Kar Yağarsa
Roman Kahramanları’ndan Çağrı
- 06 Eylül 2024
Kar Yağarsa
Zor Nefes Alanların çocukları mutlu anlarını hatırlamak ve gelecek kuşaklara aktarmak için eski zamanlardan bu yana evrimsel olarak öğrendikleri bir savunmayı kullanırlar. Bir Yedi İklim Doymazıyla veya Kalkanlıyla karşılaştıklarında küçük bir çocuğun gülmeye başlaması, onun ve ailesinin zararına olabilir. Çocuk tehlike doğurabileceğini hissettiği anda gülmesini midesinde yer alan “Sessizlik” adını verdikleri yere hapseder. Böylece tehlikeli gözler üzerlerinden çekilir. Daha sonra bunları yaşamın zorlayıcı koşullarına direnmek için hatırlamak üzere devreye sokarlar. Veya her ne kadar yapılması çok tehlikeli olsa da çocuklar bunları kendi aralarında anlatmayı da tercih edebilirler.
Aslında her bir kişinin ismi vardır fakat sadece evin içinde söylenebilirler. Dışarda hepsi numarasıyla yaşar ve ölürler. Yedi İklimin Doymazları, isimleri kaldırmıştır. Ülke ismini, şehir ismini, köy ismini en son da insan isimlerini… Üstelik bunları yaparken insanlardan (Zor Nefes Alanlardan) oy alarak yapmışlardır. Bütün haklarını devrettikten sonra kullanacak oyları da kalmamış zaten. Onlara numarayla seslenirler. Fakat biz hiçbir şeyin ismini söylemekten çekinmiyoruz. Şu andan itibaren isimlerini yazarak yaşatacağız. Araya bir solukluk boşluk bırakarak okuyucuyu bilgilendirmekte fayda var. Gerekli görülen yerlerde bilgileri yine paylaşacağım.
Bir kış günündeydi. Kar İstanbul’u beyaza bürümeyeli yıllar oluyordu. O günü hatırlayanların çoğu artık hayatta değildir sanırım. Üç çocuk gözlerini gökyüzüne dikerek, sadece ailelerinden duydukları kadarıyla bildikleri, karın nasıl da gökyüzünden düşebileceğini ve her yeri bembeyaz yapabileceğini şaşkınlıkla birbirlerine anlatıyorlardı. İsimleri; Umay, Uluğ ve Eren.
Her yer binalardan oluştuğu için genelde çocuklar terk edilmiş ama evlerine de yakın olan parkların olduğu yerleri tercih ederler. Bu üç çocuğumuzda, etrafta kol gezen Kalkanlılara rağmen hava kararmadan birkaç saatlik oyunlar yaratıyorlardı her gün, eski ismi Cehar Dudayev olan Sütlüce’deki parkta. (No:2907)
Umay mavi gözlerini gökyüzünden aldı ve arkadaşlarına çevirdi, “Bakın nefesimizi verince beyazlıyor soluğumuz. Yani çok soğuk! Yüzümüzde gerginleşiyor. Ellerinize bir bakın. Kupkuru!” Gözleri parlıyordu. Sesini sadece arkadaşlarının duyacağı şekilde kısarak, “Sakın sevinmeyin etrafımızda Kalkanlılar var tamam mı? Babamın anlattıklarını düşünürsek kar yağabilir, bekleyelim arkadaşlar.”
Hepsi bekliyorlardı, yüzlerini yere eğmişler ve sadece karın yağışına tanık olmanın getireceği sevinci tutmaya çalışıyorlardı midelerinde. Gökyüzünden çok cılız da olsa bir kar tanesi yavaş yavaş süzülmeye başladı o sıra. Rüzgâr gökyüzüne Umay’ın sözcüklerini taşımıştı sanki. Kar onu, yani Umay’ı bir nokta kadar görüyordu. Çocukların hiçbirinin haberi yoktu çünkü gözlerini kaldırır da karın tanesinin geldiğini görürlerse sevinç çığlıkları atacaklarını biliyorlardı.
Kar tanesi geldi, erimeye çok az kala Umay’ın koluna yapıştı. Çocuklar hep bir ağızdan, “Karrrrrr,” diye bağırdılar. Tutamamışlardı kendilerini. Öyle sevindiler öyle sevindiler ki, ne yazık ki duymayan kalmadı. Bütün kente kar tanesinin düşüşünün masalsı ve hüzünlü hikayesi, kulaktan kulağa anlatılmaya başlanmıştı o günden sonra.
Umay, Uluğ ve Eren gözlerinde yaşlarla, Kalkanlıların aracına bindirilip uzaklaştılar.