İki hafta önce dünya klasiklerinin kıyısında dolanmıştık. Bu makalede ise seyri-seferimiz bizim karasularımızda, Türkçenin ve coğrafyamızın enfes kokusuyla harmanlanmış klasiklerimizde. Yazarlarımızın ve eserlerinin kıyısında dolanmadan önce değinmek istediğim bir mesele var.
Hani şu, ölmeden önce okunması gereken 100 roman, İngilizce yazılmış en iyi 50, tatilde okunacak 30 kitap falan gibi listeler vardır ya, ben o listelerden pek hazzetmem. Tamam, belli bir fikir verirler ama sentetik bir yanı da vardır listelerin. Çünkü çoğunun ticari kaygılarla hazırlandığına inanır, birazının da kültür emperyalizminin uzantısı olduğunu düşünürüm. Peki, o listelerde kötü kitaplar mı var? Asla. Çoğu çok değerli metinler ama neye göre kime göre. İşte zurnanın zırt dediği yer de burası. Ben de dünya klasikleri, Türk klasikleri ve gelecek hafta ele alacağım çağdaş klasikler için dörder kitap seçtim. Kime göre olduğu belli, hepsi benim kişisel seçimim. Neye göre olduğunun da kendimce izahı var. Mesela mutlaka bir kadın yazardan bahsetmek istedim.
Kanon oluşturmasa da bir silsileyi oluşturan metinleri ele aldım. Çok sevdiğim yazarlar kadar görece az sevdiklerimi de kattım çünkü değerliler. Peki, ama yine de bu seçim için “en iyi” sıfatını kullanabilir miyiz? Kesinlikle evet, kesinlikle hayır. Evet, çünkü çok değerli isimler bunlar. Hayır, çünkü bir o kadar değerli bir dolu başka isim var. İşte bu nedenle şu “En iyi bilmem kaç …” listelerine itibar etmeyip kendi listelerinizi oluşturmaya, kendi yazarlarınızı seçmeye bakın. Ve şimdi sularında gezineceğimiz yazarlar hakkındaki satırları da lütfen, sadece fikir versin diye okuyunuz.
Pekâlâ bundan sonra kimler var listede? Toplumcu gerçekçiliğin şahikası, sözünü ovadan dağlara, oradan uçsuz bucaksız denize uçuran Yaşar Kemal, modern muhafazakâr, mihenk taşı Ahmet Hamdi Tanpınar, ezberbozan post-modern Oğuz Atay ve romanımızı köyden kente göçüren Latife Tekin konuklarımız.
Bu dörtlünün arasına Orhan Kemal, Leyla Erbil, Sait Faik, Kemal Tahir veya Adalet Ağaoğlu giremez miydi? Sevgi Soysal, Yusuf Atılgan, İhsan Oktay Anar ya da Hasan Ali Toptaş, bu dört isme kıyasla daha az mı romancıdır? Kuşkusuz hepsi harikadır ve hepsi anılmayı hak ederdi ve hatta nice başka isim de yer bulmalıydı. Ama dediğim gibi, yerimiz kısıtlı, kuşlar uçuyor.
Romanlara geçmeden kısaca değinmek istediğim bir konu daha var. Hani tarih derslerinde kafamıza işlenen, matbaa bize geç geldi, işte o yüzden …, meselesi vardır ya (ki bu da tartışılır zira Müteferrika’dan önce İstanbul’da matbaa vardı), benzer bir durumu roman için de dile getirebiliriz. Decameron’u Don Kişot’u bir yana bırakalım, batıda ve Rusya’da 19.yy. klasikleri yazılırken, bizim yazarlarımız yeni yeni roman alıştırmaları yapıyordu. Derinliği olan metinler için yirminci yüzyılın başını beklememiz gerekecekti. Tercüme edebiyat ile tanışmamız da geçti. Ama ilginç memleketiz vesselam. Hem romanla hem tercümeyle geç buluşmamıza rağmen çok hızlı yol aldık ve 1950’lerden itibaren dünya çapında romanlar yazıldı Türkçede.
Bu kadar lafı şu nedenle ettim; hani yazının başında listelerden bahsetmiştik ya, Anglosakson dünya tarafından üretilen ve içinde Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün, Tutunamayanlar’ın, hatta sadece Türkçeden değil, Yunancadan, Arapçadan, Hintçeden, Macarcadan romanların bulunmadığı listelere bir tarafınızla gülünüz. Çünkü Dünya Edebiyatı dünyaya aittir ve dünya edebiyatını kapsamalıdır. Edebiyat, New York Times, Guardian yahut Kentucky Postası editörlerinin “Best-seller, fantastik, brilliant” gibi basmakalıp, çiğnenmiş sakız ifadelerinden, Kültür Emperyalizminin hizmetindeki kimi akademisyenlerin dayatmasından ibaret değildir.
Konumuz bu değil ama mademki adını andık, hoşgörünüze sığınarak bir cümle de çeviriyle ilgili etmek istiyorum. 80 milyon nüfuslu Türkiye’de yılda 10 binin üstünde kurgu metin çevriliyor. Öte yanda 400 milyon nüfuslu Amerika’da bu rakam binin altında. İngiltere’de de durum aynı oranda vahim. Yani, sırf bu veri üzerinden dahi çeviri konusunda, bu konudaki yeterliliğimize dair, Türkçenin derinliği ile ilgili laf edecek birisine deli muamelesi yapabilirsiniz. Bize kültür emperyalizmi eliyle dayatılan kimi saçma algıları kırma vaktidir.
Neyse, bu konularda azıcık kızgınım.
Biz güzelliklerimize geçelim.