Gökhan’ın sadık, duyarlı ve sevgi dolu en iyi arkadaşıydı. Baş döndürücü hızı, çarpıcı güzelliği, etkileyici fiziği ve ipek kadar parlak saçları ile yalnız Gökhan’ın değil, aynı zamanda bütün ilçenin sevgilisi olmuştu Nazlı. Koşarken rüzgârda savrulan yeleleri, ayrı bir güzellik katıyordu o zarif, dik ve asil boynuna. Ataları kadar dayanıklı, neşeli, yetenekli, sağlıklı ve çok sadıktı. Başında ve sol ayağında beyaz nişanesi vardı. Her şeyi çabucak öğreniyor ve insanları çok seviyordu. Ama Gökhan’a olan güçlü bağlılığı dillere destandı.
Gökhan, geçen yıl orta ikiye takdirname ile geçmişti. Seyit Çavuş, “Oğlum sen büyük bir adam olacaksın. Her zaman benim yüzümü ağarttın, gururum ve onurumsun. Artık sana çok sevdiğin ve hep hayalini kurduğun armağanı alacağım.” dediğinde, dünyalar Gökhan’ın olmuştu.
Seyit Çavuş at yetiştiriciliği yapan ve at çiftliği olan varlıklı bir iş insanıydı. Gökhan, bebekliğinden itibaren atlarla büyümüş, at sevgisini babasından ve çiftlikteki atlardan almıştı. En büyük hayali safkan bir Arap atının yavrusunu sahiplenmek ve onu eğiterek büyütmekti. Seyit Çavuş, Bursa’daki Karacabey Harasından henüz 3 aylıkken aldığı bu zor bulunan siyah tayı, karne armağanı olarak Gökhan’a vermişti. Gökhan da tayların en iyisi olan bu yavruya “Nazlı” adını koymuştu.
Gökhan’ın ilk Nazlı’sı aynı sınıfta okudukları kaymakamın kızıydı. Taya da çok sevdiği Nazlı’nın adını verince iki Nazlı’sı olmuştu. İkisini de yürekten seviyordu.
Nazlı karakter olarak çok uysaldı. Gökhan, okuldan arta kalan zamanlarını tamamen onunla geçiriyordu. Tay eğitiminin nasıl yapılacağını hem babasından hem de seyislerden öğrenmişti. Nazlı, Gökhan’ın ses tonuna ve dokunma şiddetine göre uygun tepkiler vermeyi ilk birkaç haftada çabucak öğrenmişti. Verilen komutları hemen alması ve çok zeki olması, aralarında ilginç bir duygusal bağ oluşturmuştu. Gökhan, elinde kesme şeker, elma veya havuçla Nazlı’nın yanına geldiğinde, her ikisinde de mutluluk hemen harekete geçiyordu. Nazlı’nın sinerjisi, negatif enerjiyi kovuyor ve pozitif enerjiyi Gökhan’a yüklüyordu. O andaki mutlulukları görülmeye değerdi. Hele çiftlik dışına çıktıklarında özgürce koşmalarının yarattığı muhteşem duyguyu, sözcüklerle ifade etmek olanaksızdı. Bir gün babasının, “Cennetin rüzgârı atın iki kulağının arasından eser.” sözünün ne anlama geldiğini çok düşünmüş ve Nazlı’ya olan tutkusunun artmasıyla, zamanla ancak çözmüştü.
Çiftlikte Nazlı’nın birinci yaş günü kutlaması yapılacaktı. Artık tay olmaktan çıkmış, alımlı bir kısrak olmuştu. Gökhan babasından, seyis Sadi’den ve çiftliğin veterineri Hayri’den doğum günü partisi için yardım istedi. Nazlı’nın 9 aylık video filmi hazırlandı. Film de Nazlı’nın cinsi, geçmişi, çiftliğe gelişi, Gökhan’la tanışması, eğitim süreçleri, beslenmesi, duygusal diyalogları, gezintileri, veteriner ziyaretleri gibi görüntüler vardı. Bu görüntülerin üzerine kaymakamın kızı Nazlı seslendirme yaptı.
Eğitim alanı, gümüş, mor, turuncu ve metalik renkli balonlarla donatıldı. Beş kiloluk elmalı ve havuçlu doğum günü pastası hazırlandı. Nazlı süslendi. Yeleleri tıpkı bir kız çocuğunun saçları gibi örüldü. Hazırlıklar tamamdı.
Çiftliğin kısrak bölümünün kapısından salına salına Nazlı ve Gökhan göründü. Özenle gelin gibi süslenmişti Nazlı ve üstündeki Gökhan ise beyaz giysiler içinde tıpkı bir prensi andırıyordu.
Birdenbire önce konfetiler, beraberinde havai fişeklerin patlatılmasıyla birlikte Nazlı korktu ve ürktü! Hiç alışık değildi bu tür seslere. Bu sakin ve uysal kısrak huysuzlandı, şaha kalktı. Garip garip kişneyerek, yıldırım hızıyla koşmaya başladı. Gökhan, alıp başını gitmeye çalışan Nazlı’yı sakinleştirmek için boyun bölgesini okşamaya çalıştı, ama başaramadı. Zaten üstünde zor duruyordu. Dizginleri çekmek zorunda kaldı. Birkaç saniye içinde de yere düştü. Nazlı başını geriye çevirip, Gökhan’ın yuvarlanışına baktı. Belli ki çok üzgündü. “Özür dilerim” der gibiydi. Hızını arttırarak koşmaya devam etti. Çitleri aşmak için uçar gibi atladı. Ama arka ayaklarından biri çite takıldı. Boynunun üzerinde takla atarak kayalıkların üzerine sırtüstü düştü! Yeniden kalkıp koşmaya yeltendiyse de bunu yapamadı ve yerden kalkamadı.
Tedavisi günlerce sürdü. Veterinerlik fakültesinin profesör hocaları geldi. Emarlar, filmler çekildi. Ama durum ümitsizdi.
Veteriner Hayri, günlerdir bu durumu Gökhan’a nasıl anlatacağını düşündü. Beli kırılan Nazlı’nın bir daha kalkamayacağını, tedavisinin de mümkün olmadığını ve zehirli iğne ile sonsuza kadar uyutulacağını nasıl söyleyecekti? Konuyu kaymakamın kızı Nazlı’ya açtı. Bu kötü haberi Nazlı verecekti Gökhan’a. Ama nasıl?
Nazlı çiftliğe geldi. Gökhan’ı aldı ve şelalenin yanı başındaki kamelyaya götürdü. Oturdular. Gökhan bir şeyler sezinlemişti. İçindeki korku ve kaygı büyüdükçe büyüyor, yüreği yerinden fırlayacaktı sanki. Nazlı:
Bak Gökhan, insan elbette kaybettiklerini çok özler. Ama kazanmak istediklerini de çok ister. Sen şimdi hayatına anlam katan bir Nazlı’yı kaybettin, ama yaşam boyu hayatına güzellik katacak bir Nazlı’yı da kazandın. Bir Nazlı öldü, bir Nazlı doğdu!
Gökhan bir hoş oldu. Yüreğinin bir yanına dayanılmaz bir sancı vurdu! Diğer yanında masmavi bir ay doğdu.