Şifadır Şiir, Şifadır Edebiyat!
Engin’le Sözden Öze

Şifadır Şiir, Şifadır Edebiyat!

Engin Kükrer

Engin Kükrer: Öncelikle Karnaval Dergi- Engin’le Sözden Öze köşesine konuk olduğunuz için teşekkür ederim Ferziye Hanım. Okuyucularımıza sizi biraz tanıtmak istiyorum. Ferziye Küçük kimdir?  Neler yaptı ve yapıyor? Hayatın hangi taşlı yollarından geçti? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

 

Ferziye Küçük: Güzel soru… Buraya gerçekten taşlı yollardan geldim. 1958 yılında Kayseri Hacılar’da, Erciyes’in dibinde, taşlı bir tepede doğdum. Ama ben o taşları, tepeleri sevdim. Çünkü insanın o tepeleri aşabilmesi için bir anlamda da onları sevmesi gerekiyor. Ben, şu andaki beni bulabilmek için o taşlı yolları teptim. Tekrar hayata başlasam bu yine böyle olurdu.

 

Çocukluğum Hacılar’da geçti. Orada okula başlamadan önce halı dokudum. Çünkü Hacılar’da herkes halı dokurdu. Halı bana sabrı öğretmiş. Hiç severek dokumadım ama hâlâ evimde var.

 

Okulla tanışmam ise şöyle oldu: İlkokula başladığımda öğretmen yoklama yaparken tek tek herkesin ismini söyledi, bir ben kaldım.

 

Sonra bana “Adın ne?” diye sordu. Ben de “Zarife Sağlamtaş” dedim,

 

“Hayır,” dedi “burada Ferziye Sağlamtaş yazıyor.”  Şaşırdım, çünkü ilk kez duyuyordum bu ismi. Beni okula babam getirmişti ve ilk gün diye dışarıda bekliyordu. Teneffüste koşarak babama gidip sorduğumda o da ablasının Zarife isimli bir kızı olduğunu ve çok genç yaşta vurularak öldürüldüğünü söyledi. Onun adını yaşatmak için ablasının böyle bir talebi olunca kıyamayıp “Tamam Zarife olsun.” dediğini ancak nüfus memurluğuna gittiğinde de “Adını aldığına çeker.” diyerek adımı Ferziye diye yazdırdığını anlattı. Sonra “Ama evde Zarife demeye devam edelim, halan üzülmesin olur mu?” diye de ekledi. Gerçek ismimi bile ilkokula başladığımda öğrendim anlayacağınız. Ama hiç kimseden ve hiçbir şeyden şikâyetim yok, dedim ya şu andaki beni bulabilmek için ben o taşlı yolları teptim.

 

 Ailenizin ısrarıyla 15 yaşındayken evlendirilip istemeden de olsa tahsil hayatınıza ara vermek zorunda kaldınız. Evlendikten tam 20 yıl sonra tahsil hayatınıza yeniden ilkokuldan başlayarak yüksek lisansı bitirmeyi başardınız. Bize eğitim serüveninizi anlatabilir misiniz?

 

Elbette anlatırım. Okuyamamak bana hep yarımlık duygusu verdi. Bir şeylere doyamamışlığın acısıyla dolandım hep. Ama evliydim artık ve üç çocuğum olmuştu. Onların eğitimiyle ilgilenmem gerekiyordu. Hatta o zamanlar diyordum ki onlar okusun, onlarla beraber ben de ders kitaplarını okuyup tatmin olurum. Eşim “Sen benim için iki üniversite mezunusun.” dese de kendim için bir şeyler yapmalıydım ki çocuklarım da kendileri olabilsinler. Onun için bir şekilde başlamam gerekiyor diye düşündüm. Eşimi ikna etme sürecim biraz uzun sürdü: 20 yıl kadar…

 

