Sesler ve Boşluklar
Öykü

Sesler ve Boşluklar

Müzeyyen Özden Çelik

“Unutma Lola, hiçbir acı baki değildir. Üflersin geçer.

Bazılarına biraz daha çok üflemen gerekir, hepsi bu.”

-Hoşça Kal Milano, Hoşça kal Aşkım, Özlem Kumrular

“Alışıyorum artık.” dedi. “Unutmuyorum ama alışıyorum.”

 

Bu kelimeler dudaklarından mı döküldü yoksa beyninde mi dolaşıyordu bilemedi. Pencereye doğru yaklaşıp perdeyi usulca çekti. Dışarıyı izlerken nefesiyle buharlaşan camın ardında silik bir görüntü oluşturdu. Buğunun kayboluşunu çocuksu bir bakışla takip etti. Oluşan yeni buğuya ismini yazdı. Görüntünün yavaş yavaş yok oluşunu izledi. Geriye sadece parmak izleri kaldığında nadiren uğrayan hevesi de hayalet gibi camdan geçip geceye karıştı.

 

Evin içinde amaçsızca dolanırken ayakları onu kitaplığa götürdü. Kitapların üzerinde gezinen gözleri daha önce var olmayan o aradaki boşluğu fark edince önce büyüdü, ardından seğirmeye başladı. Masanın yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. Dakikalar ilerledikçe duvar gibi sertleşen sandalyesi onu rahatsız etti. Böyle bir sandalye seçmesinin sebebi yayılıp mayışmasını engellemesi ve yüksek konsantrasyonla yazabilmesini sağlamasıydı. İki elini saçlarının arasında gezdirirken bu odadaki son gününü hatırlamaya çalıştı. Üzerinden tam bir yıl geçmişti. Raftaki o boşluk, her düşüncesinde boşa çıktı. Kitaplarını yazar isimlerine göre dizmek gibi bir takıntısı vardı. Masanın çekmecesindeki liste aklına gelince birden heyecandı. Terlemeye başlayan elleriyle içinde birçok anı biriktirdiği o küçük gözü hiç düşünmeden açtı. Kırmızı dosyadan önce gözüne çarpan ilk şey sarı saçlarla karışmış siyah, lastik bir toka oldu. İçine yakıcı bir his yerleşti. Kırmızı dosyayı içinden çekip çekmeceyi hızlıca geri kapattı. Dosyayı masasının üzerine bırakırken parmak uçlarına kadar titrediğini hissetti. Doktorunun söylediği şekilde nefesini altı kez hızlı hızlı alıp verdi. Yedincisini içinde tutup hızla burnundan geri bıraktı. Bir yıldır kapalı kalan odada tozla karışmış rutubet kokusu işini zorlaştırsa da derin bir nefes daha aldı. Rutubeti baskılayan baharat esanslı tanıdık parfüm kokusu tam o an çevresini sardı. “Kendine gel, bu mümkün değil.” derken kalbinden bedenine yayılan çarpıntıya engel olamadı. Tekrar masanın üzerine odaklandı. Eli, alelacele koyulmuş gibi duran mavi tükenmez kaleme uzandı. Parmaklarının arasında çevirirken dikkati üzerindeki yazıya odaklandı. Daha önce ismini hiç duymadığı firmaya ait kalemde “Lola” yazıyordu. Yerine bıraktı. Bu tarz kalemlerin kalitesini biliyordu ve asla kullanmazdı. Kalemin eve, daha da ötesi kimselerin adımını atmadığı bu çalışma odasına nasıl girmiş olabileceğini düşündü? Ayağa kalktı. El dokuması halıyı bir o tarafa, bir bu tarafa arşınlarken özlemle karışık başka hisler onunla birlikte harekete geçti.

 

Yorgunluk hissiyle odadaki küçük yatağa yöneldi, örtüsünü çekip kaldırdı. Ütülü çarşaftan gelen kokusu bayatlamış yumuşatıcı, havada yükselirken üzerindekileri çıkarıp kendini yatağa bıraktı. Boğulacağını bile bile yeni açtığı sosyal medya hesabına girdi. Birikmiş takip isteklerine aldırmadan paylaşılan videoları izlemeye başladı. Burçlardan bahseden bir videoyla karşılaştı önce. Ekranı yukarı kaydırmaya devam etti. Başka bir video, terk eden sevgiliyi geri kazanma yollarından bahsediyordu. Ünlü olabilmek adına kendisini rezil eden insanların çektiği video vardı sırada. Bir diğerinde ise trafik kazasında eşini kaybeden adam gözyaşları içinde, “Bir suçunun olmadığını, önüne çıkan köpeğin…” Parmakları ekrana kilitlendi. Bakışlarında derin bir boşluk, varlığına bir kez daha yokluk kattı. Ekranı, titreyen elleriyle kapattı. O ara telefonuna yüklemiş olduğu klasik müzik radyosu devreye girdi. Havada Carmen, Act:1 Prelude yankılanmaya başladı.

