onun küresel okura seslenişidir. Bir Japon yemeğini, ismini söylemeden ayrıntısıyla tarif eder. Bu da onun küresel okur tarafından anlaşılma isteğini yansıtır. “Kızı beklerken, basit bir yemek hazırladım. Erik turşusu rendeledim, salata için sirke sosu hazırlayıp, birkaç sardalye ve yerelması kızarttım, soğanlı dana eti haşlaması yaptım. Pek fena olmamıştı. Zamanım artınca, kutu bira içerek zencefil salatası ve susamlı soya fasulyesi hazırladım. Sonra yatağıma uzanarak, Robert Casadesus’un Mozart konçertosunu çaldığı eski plağı dinledim. Mozart’ın müziği eski kayıtlardan dinlendiğinde daha iyi oluyor gibi geliyor bana. Fakat elbette, bu da bir tür sapkınlık olabilir.” (Murakami, 2011: 117). Burada karakterin Japonya’ya özgü yiyecekleri nasıl anlaşılır bir şekilde açıkladığını görürüz. Bunun yanında Casadesus’tan bahsetmesi de küresel bir tercihtir.
“Kural böyle” dedi kız.
“Yazıyla anlatmamak mı?”
“O da kurallardan biri.”
“Hmm” dedim.
“Gerilemeye yol açacak her şey yasak.” (Murakami, 2011: 73). Bu bölüm küresel bir tür olan distopyalara göndermede bulunur. Distopyalar hep bir ilerleme mottosuyla oluşturulan toplum düzeninden, felaket senaryoları çıkarır.
Bunun yanında yazar, no kelimesinde olduğu gibi’ sunroof,deja vu’ kelimelerini asıl dillerindeki şekli ile ve italik kullanmıştır. Böylece yazar hem küresel okura hitap ederken hem de kendi toplumu için yabancılaşma özelinde dikkat çekmeye çalışır.
Bununla birlikte yazar, Rolex, Marlboro, Harpo, Marks, Nıke, Lacoste gibi marka adları vererek adeta ürün yerleştirmesi yapar. Bunun yanında karakter tenis ayakkabıları, polo tişört, golf pantolonu giyer. Küresel bir moda portesi çizmeye çalışılır buralarda. Markası…şeklinde ifadeler romanda sık sık görülür. “Sonra ben kütüphaneden çıkarak Thirty-One Icecream dondurmacısına giderken kız da iç tarafa geçip benim kitabımı almaya gitti. Dondurmayı alıp geldiğimde kız henüz yerine dönmemiş olduğundan, sol elimde dondurmayla bir süre masasının önünde bekledim. Arada sırada, masalarda gazete okuyan ihtiyarlar sanki hayatlarında hiç öyle bir şey görmemişler gibi bir yüzüme, bir de elimdeki dondurmaya bakıyorlardı. Şanslıydım; dondurma öylesine sertti ki, erimeye başlamasına daha zaman vardı. Yalnız, öyle elimde dondurma dururken, sahipsiz bir heykel gibiydim ve bu pek de rahat bir durum değildi.” (Murakami, 2011: 102). Burada dondurma markasının reklamı yapılır sanki,reklam küresel çağın en önemli argümanlarındandır. Burada yazar, karakterin ereksiyon problemine de gönderme yapar. Hem markanın ismi hem de dondurmanın sertliği, karakterin yaşadığı sorunla tezatlık oluşturur. Böylesine uçuk kaçık pasajlar, küresel romanlarda sık sık görülür.
“Masanın üzerinde, kızın okuduğu cep kitabı, uykuya dalmış bir tavşan gibi yüzüstü bırakılmıştı. H. G. Wells’in Zaman Yolcusu’nun ikinci cildiydi. Kütüphanenin kitabı değil de kızın kendi kitabıydı herhalde. Hemen yanında da güzelce açılmış üç kurşunkalem sıralanmıştı. Bir de yedi sekiz kadar ataş vardı. Neden her yerde bu kadar çok ataş olduğuna bir anlam veremiyordum.” (Murakami, 2011: 102).Burada yazar, Wells’in Zaman Yolcusu kitabına gönderme yaparak aslında kendi kitabının türü olan bilimkurgu ve distopyaya dikkat çekmiş olur. Aynı zamanda romandaki zaman kronotoplarının Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu bölümlerindeki işleyiş farklılığının da sinyalini verir. Zaman distopik olan Haşlanmış Harikalar Diyarı’nda bir hızlanıp bir yavaşlar. Asansörde ve yer altında zaman, mekân ile zaman arasındaki ilişkiyi yansıtması açısından önemlidir. Aynı bölümde zaman yer üstünde hızlı geçer. Dünyanın sonu bölümünde ise bir zamansızlık vardır. Bu dururumlar küresel anlatılara özgüdür.
