Kayın babamın üç ay içinde pankreas kanserinden eriyip gitmesinden sonra, kaynanam bir enkaza dönüştü. Zaten çekilmez olan kadın, laf söylenemeyen, her sözden nem kapan, huysuz, huzursuz biri oldu. Başlarda bu durumu kocasının ölümü nedeniyle yaşadığı sarsıntıya bağlayıp geçici zannetsem de kaynanamın aksilikleri her geçen gün daha da arttı. Kocasının kanserden değil de kahrından öldüğünü düşündüm bir an. Kocasının ölümünden bir hafta sonra, evinin salonunda, çay içip sohbet ederken, kaynanam, “Ölecek o kadar insan varken neden benim gül gibi kocam öldü?” diye sordu. Sorusunu, yaşadığı kaybın acısına verdim. Yıllarca bir yastığa baş koyduğun hayat arkadaşını kaybetmek, çok zor olsa gerekti. Kaynanamın Allah’a hesap sorarcasına isyan etmesinin başımıza bir musibet getirmesinden korkarak, “Takdiriilahi. Yaratanın hikmetinden sual olunmaz.” diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım. Kaynanam, konuşmaya devam etti. “ Ölmeyi hak eden onca insan var. Kimseye şuncacık faydası olmayan bir sürü insan ölmüyor da neden benim kocam ölüyor?” “Takdiriilahi, elden ne gelir?” dememe kalmadan. “ Neden kardeşlerinden biri ölmedi de kocam öldü? Kocam öleceğine abisi Ahmet ölseydi,” dedi ve derin bir sessizliğe büründü. Kaynanamın söylediklerini, pek ciddiye almadım. İnsanın kulağı, kimi zaman ağzından çıkanı duymaz. Kocasının ölümünün ardından, üzüntüyle, öfkeyle söylediği sözlerdi ağzından çıkanlar.
Kaynanamın bedduasının üzerinden bir hafta geçmeden Ahmet abiyi mide kanamasından kaybettik. Cenazesine katılıp merhuma son görevimizi yerine getirdik. Kaynanamın sözlerinden bir hafta sonra yaşanan ölüm, beni epeyce tedirgin etti. Kaynanamı, kapüşonlu siyah giysinin içinde, elinde tırpanla hayal ettim bir an. Olup bitenlerin kaynanamın sözleriyle ilgisi olmaması için, bildiğim bütün duaları ettim.
Evinde, taziye için gelip gidenleri ağırlarken, yine kocasının ölümüne kahırlandığı bir anda, kaynanamın ” Rıza’nın kimseye hayrı yok. Ömrü boyunca boş beleş yaşadı. Aldığı nefes bile israf olan Rıza yaşıyor, benim kocam toprağın altında. Allah, neden böylelerinin canını almaz da benim canım kocamı ayırır benden?” demesinden iki hafta sonra, dualarım pek işe yaramamış olacak ki eşinin küçük kardeşi Rıza kalp krizinden öldü.
Kaynanam, olup bitenleri kendisiyle ilişkilendirmeyi aklına bile getirmedi. Ölümlerle kaynanam arasında kurduğum bağ benim hüsnü kuruntumdu. Öyle ya, hayatta pek çok kötü şey peş peşe olabiliyordu. O da üzüldü ölümlere ama hırsını alamayıp konuşmaya devam etti. Kaynanamın ağzından çıkacak yeni bedduayı, kaygıyla beklemeye başladım. Kocasının yerine ölmesini istediği üçüncü kişi de kendilerine bir sürü kötülüğü dokunmuş Rıfat abiydi. Kocasının teyze oğlu Rıfat abi de bedduasından bir ay sonra öldü gitti kaynanamın dilinden. Azrail’in dili mi deseydim?
Üst üste yaşanan ölümlerin ardından, ilahi adaletin işlediğine ikna olduğundan olsa gerek, beddualarına bir süre ara verdi kaynanam. Hayat arkadaşını kaybetmenin acısını dindirebilmek için, kendini ev işlerine, dizilere verdi. Bir süre, ölmesini istediği kimse olmadı. Kaynanam, hastalıklarını iyileştiremeyen doktorlara söylenip dururken; bu kişiler, başlarına gelen belaları, kazaları, hafif yaralanmalarla atlattılar.
Beddua ettiklerinin ölüm haberlerini aldığında gözlerinde belirip kaybolan parıltıdan, kaynanamın ölümlerdeki etkisinin farkında olduğunu düşünmeye başladım. Bir ara durup dururken, “İyilerin ruhu hamurdan kıl çekmek gibi, kötülerin ruhu ise diken ağacından tülbent çekmek gibi çekilir,” dedi. Koltuğunun yanındaki baston birden tırpan gibi göründü gözüme. “İnsanların ve cinlerin ruhunu ya bizzat Hz. Azrail ya da onun yardımcıları alır,” diye devam etti sözlerine. Söylediklerini büyük bir tedirginlikle dinliyordum.
Ölümcül beddualarına ara vermişken, bir ihtiyacı olup olmadığını sormak için kaynanamın yanına uğradım. Televizyonun karşısındaki koltuğuna kurulmuş dizi izliyordu. Halini hatırını sorup hoşbeş ettikten sonra, kocasının duvardaki fotoğrafına dalıp gitti. Gözleri dolan kaynanam,” Çok özlüyorum İrfan’ı,” deyip iç çeke çeke ağlamaya başladı.
