Latife Tekin – Sevgili Arsız Ölüm – Everest
56 Chevrolet

Latife Tekin – Sevgili Arsız Ölüm – Everest

Fuat Sevimay

Darbenin, memleketin üstüne karabasan gibi çöktüğü yıllarda Türk Edebiyatı Latife Tekin’le tanışır ve çok sever. 83’de yayımlanan Sevgili Arsız Ölüm, ölü toprağı serpilmiş edebiyatın üzerinde açan gonca gibidir adeta. Dirmit’in konuşup, halleşip hemhal olduğu goncalardan biri gibi. Sevgili Arsız Ölüm çok sevilir de neden?

 

Attila İlhan’ın demesiyle, Latife Tekin’in kendini, özünü, köyünü, Bünyan’ı anlatmış olmasından mı kaynaklanır bu ilgi? Hani der ya büyük usta, o zamanın toy ama gelecek vaat eden yazarına, “Kendi hayatını çok güzel yazmışsın, hadi bakalım şimdi başkalarının hayatlarını yaz,” diye. Ki sonra bambaşka hayatları bambaşka dillerle de yazar Latife Tekin. Hepsi ayrı güzeldir ama ilk göz ağrısı Sevgili Arsız Ölüm, okurun gözünde hep bir başka yerde durur.

 

80 öncesi Türk edebiyatı, sonradan eleştirilere de sebep olacak şekilde “Köy Romanları”nın hâkimiyeti altındadır. Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Abbas Sayar, daha öncesi Kemal Tahir, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal gibi dev isimlerin kalemleri daha çok köye odaklıdır. Elbette kent de anlatılır ama göç dalgasını yaşayan Türkiye’de edebiyatın, sinemanın dili halen ağırlıklı olarak köy üzerine kuruludur. Sevgili Arsız Ölüm ise, tüm diğer güzellik ve özelliklerinin yanı sıra, hepsinden önce, köyle kent arasındaki bu geçişi yaşatan ve hatta bunu, hikâyesiyle bizzat yaşayan romandır. Alacavük’te tanışırız Dirmit, anası Atiye babası Huvat ve maaileyle sonra, büyük şehre taşınırız onlarla birlikte. Latife Tekin gibi, sizin benim gibi, bu topraklardaki milyonlar gibi. Bir anlamda bu geçişi sağlayan romanlardan birisidir de Sevgili Arsız Ölüm.

 

Bu yönüyle Sevgili Arsız Ölüm, toplumcu gerçekliğin didaktik yapısından bir adım öteye taşımıştır edebiyatı. Göç olgusunu, her ne kadar Latife Tekin sevmese de bu tanımı, büyülü gerçeklikle anlatır kitap. Gerçekle hayal iç içedir ama okurken, maddi dünyada olmayan, olamayacak şeylerin gerçekleşmesini hayretle karşılamaz, hatta köylülerin arkaik korkularını, şaman ayinlerini, dağla tepeyle, çiçekle böcekle konuşmaları olağan karşılarız. Dahası bir yerden sonra, biz de dâhil oluruz o büyünün içine.

 

Latife Tekin’in çocukluğunu geçirdiği Kayseri’nin köylerini bilenler, bugün üzeri koyu bir bağnazlıkla örtülmeye çalışılan o topraklarda, aslında çok derin bir inanç sisteminin kök saldığını, insanın doğayla can cana olduğunu, taş evleri aslan başlarının ve güllerin süslediğini, kadınların nazara karşı otlar yaktığını, el halılarındaki motiflerin dili olduğunu, düş ile gerçek arasında fark olmadığını bilirler. O topraklarda nesneyle özne eştir. Eşyanın ruhu vardır. Tulumbanın dili vardır. Dağın taşın kuşun, senden benden farkı yoktur. Kayseri’de kızdığınız kişinin ciğerine bit düşmesini ister, sevdiğinizin gadasını alırsınız. Oralarda, Huvat’ınşehirden getirdiği otobüs, az zaman geçince köylü olur, uçak komünisttir, kuşkuş otu dert ortağı.

 

Dirmit’in anası Atiye, romanın başat kişilerindendir. Dirmit’e uyguladığı şiddetle, bir yanıyla baskı kültürünün taşıyıcısıdır ama bir yandan da yuvanın direğidir. Masallarla, sanrılarla, cinlerle yaşar Atiye. Kocası Huvat’a göre çok daha sağlam kişiliklidir ve bir anlamda aileyi çekip çevirendir. Öte yandan köyde köylü olamayan Huvat, kentte de kentli olamaz ve sahte bir dine, yeşil kitaplara sarılır. Darbenin toplumun üzerine saldığı kurbanlardan biri olup çıkar. Ailenin kızları, oğulları, gelinleri, Nuğber, Seyit, Halit, Zekiye ve Mahmut ise, savrulmalar yaşayan, birey olamayan, tüm o göç yıllarının mağdurlarının birer örneğidirler aslında. Köyde mitlerin içinde yaşayan aile, şehirde tutunacak dal bulamamaktadır.