Romandaki hiçbir karakterin ismi yoktur. Bu da onları çok rahat küresel roman kahramanı yapar. Çünkü küresel romanlarda karakterler ya çok kimliklidirler ya da kimliklerinden söz edilemez.
Küresel felaketlere atıfta bulunması açısından şu bölümler önemlidir:
“Biz de bilmiyoruz” dediler. “Bu, bilimi aşan bir sorundur. Los Alamos’ta atom bombasını geliştiren bilim adamlarının karşılaştığı türden bir sorun.” (Murakami, 2011: 148).
“Karma işlemi sisteminin yeni dünyaya açılan bir kapı olduğunu söylemişti. Başlangıçta bilgisayara girilen verileri başka bir şekilde kurgulamak için ikincil bir yöntem olarak geliştirmişti, ama kullanım şekline göre, o sistem dünyayı yeniden kurgulayabilecek bir güce sahip olunmasını sağlayabilir, diyordu. Tam olarak atom fiziğinin, nükleer bombaları doğurması gibi.” (Murakami, 2011: 235). Bu bölümlerde işlenen nükleer felaketin bilançosunu tüm dünya çeker ve bu felaket Haşlanmış Harikalar Diyarı distopyasını kurar.
Son olarak ürün yerleştirme durumuna yine örnek vermesi açısından bir sahneyi verebiliriz:
“Adam önce iki Wild Turkey’i kırıp, sonra Cutty Sark’a geçmiş, ardından üç I. W. Haper’ı halletmiş, iki Jack Daniel’s’ı parçalara ayırdıktan sonra, Four Roses’u tarihe gömmüş, Haig’i patlattıktan sonra yarım düzine Chivas Regal şişesini aynı anda hiçliğe kavuşturmuştu. Çıkan ses müthişti, ama koku sesten de öteydi. Ne de olsa, benim ancak altı ayda içebileceğim kadar viskiyi bir anda un ufak ettiğine göre, yayılan koku feci bir şeydi. Viski kokusu odayı tamamen kaplamıştı.” (Murakami, 2011: 200). Burada görüldüğü üzere yazar, kırılan tüm viski markalarını yazar. Bu da onun küreselliğe bir atfıdır.
SONUÇ:
Küresel romanı kavramını, Goethe’nin 19. yüzyılın ilk yarısında (1827) ortaya attığı dünya edebiyatı kavramının bugünkü dönemde gerçekleşmiş bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir. Bununla, geçen yaklaşık üç yüz yıllık sürecin, yaşamdaki hemen her alanında özgün ve radikal değişiklikler meydana getirdiği gerçeği ortadadır. Sözgelimi insanların o dönemdeki dünya algılayışının sınırları genişlemiş; sanatsal, demografik, ekonomik, teknolojik, kültürel bir sosyal etkileşimin ortaya çıkardığı “melez, çok kimlikli, çokkültürlü toplumlar oluştu hem de enformasyon çağının ürettiği dijital imkânlar, edebiyatlar arasındaki mesafeyi ortadan kaldırdı.” (Demir-Arvas, 2020: 17) Artık, çoğu edebiyatçı, eserlerini oluştururken bu küresel bir dünyayı ve bu çağın gereklerini göz önünde bulundurur. Postmodernizm ve bazı yapısökümcü akımlar, iletişim, çeviri ve yayılım imkânlarının hızlanması, pek çok yazarı küresel algılayışa sahip okura seslenen; baskıcı rejimler, çevresel sorunlar, küresel ısınma, soyu tükenen canlılar, bitmeye yüz tutan kaynaklar gibi sorunlar artık tüm dünyayı ilgilendirir. Çünkü hepimiz, artık tam manasıyla aynı gemideyizdir. Bu durum söz ettiğimiz argümanlar etrafında kurgulanan eserler üretmeye sebebiyet verir. Bu argümanların arkasındaki ana yönelimlerden birinin distopya olduğunu söyleyebiliriz. Aydınlanma Çağı ile gelen pozitivist ve bilimsel düşünce hayatın her alanında insanların yaşantısını kolaylaştırır. Öyle ki insanlık skolastik düşünceyi yıkar, matbaa icat olunur, klasikler çevrilir. Bu durum tam bir ütopyaya doğru gidiştir. Lakin bu gidiş naylon bir algıdan ibarettir. Savaşlar, salgın hastalıklar, ekonomik rekabet, iklimsel sorunlar dünyaya musallat olur. Bu durum da distopya kavramını ortaya çıkarır. Bu manada distopyalar, küreselin tamamını ilgilendiren konuları ele aldıkları için küresel roman yazan yazarları cezp eder. Bu cezbeye kapılan yazarlardan biri de birçok eserinde bilimkurgu ile distopyayı beraber veren Haruki Murakami’dir. Murakami, postmodern Japon edebiyatının en küresel yazarlarından biridir. Eserleri elliden fazla dile çevrilmiştir ve eserlerindeki liberal demokrat tavır, küresel kültüre aşinalık, küresel okuru düşünüş, onu küresel bir yazar yapar. Onun Haşanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu adlı eseri, distopya ve ütopya temasını küresel bağlamda işler.
