Hani bir sürü çok sevdiğimiz ve beğendiğimiz futbolcu vardır ama bir de Hagi ya da Messi vardır ya, beyaz perdede görüp âşık olduğumuz bir dolu artist bir yana, Sophia Loren bir yanadır ya, yahut tüm diğer albenili isimlere saygı duymakla birlikte Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ı apayrı bir yere koyarız hani, edebiyatımız söz konusu olduğunda o zirveye herkesin fikir birliğiyle yakıştıracağı isim de kuşkusuz Yaşar Kemal’dir.
Öyledir çünkü çok büyük yazarlığının yanı sıra Anadolu ile yoğrulmuş, çok büyük bir insandır Yaşar Kemal. Ve Yaşar Kemal romanlarının içinde, hatta tüm Türk edebiyatı ele alındığında, İnce Memed’in yeri bir başkadır. Bunun neden böyle olduğunu anladığımızda, geniş anlamda edebiyatın, dar anlamda klasiklerin neden önemli olduğu da bir nebze ortaya çıkar.
Büyük edebiyat kuramcıları herhangi bir eseri değerlendirirken, kurguya, karakter ve mekân tahliline, dile ve daha bir dolu şeye de bakarlar. Ama hepsinin üstüne koydukları bir kriter vardır. Ele alınan eserin toplum üzerindeki toplam etkisi.
Toplam etki derken satış rakamı, popülerlik, sinemaya uyarlanma gibi sulu zırtlak kapitalist kavramlardan bahsetmiyorum. Metnin okunma, tartışılma, toplumda bütünsel algı oluşturma ve benzeri unsurlardır toplam etkiyi oluşturan. Ve bu yönüyle ele alındığında bizi İnce Memed kadar etkileyen başka roman henüz yazılmamıştır.
Aslında İnce Memed’in kurgusunda çok da sıradışı, sarsıcı bir yapıya rastlamayız. “Şövalye Romanı” diye tanımlanan ve yüzlerce benzeri yazılmış bir kalıpla ele alınmıştır Çukurova’da geçen olay. Bu roman türünün genel izleğinde, topluma zulmeden bir yapı vardır, zulüm görenlerin içinde bir kişi daha da ağır dert çeker, bu kişinin isyanına kıvılcım olacak bir olay yaşanır ve ardından bu isyan duygusu, kahramanımızın başından geçenler sayesinde ve onun etkisiyle toplumun geneline yayılır.
Yaşar Kemal’in romanında da İnce Memed, Çukurova eteklerindeki köyünde, Abdi Ağa’nın (isimdeki Amerika göndermesine dikkatinizi çekerim) zulmüyle, Dikenlidüzdeki Çakırdikeni tarlasında, ayakları kan revan içinde kalana kadar ırgatlık eder. Dayanacak gücü kalmadığında her şeyi göze alıp komşu köye kaçar ve oraya sığınır. Sonra mecburen dağdaki eşkıyalara katılır ama onların gaddarlığına da tahammül edemeyerek birkaç dürüst adamla birlikte kendi yolunu çizerek, Abdi Ağa’nın ve zulmünün başına bela olur.
O halde İnce Memed’i benzerlerinden ayırt eden, bunca sevilmesini sağlayan neydi?
Her şeyden önce Yaşar Kemal’in Türkçeyi bulutlarda uçurup ovaya yağdırdığı olağanüstü dilinden, eşsiz kelime hazinesinden bahsetmek gerekir. Andığımız toplumsal başkaldırı, halk edebiyatının folklorik ögeleriyle taçlanır ki İnce Memed’i özgün kılan en önemli özellik budur bana kalırsa.
1950’leri yansıtan romanda dönemin gerçeği kanlı canlı şekilde dile gelir ve kapitalizmin bu topraklara çöreklenmesi ve bize özgü ağalık sistemiyle kol kola girmesi, slogana dönüşmeden, siyasi fikirlerle bezenmeden, halkın somut gerçeği şeklinde göz önüne serilir.
Devlet ve yasa nezdinde suçlu addedilen romanın başkişisi, halkın ve dolayısıyla okurun gözünde kahramandır ki böylelikle, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sında olduğu gibi, suçu, yasaları, hukuku, sistemi ve ezberlerimizi sorgulamaya başlarız. İnce Memed suçlu olduğu için değil, haksızlığa uğradığı için dağa çıkmıştır.
Romanda İnce Memed’in arketipi sayabileceğimiz Koca Ahmet karakteri sayesinde okurun zihni, efsane ile gerçeğin arasında salınır. Soylu eşkıya romanlarının çoğunun aksine, İnce Memed’de aşk da kendine yer bulur ve romanı zenginleştirir.
Çocukluk yıllarında, isyana neden olan durumun arka planını net görürüz. Babasının gözüne mil çekilmiştir. Göz romanın içinde metafor olarak pınara, Toros’un bereketli kaynaklarına dönüşür. Benzer olgular, okura apaçık anlatmak yerine olay örgüsünde hissettirilir.
Belki de İnce Memed’i edebi açıdan en güçlü kılan özelliklerinden birisi, okuru boş hayallere ve edilgen bir algıya iletecek şekilde, kahramanın başarısı üzerinden yaratılacak kof bir umutla sonlanmamasıdır. Zulmün başı Abdi Ağa bir şekilde alt edilir ama ondan da öte Sefa Bey vardır. Ve onun da ötesi. Diğer yanda Abdi Ağa’nın gözünü korkutan tek başına İnce Memed değildir. “Eşkıya dediğin nedir ki” der, “beni toprak meselesi korkutuyor. Bir konarlarsa üzerine.” Dolayısıyla zulmeden için de zulüm gören için de bir sondan söz edilemez. Aslolan zalime karşı mücadeledir ve bu sonsuza dek sürecektir.
Tam da burada romanın sonuna doğru İnce Memed’in dağlara karışıp yitmesinin metaforik boyutuna değinmek gerek. Efsanenin sürmesi için Yaşar Kemal bize, zafer kazanan ya da yenilen bir karakter sunmak yerine, doğayla bütünleşen bir insan resmetmiştir.
Yolunuz güneye, Çukurova’ya doğru düşerse başınızı kaldırıp Toroslara doğru bir bakın. Yaşar Kemal’in ve İnce Memed’in özü sizi oralarda bir yerlerde, hayatınızda mücadelesini verdiğiniz şeye kıvılcım olmak üzere, bir dere yatağında, çam ormanlarının kokusunda, bir kayanın kovuğunda bekliyordur.