Ortaokuldan başladım. O zamanlar üç yılın dersleri bir yılda verilebiliyordu. Ben de o açlıkla bir yılda hepsini verdim. 1996’da liseye başlamıştım. Liseye ikiye başladığım yıl, trafik kazasıyla aramızdan ayrılan doktor kardeşim Mahmut’un bir arkadaşı Kayseri Doğumevinde çalışmaya başladı. Ben de rahmetli kardeşim Mahmut’u konuşuruz diye onunla görüşmek istedim. Ziyaretine gittim. Sonrasında iyi anlaştık ve görüşmeye başladık. Kendisi bir gün lise kitaplarımı görünce bana ne yaptığımı sordu. Ben de “Önce okuyup sonra çalışmak istiyorum ama liseyi bitirmeden kime, hangi işe başvurayım.” dediğimde “Siz bana başvurmadınız ben size başvuruyorum.” dedi.  “Benim buranın sosyolojisini bilen birine ihtiyacım var.  Sizin de işe ihtiyacınız var, öyleyse birlikte çalışalım. Ben size iş teklif ediyorum” dediğinde eşimle göz göze geldik.

 

O günden sonra orada başladım çalışmaya. Bir taraftan da okula devam ettim. Sonra lise bitti. Aslında ben hukuk istiyordum. O yıllarda Ankara Üniversitesinde Hukuk Fakültesinde ekstern hukuk vardı. Orada okuyan bir arkadaşım hocalarla görüşmüş. Bana “Seni havada kaparlar.” dedi. Çünkü iyi bir puan almıştım üniversite giriş sınavında. Hatta liseyi aynı yıl bitirip üniversite sınavına birlikte girdiğim kızımla aramızda sadece 1,5 puan fark vardı. Ancak o yıl Ankara Üniversitesinde ekstern hukuk kalktı.

 

Daha önce de eşime örgün eğitim olmayacak, uzaktan eğitim okuyacağım diye söz verdiğim için mevcut seçeneklerde puan olarak en üste duran Açık Öğretimin İktisat Bölümünü tercih ettim. Severek de okudum ve dört senede bitirdim. Yüksek lisansa devam etmek istedim. Doktorasını bitiren büyük kızımın da teşvikiyle Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümünde Yüksek Lisansımı tamamladım.

 

 Muhafazakâr bir çevreden geliyorsunuz. Sadece kendiniz için değil, çocuklarınızın okuması için de büyük emekler verdiğinizi biliyoruz. Özellikle iki kızınızın kariyerinde sizin ısrarlı tutumunuzun büyük payı var. Bu mücadelenizden ve çocuklarınızdan bize biraz bahseder misiniz?

 

İki kızım var, oğlum daha küçükleri onların. Kızların eğitiminin önemli olduğunu kendimden biliyorum. Çünkü eğitim olmadan hiçbir şey olmuyor. En önemlisi eğitimin yarımlığını hissettiğimden içimde hep sızı oldu. Bu sızıyı kızlarım da hissetsin istemedim. Özetle dedim ki çektiğim zorlukları çekmesinler ve yaşayamadığım güzellikleri yaşasınlar.

 

Bu yüzden onlara “Tabii ki hayat sizin istediğiniz gibi yapın. Ama ilk başta kendi hayatınızı kazanacak kadar bir mesleğiniz olsun, ayağınız yere bassın ki sevdiğiniz işi ve eşi seçme hakkınız olsun.” diye tavsiyede bulundum. Onlar çok çalışkan ve iyi çocuklar… Ben sadece bir nevi sosyal sorumluluğumu yerine getirdim. Çocuklarım da bunun karşılığını çok iyi verdiler. Karşılıklı destekle devam ettik. Onlar da beni büyüttüler bir anlamda.

 

Büyük kızım Ayşe akademisyen, küçük kızım Alev Rus Dili ve Edebiyatı mezunu, aynı bölümde yüksek lisans yaptı, sürekli yeni diller öğreniyor ve uluslararası bir şirkette çalışıyor. Oğlum Ali İhsan ise spor akademisinde lisans ve yüksek lisans yaptı, şimdi ulusal bir kurumda birim yöneticiliğinin yanında milli basketbol antrenörü olarak görev yapıyor.

