Bahar gelir de pencereleri, kapıları yine kapalı tutar, kendimi ve Karamel’i ılık, güzel havadan yoksun bırakır mıyım? Varsın perdeler yerinde duramasın kıpır kıpır oynasın. Varsın masa örtüsünün etekleri de onlara uysun. Ben gazete okuyorum, Karamel yanımdaki koltukta dalgasında. Arada uzanıyor, gıdısını sırtını sıvazlıyor, bir iki tatlı söz ediyorum. Yoksa canı sıkılabilir.
Ah ara sıra bir üzüntü de yoklamasa: Hemen hemen bir dokuz yıldır bu evde benimle birlikte ama bahar diyeceğimiz bir bahar görmedi henüz. Türlü türlü bahar dallarıyla bezeli, fulyaların, nergislerin, sümbüllerin, daha bir dolusunun kokularıyla renkleriyle deli ettiği bir yerlerde ne gezdi tozdu, ne de hopladı zıpladı. Günde iki kez parka gidiyoruz, olmazsa bir kez daha ama orada da salıncak, kaydırak, banklar, bir sıra yarı canlı kavak, bir de ihtiyar dut ağacı var. Hepsi bu. Ha bir de nisan mayısla birlikte sebil gibi papatyalar, otlar…
Oysa ben baharın delisi divanesiyim; Karamel’in de öyle, canımın öbür yarısı diyeceğim kadar öyle üstelik. Peki nereye götürebilirim bu ucu bucağı belirsiz kentte? Ötelere desem yollar fitil fitil burnumuzdan getirir. Aslında oraların da buralardan bir ayrımı kalmadı ya…
İyi ki o eski baharlarım belleğimde biraz olsun duruyor. “Haydi canım Karamel!” deyince yalandan da olsa kalktık bağ yollarına attık kendimizi. Uzunca bir bayırı oflaya puflaya tırmandık. Vadiye iner inmez ılık bir bahar yeli de geldi bize katıldı. Biraz yürüdük yürümedik, nedenini bilemeden arka arkaya esnedim. Temiz hava insanın uykusunu getirir, derler, herhalde ondan. Yedi sekiz adım kadar önden giden Karamel, sık sık dönüyor bakıyor, geliyor muyum acaba? Bazen ben koca adam bir dulda bulur saklanırım, ama ne cindir o, bir solukta arar bulur, unutur mu bu türlü numaralarımı?
Yollarda pek kimseler yok. Bazen birilerine rast geliyoruz. Yazmalı bir kadın ile kasketli bir adam, merkep sırtında partal giysili ihtiyarca biri, at arabasında kazma kürekleri belleri yanlarında birileri daha. Yalnızca bunlar. Bağlarına gidiyorlar. Karamel bu gibi konulara kafa yormaz, ama bana sorarsanız uzun aylardan sonra bağlarını evlerini bir görmek istiyor olmalı bu insanlar: Hırsız girebilir. Yıkılan dökülen yerler olabilir.
İnce ince sular akıyor. Eriyen karların, kırkikindi yağmurlarının, durgunluktan iyice canı sıkılan gözelerin suyu olabilir. Ah biraz fulyalara nergislere sümbüllere rast gelebilsem! Güzelim bahar yeli ben rast gelmeden önce kokularını getiriyor. Bir bağ duvarının dibinde öbek öbek. Ellerimden destek alarak uzanıyor, derin derin kokluyorum. Karamelim eksik kalır mı? O da bana öykünerek uzanıyor. Ah canımın öbür yarısı! Bizim dilimiz gibi bir dili olsa, gözlerime bakarak mutlaka “Ne güzel kokuyor bunlar!” derdi. Yerinde duramamasından anlıyorum, pek mutlu. Dünyamızın her yerini fulyalar, nergisler, sümbüller bürüse, en azından hayatı hak eden insanlar bu kokularla uyusa uyansa, bütün gün bu kokuları solusaydı baharları, ah ne iyi olurdu.