Murakami, bu eserinde kapitalizmin dayatmalarından bunalan ve kendine bilinçaltında ikinci bir dünya oluşturan bir karakteri anlatır. Bu karakterin hayatı modern sonrası bir distopyanın içindedir. Sistem ve Fabrika arasındaki bilgi savaşının içinde kalmıştır. Bu karakter İngilizce müziğe ve Amerikan filmlerine ilgi duyar, dünyaca tanınmış şairleri ve yazarları okur, ünlü müzisyenleri dinler, beysbol hayranıdır. Karakter viski, votka ve bira gibi küresel içkileri içmeye bayılır; beysbol pantolonu, golf ayakkabısı ve polo yaka tişört giyer. Tavır olarak da liberal demokrat bir tavra sahiptir. Bedensel önyargıları yoktur, herkesin etrafında eşit bir şekilde oturacağı yuvarlak bir masa hayali kurar. Bu manada hiçbir karakterin ismi romanda geçmez, karakterleri kimliksizdir. Murakami bunların yanın da bu eserinde bazı yabancı dillerden aldığı sözcükleri aynen kullanır. Japon yemeklerini isimlerini vermeden tarif eder, küresel felaketlerin insanlığın tümünü İlgilendirdiğinden dem vurur. İşte romanda kullanılan tüm bu unsurlar, bu romanı ve yazarı küresel yapar. Bu kitapta küresel bir tema olan distopya kavramı ve akabinde bir hayal olarak ütopya üzerinde durulur. Böylece kitabın türü olan distopya ile küresel roman arasındaki ilişki ortaya çıkar. Murakami’nin bilginin önemi üzerine yazmış olduğu bu kitap, aslında bilginin distopik bir atmosferde insanların hayatlarını nasıl bir felakete dönüştüreceğinin de altını çizer. Bu kitapta bilginin kurumsallaşması, distopyanın en önemli yazarlarından kabul edilen George Orwell’a bir gönderme olarak okunabilir.
KAYNAKÇA:
Casanova, P. (2010). Dünya Edebiyat Cumhuriyeti (Çev. Saadet Özen ve Filiz Deniztekin), İstanbul: Varlık Yayınları.
Çelik, E. (2015). “Distopik Romanlarda Toplumsal Kurgu”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi. C. 18, S.1, s.57- 79.
Damrosch, D. (2016). Dünya Edebiyatı Nasıl Okunmalı? (Çev. Devrim Çetinkasap), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Demir,F. (2019). Elif Şafak’ın küresel romanı Araf’a tematik bir bakış, 5.El Ruha Sosyal Bilimler Kongresi, (Tunus, 3 – 06 Ekim 2019), C.1, ss.146-161.
Demir,F.-Arvas a.(2020). Küresel Romanda Üstopya Söylemine Bir Örnek: Margaret Atwood’un Antilop ve Flurya Adlı Eseri, International Journal of Languages’ Education and Teaching Volume 8, Issue 3, September 2020, p. 168-186.
Depçi,A.(2019).Haruki Murakami’nin Romanlarında Gölge, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri Ve Edebiyatları Anabilim Dalı Japon Dili Ve Edebiyatı Bilim Dalı Doktora Tezi, Ankara,2019.
Kirsch, A. (2019). Küresel Roman: 21. Yüzyılda Dünyayı Yazmak (Çev. Abdullah Yılmaz), İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları.
Meriç, C. (1998). Kırk ambar (cilt 1), Rümuz-ul edeb, İstanbul: İletişim Yayınları.
Moran,B.(2021).Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış-1,İstanbul:İletişim Yayınları.
Murakami,H.(2011). Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu (Çev:Hüseyin Can Erkin),İstanbul: Doğan Kitap.
Sancaklı,E.(2015). Haruki Murakami’nin Eserlerinde Toplumsal Bellek ve Kimlik, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri Ve Edebiyatları (Japon Dili Ve Edebiyatı) Anabilim Dalı, Ankara,2015.
URL1: ütopya- https://sozluk.gov.tr/