 

Yüksek lisans eğitiminden sonra kızınız Yrd. Doç. Dr. Ayşe Küçük Yılmaz’ın ile birlikte Annemin Krizleri & Kızımın Riskleri adı bir kitap yazdınız. Bu kitabın ortaya çıkış, yazılma ve yayımlanma hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?

 

Evet, kızımla birlikte bir şeyler yazmak istiyorduk. Ben doğduğum yerdeki muhafazakâr kesimin ve ev kadınının psikolojisinden yola çıkarak bireysel kriz yönetimini yazmak istiyordum. Hatta bunun için günlük dahi tutuyordum. Halkla ilişkilerde çalışırken baktım ki kalp krizi gibi kriz de bir kurumun kalbinden çıkıyor. Tümden gelirsem, hani bir kurumu anlatırsam da bu amacıma ulaşacağımın farkına vardım.

 

Kızım sivil havacılık uçak gövde bölümü mezunu. O da işi ve eğitimi gereği her zaman risk yönetiminin çeşitli kollarını inceliyordu. O riskleri ben de krizleri nasıl yönetiriz diye karşılıklı konuşurken birlikte kitap yazma fikri ortaya çıktı. İsim olarak da “Annemin Krizleri, Kızımın Riskleri” adı hoşumuza gitti. Kayseri Ticaret Odası da kitabı bastı. Bu bize öyle güç verdi ki daha sonra süreç yönetimini anlatan bir kitabın içinde ‘Krizde İtibar; Risk Yönetiminde Mantıksal Çerçeve Temelli Sürdürülebilirlik’ konu başlığıyla bir chapter de kaleme aldık.

 

Sizi yakından tanıyanlar kitap okuma aşkınızı çok iyi bilir. Bu aşk nasıl başladı?

 

Yaklaşık beş yaşında okuma serüvenim başladı. İlkokula başladığımın herhalde üçüncü ayıydı. Üçüncü ayın sonunda hecelemeye başladığımda inanılmaz bir lezzetti benim için okumak. İlkokulda bir gün öğretmen hazır olduğumuzu düşündüğünde “Hadi herkes sırayla üç satır okusun!” dedi. Sıra bana gelecek diye sabırsızlıkla bekledim ve okumaya başladığımda öyle heyecanlanmışım ki öğretmen Ferziye yanındaki arkadaşına ver diyormuş duymuyormuşum, bütün sayfayı bir solukta okumuşum. O günden beri de işte okumaya devam ettim.

  

Peki en çok kimleri ve neleri okur Ferziye Küçük? Bize kitap okuma rutininizden biraz bahsedebilir misiniz? Tabii sizi ne zaman okuduğunuzu değil ne zaman okumadığınızı sormak gerekir.

 

Evet haklısın, okumak benim vazgeçilmezim. Bir şeye üzülürsem okurum, sevinirsem de okurum.  Bir sorunu çözmem gerekiyorsa rahatlamak için olurum.  Sevdiğim yazar yeni bir şey yazmışsa hemen kitabı temin edip okurum. Gerekçelerim öyle çok ki okumak için.

 

Her gün tek kitapla otururum masaya. Ama orada gördüğüm bir cümle ya da sözcük beni psikoloji, sosyoloji,  felsefe ya da şiir kitaplarına götürür. Akşama doğru masam her renk ve türden kitaplarla zenginleşmiş olur. Her türden kitabı seviyorum.

 

Şehir, Ayışığı, Elizedebiyat, Akatalpa, Yelkensiz, ETOS Dergi başta olmak üzere pek çok dergide şiir, öykü ve yazılarınız yayımlanıyor. Bu konuda özellikle Şair Ferziye bir adım öne çıkıyor. Bize yazın dünyanızı anlatabilir misiniz? Neler yazıyor, ne zaman yazıyor ve niçin yazıyor Ferziye Küçük?

