Rahatlatıcı yalanlar mı yoksa rahatsız edici gerçekler mi?
Rahat-sız

Rahatlatıcı yalanlar mı yoksa rahatsız edici gerçekler mi?

Anıl Çetinel

Bu köşeyi yazmama ilham olan ünlü bir karikatürden söz etmek istiyorum size. Yan yana duran iki bilet gişesi düşünün; birinin üzerinde “rahatlatıcı yalanlar” diğerinde ise “rahatsız edici gerçekler” yazmaktadır.  Hangisinin önündeki kuyruk daha uzun ve kalabalıktır, tahmin edersiniz. Bu karikatür, insanlığın politikadan bilime, kültürden sanata kadar birçok daldaki en büyük problemlerini tek bir karede yakalamayı başarıyor aslında. Konfor alanımızda yaşamayı emek vermeye, basit ama yanlış cevapları ise karmaşık doğrulara yeğliyoruz. Yapıcı bir yıkım için çaba sarfederek yorulmaktan ziyade kaidemizin değdiği yerden ahkam kesmek şüphesiz daha kolay. Rahat-Sız köşesi’nin meselesi de budur; genel geçer kabullerin güvenli limanına sığınmadan, hatırlayarak/hatırlatarak soruşturmak…

 

 

“Hatırlayarak” dedik de…Unutmanın da bir konfor alanı olduğunu kabul edebilir miyiz? Kişisel ve toplumsal bellek arasındaki farkı gözeterek söylersek, insanın kendi hafızasını eğip büktüğünün, anılarını kendine yonttuğunun ve yine kendisi için alternatif bir gerçeklik algısı yarattığının farkındayız değil mi? Kendi kurmacalarımızı yine kendi öz benliğimizi koruyabilmek adına kendi zihnimizde yazıyoruz. Psikolojik bir savunma mekanizması olarak düşünüldüğünde insana dair çok doğal bir süreç, haklı bulmasak bile anlaşılır bir eylem olarak düşünebiliriz bunu. Toplumsal bellek mevzu bahis olduğunda ise insanın unutarak rahatlama gayretine bir de otorite tarafından sistematik hafızasızlaştırma çabası ekleniyor ne yazık ki! Belli ki unutanları yönetmek de yönlendirmek de daha kolay.  Sürekli hatırlayarak acı dünyasında yaşamak, edebiyatı ve sanatı da bu girdaba dahil etmek değil niyetim, emeğin ve mücadelenin öncelendiği bir alan açabilmek bu açıdan önemli ve kıymetli. Sadece keyif alma güdüsüyle kitap okumak, edebiyatın hepimizi iyileştireceği gibi metafizik tabanlı fikirlere saplanmak yerine edebiyatın yarattığı bağlamlar üzerinden gerçekliğin arayışında olmak gerek sanki.

 

Gerçeğin peşine düşenlerin, bir meseleyi derinlemesine düşünenlerin yine bu emek dolu farkındalığın tekinsizliği ile yazılmış eserlerini değerli buluyorum. Zaman üzerimizden geçerken, yüzleşmediğimiz toplumsal travmalarımızı geride bırakmadan kendi üslubuyla bizlere anımsatan yazar ve şairleri de anımsamak gerek. Türk Edebiyatı’nda Abbas Sayar, Ahmet Arif, Ahmet Oktay, Arif Damar, Alper Akçam, Aziz Nesin, Şevket Süreyya Aydemir,

 

 

Vedat Türkali, Enver Gökçe, Fikret Demirağ, Fakir Baykurt, Nihat Behram, Nazım Hkmet, Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal, İsmet Özel, Şükran Kurdakul, Kemal Tahir, Yaşar Kemal ve daha nice ustaya bizleri hakikate yaklaştırmaya gayretlendikleri için teşekkür ederim.

 

İlk sayımız Ocak ayında yayınlanacağı için hakikatle hemhal olmuş usta bir yazar, gazeteci ve fikir adamını -Uğur Mumcu’yu bu köşede anmak istedim.  24 Ocak 1993 tarihinde katledilen Uğur Mumcu için Şair Ali Çınar’ın yaktığı ağıtın mısraları gelsin aklınıza: “Bir keskin kalem, bir kırık gözlük/ Yürekli yiğitlere hatıran olsun.” Otuz yıllık bir özlemle…Uğur’lar olsun.

 

Faili meçhul diyerek üstü kapatılan tüm katliamları hatırlamanın yapıcı rahatsızlığı ile sizlere bir de kitap önerim olacak. Gökçer Tahincioğlu’nun İletişim Yayınları tarafından 2023 yılında basılan “Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm” romanını özellikle gerçeğe ulaşma imkânına sahip olup olmadığımızı irdeleyebilmeniz için tavsiye ediyorum. Üç bölümden oluşan romanın ikinci bölümünün ismi HAKİKAT. Bu bölümde romanın anlatıcısının bizzat yazarın kendisine evrildiğini ve fişleme belgeleri ile görünenin ardındakini cesurca sergilediğine tanık oluyoruz. Yine aynı bölümde çok çarpıcı detay ve bilgilerle sarsılıyor, hatta Sabahattin Ali cinayetini herkesten önce öğrenen kişilerden birinin Aziz Nesin olduğu öğreniyoruz. O dönemin şartları ile konuyu anlamamız için gayretlenen Tahincioğlu, bu bölümde Hrant Dink’ten ve Uğur Mumcu’dan da özellikle bahsederek, faillerin aslında meçhul olmadığını göstermek istiyor bize. Bilmek isteyene, araştırana ve en çok da yüzleşme cesaretine sahip olana gerçeğin kendi meyvelerini sunacağını anlıyoruz. “Kurmaca ile gerçeğin iç içe geçtiği bir yolculuğun hikayesi” yazıyor arka kapağında kitabın, ben de bu ikilinin kâğıdın iki yüzü gibi ayrılmaz olduğunu düşünüyorum. Canımızı da yaksa, teskin edici yalanların gölgesinde yaşamaktan öte görmeyi, bilmeyi, yüzleşmeyi yeğliyorum.

 

Karnaval Dergi’ye ve RAHAT-SIZ köşesine ayırdığınız zaman için teşekkür ederiz.

Madem rahatsızız öyleyse varız!