Önündeki sehpadan aldığı peçetelerle yüzünü, burnunu silerken, izlediği kanalın haber kuşağında ekranda beliren siyasetçiye takıldı gözü. Siyasetçi, kürsüde, iktidara gelirlerse yapacaklarından bahsediyordu. Siyasetçinin konuşmasına dikkat kesilen kaynanam, “ İrfan, bu Ali Cingöz meymenetsizini hiç sevmezdi. Bu herif de ölmedi gitti. Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında. Ölür mü böyle yaşayanlar? Geberip gitse de dünya bir beladan kurtulsa,” deyip karımın, çocuklarımın nasıl olduklarını sordu. Ben, bir yandan kaynanama bizimkilerin durumu hakkında bilgi verirken bir yandan önümüzdeki günlerde kaynanamın “Ölmedi gitti.” dediği Ali Cingöz’ün ölüm haberini alacağımı geçiriyordum aklımdan.
Sonraki günler, kaynanamın beddua ettiği Ali Cingöz’ ün akıbetini öğrenmek için, herifi yakın takibe aldım. Günler geçtikçe, kendimden emin, ha bu gün ha yarın diyerek kaynanamın diline doladığı herifin ölüm haberini beklemeye başladım. Aradan birkaç hafta geçmesine rağmen, televizyon kanallarında izlediğim Ali Cingöz turp gibi görünüyor, hiç de ölecekmiş gibi durmuyordu. Ben adama bir şey olmamasına anlam vermeye çalışıp hayat meşgalesi içinde debelenirken, karım, arayıp hüngür hüngür ağlayarak annesinin fenalaştığını söyledi. Kaynanam fenalaşınca, ambulans çağırıp apar topar hastaneye kaldırmışlar.
Haberi alır almaz, kaynanamın kaldırıldığı hastaneye gittim. Yoğun bakımın kapısında bekleyen eşimin gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Görevliler, hastamızı dışarıdan görebileceğimizi belirterek içeri girdiler. Yoğun bakım odasındaki yatakta hareketsizce duran kaynanama baktık kapının camından. “ Ah anneciğim. Seni bu hallerde de mi görecektim?” deyip ağlamaya başlayan eşimi sakinleştirmeye çalıştım. Eşimi teselli ederken, solunum cihazına bağlı, hareketsizce yatan kaynanama bir daha baktım. Hastanede kalmakta ısrar etse de yarım saat dil döküp ikna ettiğim eşimle, yoğun bakımdan gelecek bilgiyi beklemek üzere, evimize gittik. Ertesi gün aradığımda, yoğun bakım görevlisi, kaynanamın durumunun stabil olduğunu, merak etmememi, herhangi bir durum olursa arayacaklarını söyleyerek telefonu kapattı. Hayat koşuşturmacası içinde, gelecek iyi haberi beklemeye başladık. Kaynanamın yoğun bakımda olduğunu öğrenip geçmiş olsuna gelen komşular, yoğun bakıma dair yaşadıkları, duydukları tüm kötü deneyimleri anlatıp kaygımızı daha da arttırdılar. İçlerinden biri, el yükseltip “Yoğun bakıma giren iflah olmaz. Üzücü ama siz kaynanan için hazırlayın kendinizi. Mezarı hazır mı?” deyip kadını ölmeden mezara gömünce, kaynanam hakkında abuk sabuk cümleler kuran hadsiz herifi zor aldılar elimden.
Densiz herifi elimden aldıklarının ertesi günü, akşam üzeri yemek yerken eşimin telefonu çaldı. Yüzüme kaygıyla bakarak açtı telefonu. Kaynanamın kötü haberini alabilme ihtimalini de aklımdan çıkarmadan, telefonun diğer ucundaki kişiye kaygıyla “Evet. Evet. Hı hı!” deyip duran eşimin konuşmayı bitirip vereceği haberi beklemeye başladım. Eşim, telefonu kapatıp ağlamaya başlayınca, kaynanamı kaybettiğimizi düşündüm. ” Annem çok şükür iyiymiş. Doktor, annemi yoğun bakımdan çıkarıp yatan hasta katına aldıklarını söyledi,” diyen eşim, üstünü değiştirip hazırlanmak için yatak odasına gitti. O hazırlanırken, tabağımda kalan birkaç lokma yemeği çabucak bitirip ellerimi yıkamak için tuvalete gittim.
Hastaneye vardığımızda, eşim, yatan hasta katındaki yirmi iki numaralı odaya alındığını öğrendiğimiz annesini hazırlamaya giderken, ben de çıkış işlemlerini hallettim. Kaynanamın yattığı odaya girdiğimde, eşim annesine yemek yediriyordu. Yemeğini bitirmesinin ardından, kaynanamı hemşirenin getirdiği tekerlekli sandalyeye yavaşça oturttuk. Odadan çıkıp asansörle aşağı indik. Hastanenin bekleme salonundan dışarı çıkarken, salonun tavanına asılı televizyonun ekranındaki fotoğrafı görünce donup kaldım. Neden durduğumu anlamayan eşim, yüzüme şaşkın şaşkın bakıyordu. Sunucu, Ali Cingöz’ün ekrandaki fotoğrafı eşliğinde, haberi sunmaya devam ediyordu. ” Güven Partisi Genel Başkanı Ali Cingöz, beş gün önce geçirdiği beyin kanaması nedeniyle kaldırıldığı hastanede hayata gözlerini yumdu. Ailesinin ve sevenlerinin başı sağ olsun.”
Sunucu, Ali Cingöz’ün siyasi geçmişi hakkında bilgi verirken, ekrandaki fotoğrafa bakıp gülümseyen kaynanamın gözlerinde bir parıltı belirip kayboldu.