Önüm sıra giden Karamel, bir kayanın yanında durarak beni bekliyor. Yanına varınca, sere serpe uzanarak sırtını ısıtan bir kertenkeleyi gösteriyor. Nedir bu? Bir sakıncası yoksa azıcık oynasa mı? Evet oynasa ama kertenkele ne bilsin oynamak isteğini? Daha patisini uzatırken kayanın altında yitiyor. Olur mu ama, Karamel böyle hayal kırıklığına uğratılır mı? Bir süre oyalanıyor yine de, belki döner gelir. Ne gelen var ne de giden. Sağlık olsun.
Eğri büğrü bir bağ duvarının dibinde de fulyalar, nergisler, sümbüller görüyoruz. Yanı sıra süsenler de var. Öncekilerle mutlu olduğundan bunları da koklayalım istiyor Karamel. Peki desem hemen dalacak aralarına ama vız vız erkenci arıları ne yapacağız? Ya ısırırlarsa? Haydi ben neyse de… Tehlikeyi anlıyor mu nedir, üstelemiyor.
Hava biraz daha ısınıyor, cıvıltılar da ona göre artıyor. Yoksa bana mı öyle geliyor? Cıvıltılar arada kesilir gibi olurken birden hızlanıyor. O zaman biraz duraksıyorum. Karamel saf saf bakıyor: Neden yürümüyorum? Ben de ona bakıyorum: Duymuyor musun her bir yandan yayılan cıvıltıları? Sen de kulak versene! Bu gibi durumlarda “Deli mi bu adam acaba?” diye kendi kendisine söylenirdi, bu kez sanırım söylenmiyor, belki hak da veriyor. Yoksa pantolonuma asılır, gidelim de gidelim diye tuttururdu.
Yolu yarıladık mı yarıladık. Karamel’e bu kadarcık yol nedir ki? Ben de ondan geri kalmam ya. Yürüyoruz daha. Peki o elinde iri bir leylak demetiyle gelen kadın, nasıl kıydı o dallara? Evdekilere bir bahar armağanı götürmek mi istedi canı? Onlar bu güzel günde kalksalar bağa gelseler olmaz mıydı yani? Hem bu koca demet -isterseniz suya boğun- yarın sabaha kalmadan pörsür. Neyse ki canım Karamel o sırada biraz dalgındı. Yalandan bile olsa bir ısırır, gösterirdi o kadına gününü.
Otluk bir yerde ihtiyar bir kadın kuzulu koyununu güdüyor. Karamel’e bundan güzel bir oyun fırsatı mı olur? Yine de sakınımla sokuluyor. Kadın “Aman sen ne sevimlisin!” deyince daha nasıl dursun? Kuzu ile fır dönüyor. Peki nedir boyuna bosuna bakmadan o tos vurma denemeleri? Karamel’e hem de? Kuzu, acıktım ben numarasıyla annesinin memesine sığınınca kovalamaca kısa sürüyor. Yazık! Henüz kuzu da olsa bu kadar candan bir sevgiyi anlaması gerekirdi.
Karamelim, kuzunun isteksizliğinden biraz alındı mı nedir, ara yollardan birine sapıyor. Ben yine onu izliyorum. Dere boyunca gidiyoruz. Bu kavaklar, bu salkımsöğütler yakın bir zamanda yaprak kesilecek, o zaman buralarda gezinmek daha da büyük bir dinginlik olacak. Dayanamayınca kimisinin gövdesine bir yakınım gibi sıkı sıkı sarılacağım, Karamel, “Yine ne yapıyor bu deli adam?” diye bakacak. Usu yatarsa, o da kendisine göre -ince- bir kavak ya da salkımsöğüt gövdesine sarılmaya öykünecek ve gözleri bende bekleyecek: “Aferin sana Karamel!” diyecek miyim? Diyeceğim elbette. Bir ağaca da bir insana da aynı candanlıkla sarılan ikinci bir köpecik var mıdır dünyada? Sözümü anlar anlamaz da fırlayacak, bütün sevgisiyle üzerine atılacak.