 

Niçin yazıyorum: Tamamen gereksinimden… Yazmak benim için tıpkı su içmek ya da bir dostla muhabbet etmek gibi… Gerek duyduğumda yazıyorum. Bu da şöyle oluyor: Gün bitiminde neyi yapıp yapamadığımı kaleme alıyorum. Her gün mutlaka bir satır yazarım ama birkaç sayfa yazdığım da olur. Çünkü günlük tutan biriyim. Günlük, nasıl denir bir tiryakilik benim için. Bu sayede kendi sağlamamı da yapıyorum. Günlüğe yazdığım satırlar okuduğum kitaplar olabileceği gibi yeni tanıştığım insanlar da olabiliyor. Ya da ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmeleri de kaleme alıyorum. Bu da yerine zamanına göre çoğunlukla şiir, bazen öykü, onun biraz daha süzülmüşü deneme olabiliyor.

 

Peki biraz da günlük hayatınızdan bahsedelim. Ferziye KÜÇÜK’ün yirmi dört saati nasıl geçer? Gündelik hayatta nelerle meşgulsünüz?

 

Sabah uyanınca ilk iş gazetemi açıp okurum. Kesinlikle herkesle paylaşacağım bir köşem vardır. Orada dikkatimi çeken, bana çok ilginç gelen yazıları internet hesaplarımda mutlaka paylaşırım. Sonrasında kahvemi alıp okuyacağım kitapların başına giderim ya da o gün torunlarıma gitmem gerekiyorsa hazırlanırım.  İkiz torunlarım var ve insana verilen emeğin en az okumak kadar tiryakilik yaptığını söyleyebilirim. Onların büyüdüğünü görmek bana kendi olgunlaştığımı görmekle eş değer bir keyif veriyor.

 

Okumalarımı aksatmamaya çalışırım. Bunun yanında dostlarımla buluşmak, bir kitap kulübümüz var ona gitmek, oradaki arkadaşlarla fikir alışverişi yapmak sevdiğim etkinlikler arasındadır. Bunun dışında şehrimizdeki yazar söyleşilerini kaçırmamaya çalışıyorum.

 

Ayrıca yazmayı sevdiğim kadar hamur yoğurmayı da seviyorum. Çocuklarımı ve arkadaşlarıma yemek yapmayı seviyorum. Yerine göre Kayseri mantısı ya da yağlaması hatta baklava yapabiliyorum. Ama günün açılışını da kapanışını da kitap okumayla yaptığımı söyleyebilirim.

 

 Başarılarla dolu öykünüzü dinlemek eminim ki birçok kadına gelecek adına bir umut ışığı olacaktır. Bundan sonrası için hedeflerinizi ve projelerinizi dinleyebilir miyiz?

 

Öncelikle daha çok okuyup daha çok yazmaya devam edeceğim. Eğer bir gün inanırsam yazacaklarımın benzeri olmadığını ve herkese yarar sağlayacağını mutlaka yayımlanmasını isterim. Çünkü her gün “Bir cümle daha iyi anlaşılır ve kısa nasıl olur?” bunun sınavını veriyorum ve tüm insanların “Ah bu cümle ne güzel oldu, bana ne iyi geldi!” diyeceği bir şey yazabildiğimde onu kitap olarak ortaya koyabilmeyi çok arzuluyorum. Fakat neler olacağını zaman usta gösterecek.

 

Pek çok insana ilham veren, zorlu bir yaşam öykünüzün olduğunu görüyoruz. Son olarak okurlarımıza neler söylemek istersiniz?

 

Bilgi insanların sızısına en iyi gelecek şifadır diye düşünüyorum. Günlük hayatta sık sık da “Şifadır şiir!” derim. Edebiyat da şifa elbette. Bunların şifasının dozunu ayarlayabilmek için bilgiye ihtiyacımız var. Bilgilendikçe kendimiz oluyoruz. Kendimiz oldukça da hayatımız güzelleşiyor.

 

Ülkesini seven biriyim. Bana göre ülkeyi sevmek; çalışarak, iyi çocuklar yetiştirerek, okuyarak, yazarak ve üreterek oluyor. Bunun da yolu eğitimden geçiyor. Her şeye rağmen hayata, bilgiye sarılıp birbirimize ve hayata tutunmasını bilmeliyiz.

 

Son olarak ilginiz için size ve Karnaval Dergi ailesine teşekkür ediyor ve “Şifadır şiir, şifadır edebiyat!” diyorum.