Roman Kahramanları’ndan Çağrı
- 06 Eylül 2024
Duras’nın eserlerini, okuyup da yazarın kaleminin tutkusuna, özgürlüğüne hayran olmayan var mıdır acaba?
Androjen bir ruha sahip olduğunu sıklıkla belirten Duras, gerçekten de eserlerinde cinsiyetinin sınırlarında kalmaz, yalnızca kadınsı bir hassasiyetle değil alabildiğine özgür ve gerçek bir yaratıcı tavırla yazar. Yazdığı erotik ilişkiler, tıpkı savaş ve iktidar gibi haz ve çıkar duygusuna dayanır. Bu yüzden Hiroşima Sevgilim’de savaş ve aşkı bir arada anlatır. Homeros’un aktardığı Truva savaşlarının yegâne meselesi değil midir “aşk”? Batı dünyasında aşk üzerine yazılmış en etkili metinlerden biri olan Platon’un Şölen’inde aşk için şöyle denir: En yüce aşk; cinsel çekimle başlıyor olsa da, varlığımızdaki en asil şeyin, yani hakiki erdemin doğmasını sağlar.
Savaş ise sahip olma tutkusuyla başlıyor olsa da varlığımızdaki en güzel değerin, “insanlığımız”ın yıkıma uğratılması eylemidir aslında. Duras’nın Hiroşima Sevgilim de arka planda işlediği savaş, Sevgili ’deki sömürge düzeni, Moderato Cantabile’ deki kapitalizm. Hepsi haz, çıkar ve sahip olma duygusuna dayanır. Bu üç kurgusunda da yazar, bilinçli olarak kadın ve erkek karakterleri arasında büyük farklılıklar yaratır. Ayrılık ve engel ne kadar fazlaysa karakterlerin arasındaki çekim de o kadar fazladır. Irk, yaş, toplumsal sınıf ve medeni durum farklılıkları, yaşadıkları aşkın cazibesini ve derinliğini arttırır. Tüm bu ilişkilerdeki kavuşma yoksunluğu ve engellilik Duras edebiyatıyla yakından ilişkilidir.
Sevgili adlı eserinde on beş buçuk yaşlarında genç bir Fransız kız. İncecik bedeni, çocuk memeli, bembeyaz tenli, erkek şapkalı, lame pabuçlu. Karşısında sömürgeleştirilmiş halkının bütün varlığını elinde tutan Çin kökenli azınlıktan bir erkek. Aralarında büyük bir yaş,ırk ve sınıf farkı var. İkisinin evlenerek kavuşması tıpkı Moderato Candabile’de olduğu gibi imkânsız ve engelli. Söz konusu bu imkânsızlık, Sevgili’de tutkunun ateşli çabasına her defasında yenik düşer. İki eserde de aşk, kaygı ve rahatsızlık yaratır. Gerçekte de neredeyse tüm âşıklar rahatsız ve huzursuz değil midir? Duras’nın roman karakterleri birbirlerine bu denli çekilmelerinin nedenini bir türlü açıklayamaz. Bu onlara göre tuhaf bir şeydir. Aynı dili konuşsalar da birbirlerini gerçekte anlayamayan âşıklar, asla kavuşamayacaklarının bilinciyle büyük bir çatışmanın içine düşerler. Sevgili’de Fransız genç kıza tutkuyla âşık olan Çinli, erkek karakterdir.Çinli’nin yaşadığı romantik bir aşkken, genç kızın yaşadığı daha erotik bir tutkudur. Genç kız, adamın ona olan aşkını, bedeninde onun yarattığı hazzı sevmektedir. Bu nedenle bedenler kavuşsa bile ruhları kavuşamaz. Bedenlerin bu kavuşumu da ebedi değildir.
Sevgili’de ayrıca anneyle kızın sessiz savaşı sezdirilir okura. Genç kız, annesinden ayrı bir varlık olduğunu tam fark ettiği zaman yavaş yavaş kişiliği şekillenmeye başlar. Freud’un ‘süper ego’ adını verdiği içimizdeki ahlak polisi ya da vicdanı, annesi olarak gördüğü için annesinin değerlerini ve ebeveynlik yöntemini sahiplenmez aksine ona var gücüyle karşı çıkar. Bu şekilde farkında olmadan annesinin onu kabahatli bulduğu durumda kendini kabahatli bularak onun değerleriyle bir nevi özdeşleşir.
Freud’a göre bu şekilde kendimizi onayladığımız değerlerle yargılayarak benliğimizle ilişki tarzımızı belirleriz. Marguerite Duras , Askıya Alınmış Tutku adlı söyleşisinde annesini tam da şöyle tanımlar: “Taşkın mizaçlı, çılgın, yalnızca annelerin olmayı bildiği gibi. Bir insanın hayatında sanırım yalnızca anne, karşımıza çıkabilecek en tuhaf, en öngörülemez, en ele geçirilemez varlıktır.Uzun boylu, sert bir kadındı ama sürdürdüğümüz o sefil hayatın tüm yanlarından bizi korumaya hazırdı.”
Duras’nın yarattığı aşklar gibi…Tuhaf, öngörülemez ve ele geçirilemez yine de her zaman korumaya hazır olacak kadar âşık erkek karakterler.
