Bizde aile anıları/tarihleri yaygın değildir. İki kuşak öncesinin kalemle, kâğıtla pek ilişkisinin olmaması bir yana, varlık bilincini sadece yaşadığımız dönemle, kendi hayat döngümüzle sınırlı tutmaya yatkın olmamız da bunda etkilidir. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki derslerimde insanımızın tarihe yönelik bilinç düzeyini belirtmek için, başka bir deyişle zaman ve anı kavramını sadece kendi bireysel hayatlarımızla sınırlama bahtsızlığımızı göstermek için anket türü bir deneme yapardım. “Kim dedesi/ninesiyle aynı kentte doğdu?” diye sorardım, nedense en az yüz öğrencinin olduğu amfide kalkan el sayısı on beş, yirmiyi geçmezdi. Ardından ikinci soruyu sorardım: “Hanginiz dedesiyle aynı evde doğdu?” İki, üç el kalkardı. Son sorum da “Hanginizin dedesi/ninesi, annesi ya da babası, yayımlanmak için değilse de torunlarım/çocuklarım okusun diye anılarını kaleme almıştır?” Eğer bir diplomat torunu filan denk gelmişse o yıl, bir el kalkardı. Yerimizde, evimizde duramıyor ve yaşanan hiçbir şeyi önemsemiyoruz, diyerek bunun nedenlerini tartışmaya başlardık. Gerçekten de hâlâ yerleşememiş bir toplumuz. Bulunduğumuz coğrafyayı sadece günübirlik yaşamlar için biçimlendirmeyi yeterli görüyoruz. Sonuçta bir boşlukta yaşayıp gidiyoruz.
İletişim Yayınları’ndan okura sunulan Kiske Kuşunun Peşinde adlı kitap toplumsal hayatımızın o büyük boşluğuna atılan bir taş gibi. Dolduramasa da sesi işitilir en azından ve belki örnek olur.
Kitabın yazarı Oktay Özel, Bilkent Üniversitesi’nin eski öğretim üyelerinden, tarihçi ve yazar. Ailesinin 1870’lerde Gürcistan’dan Türkiye’ye, Ordu’ya göçüyle başlayan hikâyesini iki boyutta kaleme almış. İlki, tarih bilimi disipliniyle, belgelere dayalı analizler, değerlendirmeler; ikincisiyse ailenin birinci halkasından itibaren genişleyen bireylere uzanan sözlü tarih bilgileri. Şöyle diyor kitabın sunuşunda:
Bu çalışma elbette tarihsel olgulara, bilgilere dayanıyor. Ama içerisinde nice katmandan ve filtreden geçerek bugüne ulaşan sözlü aktarımlar ve anlatılar da var. Anlatan ve aktaranların filtreleri; öznellikleri, duyguları ve hafızaları… Üstüne, bunlardan hareketle kendimce oluşturduğum fotoğrafı bir hikâye ve tarihsel anlatı olarak yeniden kuran, tasarlayan ve anlatan ben ve tercihlerim.
Anlatılan bir aile hikâyesi ama gerçekte bir Türkiye panoraması ile karşı karşıyayız. Gürcistan’ın Batum yöresinden yola çıkan ailenin serüvenine Osmanlı’nın son dönemleri, Osmanlı-Rus Savaşları, Karadeniz bölgesindeki kaos ve bu kaostan doğan, her an bozulmaya yakın dengeler eşlik ediyor. Anadolu’nun bir muhaceret yurdu oluşu gerçeği hatırlatılıyor. Yerli-muhacir çatışmalarının yarattığı sosyolojik fay hatlarına dikkat çekiliyor. Asimilasyonlar, unutulan, unutturulan diller… Nihayetinde toprağa sımsıkı sarılanların üçüncü, dördüncü kuşak torunlarının, o elleri gevşetip kentlileşme çabası… Birbirinden yüz elli yıl ayrı kalan, birbirlerinin varlığını bile unutmak üzere olan uzak kuzenlerin, Sovyetler’in tarih sahnesinden çekilmesiyle yeniden buluşmaları:
Çürüksu, 1991’e kadar Özellerin arkalarında bıraktığı ata toprakları olarak hafızalarda yer etti, o kadar. Büyük dedelerimiz ve ninelerimiz Ordu’ya göçerken Recep Ağa’nın birkaç kardeşinin oralarda kaldıkları dahi bilinmedi. Soğuk Savaş atmosferinin 1990 dönemecinde sona ermesinin ardından aradaki ideolojik ve coğrafi sınırların da ortadan kalkmasıyla Ordu’daki Katamizeler ile Çürüksu’daki Katamizeler bir buçuk asır sonra tekrar bir araya gelerek birbirlerini yeniden keşfettiler.
İşte bu bir Türkiye hikâyesidir aslında; yerlisiyle, göçmeniyle. Kiske Kuşunun Peşinde’nin bölümleri arasında dolaşırken, bir Türkiye hikâyesinin arka planında aslında çok katmanlı bir belgesel roman okuyoruz. Zamanın akışı içinde değişen karakterler, hayata yön veren trajik olaylar perde perde açılan bir roman gibi seriliyor önümüze. Ermeni tehcirinin Karadeniz bölgesine yansımaları, parçalanan aileler, sahip çıkılan kimsesiz çocuklar… Bir ailenin çerçevesinden taşan dramatik olaylar. Örneğin aile zincirinin en başında yer alanlardan Yıldız Hanım’ın göçle ilgili anlattıkları:
Batum Limanı’ndan kalkan gemilerle ilk kafile yola çıktı; Recep kardaşımı onlarla yolcu ettik. Telaş içinde yola düşen bir o kadar kişi de sonraki gemileri bekledi. Biz Batum’daydık o sıra, şahit olduk her şeye. Zavallılar bütün kış boyunca sersefil, perişan oldular, ortalıkta gemi beklerken; epeyce ihtiyar ve çocuk hastalıktan telef oldu. Duyduk ki karadan kendini Trabzon’a atanlar da aynı akıbete uğramışlar.
Oktay Özel, Osmanlı’dan Rusya’ya, Birinci Dünya Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’na, oradan Cumhuriyete ve günümüze uzanan bir memleket serencamını kaleme almış, denebilir.
* Oktay Özel, Kiske Kuşunun Peşindeİletişim Yayınları, İstanbul, 2024