Bu yollar da bu sağlı sollu bağlar da tanıdık. Sesler duyunca, Karamelim omzumda, engin duvarı(n) üzerinden bir bağa bakıyoruz. Sahipleri ve iki ırgat henüz yapraksız dut ağacının altında azıklarını yiyorlar. Onlar da bize bakıyor ve buyur ediyorlar. Olur mu? O azıklar ancak kendilerine göredir. Karınlarını doyurunca bu kocaman bağı bir ucundan öbür ucuna bellemeyi, su yollarını temizlemeyi sürdürecekler. “Size kolay gelsin!” diyorum. Bir kendi adıma olur mu? Karamel adına da…
Bulutlar! Bulutlar geziniyor tepemizde! Hem de daha bu öğle saatlerinde! Adı üzerinde kırkikindi yağmurları, uslu uslu ikindi saatlerini beklerler. Diyelim ki saatlerin sözünü dinlemediler de erkenden inmeye kalktılar, Karamelim kucağıma saklanır nasılsa. Saklanması iyi de koruyorum diye ikide bir ıslak ıslak öpmese? Nasıl öpmesin peki? İnsanlara benzemez ki köpecikler. Ufacık bir iyilik mi gördü? O da kat kat fazlasıyla bir iyilik yapacak ki rahat etsin.
Bulutlar, nedense az ötelere doğru kayıyorlar. Belki de bize bir oyun oynamak istiyorlar. Ne olur ne olmaz, eve dönelim ama Karamel isteksiz isteksiz, ayakları birbirine dolanır gibi yürüyor. Hayır, naz yapmıyor. Öyle bir huyu yoktur. Ya bahar kokuları uykusunu getirdi ya da yoruldu artık. Saatlerdir yollardayız. Kucağıma alsam da öyle dönecek olsak ikimiz de rahat edemeyiz. En iyisi ben biraz dinleneyim, o da biraz kestirsin.
Dibinde papatyalar biten düzce bir kaya buluyor oturuyorum. Karamel kucağıma uzandığı gibi uyuyor. Hafif hafif horluyor üstelik. Bu kadar yorgun olmasa horlamasına öykünürdüm, o da gözlerini aralar, “Rahat bırak da uykumu alayım be adam!” dercesine bakardı.
Bir saate yakın mı sürüyor uykusunu alması? O arada dağ eteklerindeki köylere kadar ne görünüyorsa izliyorum. Bu kadar uzaktan birer kütle gibiler, ama gidebilsek orada da kıpır kıpır büyüyen yayılan bir baharı bulacağız elbette. Orada da soluk pembe badem dalları, bembeyaz erik dalları, kayısı dalları bulacağız. Elma, armut, kiraz… dallarını da arayacak gözlerimiz, daha biraz zamanları olduğunu anımsayacağız.
Evet, hepsini birlikte yapacağız! Canım Karamel! Ben nasıl onun mutluluklarına katılırsam o da benim mutluluklarıma katılır. Ben nasıl onun gözdelerini bilirsem o da benim gözdelerimi bilir. Sözgelimi bahar geldi diye birimiz sevincinden delire de öbürümüz geride dura? Olası mı? Görünümlerimiz ayrı olabilir, dillerimiz ayrı olabilir, öyle diye ille tinlerimiz de ayrı olacak değil ya?
Karamel kucağımdan atlıyor, patileri önde, arkaya doğru uzun uzun geriniyor, sağa sola doğru bir iki silkinerek gözlerime bakıyor: Ne yapıyoruz? Ben de onun gözlerine bakıyorum: Dönelim mi? Kısa bir onay havlamasıyla önümde. Dönüyoruz ama ivecenlik etmeden. Bu güzel bahar kokuları birden bırakılır da gidilir mi? Ah bir yolu olsa da bir tutamını yanımızda götürebilsek!
* “Bahar olsun bahar olsun da gönlüm / Biraz def-i melâl etsin diyordum / Cihan tağyir-i hal etsin diyordum.” – Tevfik Fikret
* Def-i melâl etmek: Usancı, sıkıntıyı savma, giderme
* Tağyir-i hal etmek (burada): Durumunu / görünümünü yenilemek
Çizim: Serap Deliorman