Evcil İnsan
Öykü

Evcil İnsan

Ali Doğukan İleri

Adam yüzünü göğe çeviriyor ve kollarını kaldırarak havaya hayalî bir tabela asıyor.

“Bah şu işe! Öle gafasına göre tabela asacağmış.”

 

Tabelada ne yazdığını bilmek, bunu söylemekten üzüntü duyuyorum ama, maalesef mümkün değil. Adam, iki sokak köpeği ile beraber. Kırklı yaşlarda olduğu tahmin edilmekle birlikte üstünde kendisine bol gelen bir AC/DC tişörtü var. Altındaysa koyu mavi bir kot pantolon ve epey yıpranmış bir çift spor ayakkabı. Akli dengesinin yerinde olup olmadığı ise bana sorarsanız anlaşılmıyor. Kimin umurunda ki zaten? Herkes biraz delidir.

 

Yanındaki köpeklerden birine doğru eğiliyor.

“Öldürem mi la bu yavşağı Toni? Öldürem di mi la? Aferin Toni, aferin.”

Köpeğin başını okşadıktan sonra arkada kalan diğer köpeğe dönüp elini sallıyor.

“Hadi Coni, les go!”

 

İki köpek de adamın peşinde, en azından bir süreliğine. Köpekler seri adımlarla adamın önüne geçiyorlar ve bu noktadan sonra takip sırası adamda. Onlara doğru yaklaşmakta olan bir kadın var. Puantiyeli elbiseli, zarif bir kadın. Adam aniden başını öne eğiyor.

 

“İyi akşamlar dilerim hanımefendi.”

Canı istediği zaman İstanbul Türkçesi konuşabiliyormuş demek ki.

Kadın, yaşadığı tedirginliği atlatıp herhangi bir tehlike altında olmadığından emin olduktan sonra tebessüm ederek karşılık veriyor.

“İyi günler.”

Ne de olsa akşam olduğu falan yok.

 

Köpekler ilerliyorlar. Adam da peşlerinden. Tunus Caddesi’ndeler. Ancak kısa süre sonra kendilerini Tunalı Hilmi’de bulacaklar. Sonlanmayan korna sesleri, yavaş yürüyenlere sinirlenip buldukları her fırsatta sağdan soldan koşar adım geçen insanlar, yaya geçitlerinde para verseniz durmayacak arabalar, çöpe beş metre kala yere fırlatılan sigara izmaritleri ve daha birçok boktan şey. Neyse ki bir süre sonra Kuğulu’ya varıyorlar da gözleri iki üç ağaç, biraz da ördek ve -normal olarak- kuğu görüyor. Tabii bu defa da sigarasını çimenlere bastırarak söndürüp -veya söndürdüğünü sanıp- öylece bırakanlarla dolu ortalık. Hem de ülke hâlâ cayır cayır yanarken. Neyse, Toni ve Coni bu gördüklerini pek de umursuyorlarmış gibi durmuyorlar. Dolayısıyla adamın da umurunda olduğunu söylemek zor. Zaten etrafa baktığı da yok. Gözü köpeklerde. Sanki görünmez bir tasma adamın boynuna geçirilmiş ve köpeklerin patilerine verilmiş. Hatta uyarı geçmekte fayda var: Lütfen insanlarınızın dışkısını yerde bırakmayınız, aksi takdirde idari mama cezasına çarptırılacaksınız.

 

Merdivenleri çıkıp -tam olarak on üç basamak- parktan ayrılmış bulunduktan sonra Cinnah Caddesi’ne yöneliyorlar. Üçü de gayet akıllı hayvanlar. Ne bir havlama sesi duymak mümkün ne de etraftaki insanlardan haklarında tek bir şikâyet. İnanır mısınız bilmem ama yanlarından puantiyeli elbiseli kadına kıyasla çok daha güzel sayılabilecek kadınlar geçiyor olmasına rağmen adam bir kez olsun dönüp bu kadınlardan herhangi birinin yüzüne bile bakmıyor.

 

Caddedeki ilk çınar ağacını geçtikleri andan itibaren ise adamın elleri yavaş yavaş ayaklarının şeklini almaya başlıyor. (Görünen o ki yolun devamını dört ayak üzerinde gidecek.) Hayal edilebilecek en çirkin ayaklar bunlar. Elden ayak olunca ancak bu kadar oluyor anlaşılan. Denemeyi düşünenlere duyurulur.

 

“To-hav Coni-hav şimdi de her hav-re ma-hav kabı koy-hav-lar kafa-hav-ına hav-re”

 

Adam bir çam ağacının dibine konulan mama kabına sol arka ayağıyla bir tekme savuruyor ve kap, içindeki muhtemelen kedi maması olan yiyecek ile birlikte, kendisini asfaltta buluyor. Otuz saniye içerisinde üzerinden araba lastiği geçmemesi için kime ne kadar yalvarırsa yalvarsın boşuna. Bu sırada üç köpek- çok pardon, iki köpek ve adam- Yeşilyurt Sokağı’na doğru dönüyorlar. Adam belli ki sıkışmış, bacakları titreye titreye yürüyor. Az ilerideki çöp konteynerinin yanına gidiyor ve sağ bacağını havaya dikerek işiyor. Öbür işini halletmek içinse alaturka tuvalete sıçarmışçasına arka iki bacağı üstüne çöküyor ve görevini tamamlıyor. Belli ki insanların alaturkadan alafrangaya geçişi kendilerini köpeklerden ayırt etmelerini kolaylaştırmak amacıyla önerilmiş. Her neyse, önemli olan insanın içinde kalmaması.

 

İlerlemeye devam ediyorlar ve adamın gözüne bu kez de başka bir ağacın dibine yerleştirilmiş olan su kabı çarpıyor.

“hav-hav hav-hav-hav hav hav-hav-hav hav hav-hav”

Toni ve Coni onaylamak adına kuyruklarını sallıyorlar ve ardından burunlarını yalıyorlar.

Kıbrıs’a dönüp Farabi’ye ulaşana kadar ise adam çoktan tam bir köpek formunu almış bulunuyor. Güvenlik Caddesi yönünde yürürlerken uyumak üzere gözlerine kestirdikleri bir köşeye çekiliyorlar. Artık birine dönüp de “iyi akşamlar” diye havlasalar sırıtmaz.

Dürüst olmak gerekirse üçünün de gözlerindeki umutsuzluğu görmek mümkün. Ancak adamın gözlerinde ne olduğu tam olarak anlaşılamayan fazladan bir şeyler var. Rahatsız edici bir şeyler.

Sabah olduğunda tüm mahalle puantiyeli elbiseli kadının çığlığı ile gözlerini açıyor. Adamın vücudu diş izleriyle kaplı ve parçalara ayrılmış durumda. Ancak bu parçaların rastgele etrafa saçıldığı sanılmasın. Aksine bir köpek silueti oluşturacak şekilde dizilmiş vaziyetteler. Toni ve Coni ise hâlâ aynı yerde uzanıyorlar.

Diş izleri mi? Hayır. Toni değil, Coni de. İşin içinde başka bir köpek olduğuna kesin gözüyle bakılmakta.