 

Yazma arzusuyla en küçük ayrıntısına kadar düşünüp dekore ettiği odasında, türlü hislerin verdiği yorgunluk ve zihnindeki bulanıkla ağırlaşan göz kapaklarına teslim oldu.

 

Uykusunun derinliklerine doğru dalmışken güçlü bir sesle uyandı ve panikle yatağından doğruldu. Hava kararmıştı. Bir ışığa ihtiyacı vardı. El yordamıyla telefonunu aradı. Bulunca ekranına dokundu, düğmesine bastı. Açılmadı. Şarjı bitmiş telefonu çarşafın üstüne fırlattı. Kendine güvenle “Kim var orada?” derken dudaklarından ayrılan ürkek sesi havada uyumsuzluk yarattı. Kekeleyerek tekrar sordu, oda sükûtunu korumaya devam etti. Yatağından kalktı. Işığın düğmesini ararken duvardaki soğukluğu hissetti, sonra düğmeye bastı. Odayı endişeyle tarayan gözleri farklı bir şeyle karşılaşmadı. Duyduklarının rüya olduğuna karar verdi. Son bir yılı hiç kolay geçmemişti. Bölük pörçük uykularını düşünürse… Kahve yapmak için mutfağa geçti. Kahve makinesinden yükselen ses eşliğinde ara ara ardına bakmaktan çekinmedi.

 

Günleri yazamamakla geçerken, geceleri seslerle bölünmeye devam etti. Sesleri gün içinde de duymaya başlayınca mahallenin esnafından aldığı aynaları odasının duvarlarına astı. Çalışma masasına oturduğunda aklına bir hafta önce gördüğü kitapların arasında peydah olan boşluk geldi. Hızla yerinden kalktığında tezgâhtan düşen bardakla irkildi. Kitaplığa da ayna almayım, sırtım dönük olsa da ardımı görebilirim, diye düşünürken raftaki boşlukların giderek arttığını fark etti. Kırmızı dosya hâlâ masada duruyordu. Kitap isimlerini işaret parmağı ile takip etti. J.P. Sartre’nin “Varlık ve Hiçlik” kitabının yerinde olmadığını görünce duraksadı. Necati Cumalı’nın “Acı Tütün” kitabı da yoktu. Delirmiş olabileceğini düşündü. Soğuk soğuk terlerken yerinden kalkıp bir bardak su aldı. Tek seferde bitirdiği bardağı masaya bıraktı. Gözleri tekrar listeye kaydı. Adım adım listeyi kontrol etmeye devam ederken Baki’nin “Divan”, “Bir Dinozorun Anıları” kitabının da rafta olmadığını gördü. Odaya geldiği ilk gün tek kitabın olmadığından emindi. Koşarak aynaya gitti. Eliyle yüzüne dokundu, tepkilerini kontrol etti. Bakışlarını inceledi. Görüntüsünde bir değişim yoktu. Psikiyatristin “Yaşama dönme vakti.” sözünü hatırladı. Yüzündeki ifade, kendini acımaktan öteye geçemedi. Geceleri uyku arasında kalkıp kitapları almış olmalıydı. Eğer aldıysa onları nereye koymuştu? Odanın her köşesini didik didik etti ama kitaplar yoktu. Bir yandan korkuyor diğer taraftan da merakına engel olamıyordu. Masasına tekrar oturdu. Listeyi kontrol ederken “Bu Bir Kitap Değil” kitabının da olmadığını gördü. Akşam uyumamaya karar verdi. Saatler geçtikçe içtiği kahvenin yoğunluğu da artıyordu. Gözlerini kitaplıktan hiç ayırmadı. Masadan gelen sesle yerinden zıpladı. Gözleri açık sızdığını anladığında küfrederek yerinden kalktı. Masanın üzerindeki kalem, gelişi güzel sıralayarak not ettiği kitap isimleriyle buluştuğunda hareketsiz kaldı. Kız arkadaşı ile tanıştığı günün sabahında, üniversite hocasının romanından defterine not ettiği o alıntı canlandı gözünde. Dizlerinden aşağı doğru yayılan uyuşma, bir süre yürümesini engelledi.

 

Kalem ve alt alta yazdığı kitap listesinin ilk kelimeleri gözünün önünde parlamaya başladı.  Lola, Varlık ve Hiçlik, Bir Dinozorun Anıları, Acı Tütün, Baki’nin Divan’ı, Bu Bir Kitap Değil.

 

Seslerin kaynağı boşlukları doldurduğunda bir yıl önce kaybettiği sevdiği kadının varlığını ilk kez yanında hissetti. Ve kendine bir kez daha yenik düştü.