 

Latife Tekin, toplumsal göndermelere de yer verir çokça. Ama bunların hiçbiri slogan haline dönmüş süslü sözlerle yapılmaz. Köyün köpeğine Atom adının verilmesi, gelişmişliğin ve köy halkı için ulaşılmazın sembolü olan uçağın “al sana komünist” olması, tüm aile içinde ayağı yere en sağlam basan kişinin, köyde okula giden ilk kız olan Dirmit olması yeterlidir. Söylenecek sözler laf arasında söylenir. Dirmit’in dert ortağının köy şartlarında modern mekanik bir alet olan tulumba olması, şehirdeyse köye özlem ve şehir şartlarında doğal kalabilen yegâne şeyler olan ağaçlar ve otlar olması belki de, hem psikolojik açıdan hem de sosyolojik açıdan başka söze hacet bırakmaz pek.

 

Sevgili Arsız Ölüm’den bahsederken diline değinmeden geçmek olmaz. Romanın büyük kısmı küçük ama büyümekteki ve hayatı tanımaktaki bir kızın gözüyle aktarılır ve tüm bu bölümlerde hiçbir eğretilik yoktur. Ne öykünme küçürek bir dil vardır ne de Dirmit’e bol gelen sözler. Romanın büyük kısmında Kayseri ağzı vardır ve başta Atiye olmak üzere diyalekti görürüz ancak asla karikatürize bir yere kaymaz söz. Dil de büyünün bir parçasıdır ve içinde kaybolup gidersiniz. İroni kıvamındadır. Yeri geldiğinde gülümsersiniz çünkü bu kitapla sanki, biraz gülümsememizi de ister Latife Tekin. Başta bir kız çocuğuna uygulanan şiddet olmak üzere, tüm bireylerin hüzünlerine ve kaybolmalarına rağmen ümitli bir romandır Sevgili Arsız Ölüm.

 

Kitabın, dile dair önemli özelliklerinden biri de köyde geçen ilk bölümle şehirde geçen ikinci bölümün dilinin farklılaşması ama bunun da, romanın diğer temel unsurları gibi okura hissettirilmeden bilinçaltında gerçekleştirilmesidir. Ve edebiyat değerlendirmelerinde ne kadar yer buldu bilmiyorum ama romanın çarpıcı bir niteliğinin de baştan sona di’li geçmiş zamanla yazılmış olmasıdır. Hayır, niyetim sıkıcı dilbilgisi derslerine dönmek değil. Ama sizleri, bir romanın bütünüyle tek zaman diliminde yazılmasının sebebi ne olur acaba? sorusuyla baş başa bırakmak isterim. Neden acaba? Geçmişte bıraktığımız bir şeyler mi var yoksa geleceğe bir türlü ulaşamıyor muyuz? Neden acaba?

 

Hadi bir soru daha. Romanın başında köyü, sokakları, evleri, damları, kişileri, köpeği, eşeği, gülü, goncasıyla bolca hissederiz ama şehre göçülen ikinci kısımda mekânlar soluklaşır. Bir eve sığınılmıştır ve şehrin sokaklarını, binalarını, insanlarını pek görmeyiz. Şehir, arka planda insanları öğüten canavar gibidir. Sesini duyar, korkar, ürker ama yüzleşmeyiz. Neden acaba?

 

Sevgili Arsız Ölüm, şiddet olgusunu, toplumun bireyleri yutma arzusunu kara mizahla bastırıp, acıya duygularımızdan çok aklımızla ulaşmamızı salık veren, bu toprakların kökünde, derinlerde saklı insan sevgisini hatırlatmaya çalışan bir roman. Ve bugün önemini halen koruyor olmasının sebeplerinden birisi de, sancılı bir döneme dair tarafsız tanıklığı. Yüzyıllık Yalnızlık’ın sonunda Marquez bizden, okuduğumuzun bir roman olduğunu unutmamızı ister. Sevgili Arsız Ölüm’de ise Dirmit, duvardaki ıslağın içinden açan karanfili alıp göğsüne iliştirir. İliştirdik, sevgili Latife Tekin. Yıllardır göğsümüzde o karanfil.