Moderato Candabille’de (Hafif ve ezgili) ise karakterlerin aşklarının boyutu okura tam olarak verilmez. Metni burjuva bir kadınla işçi adamın birbirlerine olan merak ve tutkuları gibi okuruz. Eksiltilmiş, büyülü bir anlatımdır. Romandaki aşk, kısa sohbetler arasındaki söylenmişler, söylenmemişler, yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar arasında büyük bir gizemle kendini gösterir. Bu romanda da ortaya çıkan en belirgin özellik, Duras’nın tutkulu, imkânsız, kavuşamayan aşk temasıdır. Eserde aşkın hakikati göreceliğe, insanlar da kapitalizme teslim edilmiştir. Buradaki kadın karakter, kişiyi zenginleştiren mucizevi aşka bırakamaz kendini. Dolayısıyla son derece yapay bir ortamda kendi benliğini yok etme pahasına duygularını bastırır. Tıpkı Freud’un çalışmalarında değerlendirdiği gibi. Bir yanda bastırılmış olanın apaçık özgürleşme isteği, diğer yanda bastırmaya sebep arayan insanın toplumsal baskı arasındaki ikircikli tavrı. Yalnız bu, bir insan benliğinin yıkımı, adeta ölümüdür. Sanıyorum ki bu sebeple romandaki aşkı ölümle beraber işlemiştir.
Duras, “Askıya Alınmış Tutku” adlı söyleşisinde Sevgili ve Moderato Candabile’deki kadın karakterin kendisi olduğunu açıkça söyler ve şöyle devam eder: “Yabancı şeyler anlatırken bile bizim benimiz, takıntılarımız karışır işe.” Kulağa yazar egoizmi gibi gelse de, bu her yazarın kaçınılmaz yazgısı gibidir.
Hiroşima Sevgilim de ise sevdiği adamın ölüsünün yanında saçları kazınan, bu korkunç acıyla yaşamaya mahkûm edilen genç bir kadın, deliliğin bile yatıştıramadığı acısını Hiroşima’da bir otel odasında Japon bir mühendisle sevişerek bırakır. Çünkü aşk bir sığınaktır. Bazen hatırlamanın bazen de unutmanın sığınağıdır. Irk farkı ve imkânsızlıklar eşlik eder bu eserde aşka. Duras yine kavuşturmaz âşıkları. Moderato Candabile’ de de Hiroşima Sevgilim’de de kadın karakterler erkeğe en değerli varlığını, ruhunu verir.Toplumdaki her türlü savaşa, yıkıma ve çatışmaya rağmen tüm varını yoğunu erkeğine veren kadınlardır Duras’nın kadınları. Hepsinin ortak özelliği tutkulu, ruhu özgür, aşka âşık kadınlar olmalarıdır. Adeta aşktan ölmeye adanmışlardır. Çünkü aşktan ölünmediğini gerçekte bilen kadınlardır onlar.
Hiroşima Sevgilim’deki karakterler sevişirken hayatı, beden ve ruhlarında keşfederler. Duras tüm bu güzelliği estetik bir dille anlatır. Kapitalizmin ve savaşın yıkıcılığını, aşkın birleştirici gücüyle ele alır. Onun eserlerinde sahnede hep aşkın baştan çıkarıcı büyüleyiciliği vardır. Kapitalizm, savaş, sömürge düzeni, esaret Duras’nın kurgularının arka planıdır. Çünkü o aşkın bütün tonlarını yaşamıştır hem de taa çocukluğundan başlayarak.
Gia Dinh’da doğan yazar, çocukluğunu Vietnam’da çeltik tarlalarının, ormanların içinde geçirmiştir. Bundan ötürü bir söyleşisinde, tüm eserlerinde çocukluğundaki o sonsuz derin, karanlık ormandan beslendiğini Stendhal’in : “Çocukluk sonsuzdur”, sözüyle adeta ilan eder
Duras, evinde bir ayna dahi olmadığından, ne kadar ufak tefek olduğunu bile çok sonraları fark ettiğinden bahseder bir yazısında. Duyguyu, derinliği, sisin arasından alıp yazıya taşıyan, cesur bir kalemdir o, temkinli, sakıngan değildir. Aşkın en onulmaz acılara sığınak olduğunu bizzat yaşamış ve aşk için her türlü engeli aşan, yasağı reddeden asi bir ruhtur Duras. Satırlarındaki muazzam ifade yoğunluğu okuru hemen etkisi altına alır. Adeta yazıyla otoritesini ilan eder. Katı dogmalarla yazmaz, alabildiğine özgür ve radikaldir. Yaşamında ve kitaplarında siyasi görüşü ön planda olmasa da Prag Baharına, Küba’nın ilk zamanlarına, Che Guevara’ya ve 1917 Devrimine inanmıştır. Devrimci siyasi görüşüne rağmen onu eserlerinde olsun yaşamında olsun ele geçiren en güçlü duygu her zaman aşk olmuştur.
Onun tutkulu kalemi, aşkın duvarlarını yıkan, savaşı bitiren, tüm sınıf, ırk farklarını ortadan kaldıran esindir: Tıpkı Vietnam Savaşına karşı ortaya çıkan Savaşma seviş’ sloganının söylediği gibi.