Geçmişte çeşitli yönleriyle enine boyuna çokça tartışılmış olan “arabesk müzik” Ferdi Tayfur’un ölümüyle birlikte yeniden tartışmaya açıldı. Bugünkü tartışmaları geçmiştekilerden ayıran en önemli fark, bu kez tartışmaya “devlet”in de “müdahil” olmasıdır. Geçmişte aydınlar, iktisatçılar, kentleşme uzmanları, sosyologlar konuyu daha çok köyden kente yoğun göçün sonuçları odağında ele almışlardı. Bu ele alış tarzı genel kabul gördü. Müzik dünyasında ise konu daha çok bu müzik tarzını kitlelere taşıyan “star”lar üzerinden yürütüldü.
Terim aslında Fransızca: Arabesque. “Arap tarzı” anlamına geliyor. Başlangıçta tıpkı Romanesque (Roma tarzı) gibi bir mimarlık terimi. Endülüs başta olmak üzere Arap mimarisinde rastlanan bezeme türü Batıda Arabesque olarak adlandırıyor. İspanya’da Endülüs bölgesinde Granada’daki Elhamra Sarayı’nda (Kızıl Saray) ince bir işçilikle taşa işlenmiş geometrik şekillerden, bitki ve hayvan figürlerinden oluşan bu Arabesk bezeme türünü hayranlıkla izlemiştim. Benzer taş işçiliğini, paha biçilmez incelikteki bezemeleri Selçuklu eserlerinde de görmek mümkün. Divriği’deki Darüşşifa ve Ulu Cami’deki benzersiz taş işçiliği ve harika bezemeler bu sanatın dünya mirasını zenginleştiren en görkemli örnekleri arasında sayılıyor.
Batıda Arabesque daha çok hâlâ bu anlamda bir mimarlık terimi olarak kullanılırken bizde epeyce anlam değişikliğine uğradı. Sosyolojik bir yorumla “arabesk” teriminin bizdeki “anlam zemini” genel kabul gören şekliyle şöyle ifade edilmekte: “Arabesk, Türkiye’nin kapitalistleşme ve buna bağlı olarak sanayileşme, kentleşme, kitle iletişimi, ulaşım ve toplumsal mücadelelerdeki canlılığın ve hızın bir ürünüydü. Sanıldığı gibi çevreye uyumsuzluğun bir mahsulü değildi, aşağı sınıflara ait direniş ve kabullenişlerin, isyan ediş ve boyun eğişlerin ideolojik ifadesini bulduğu çelişkili bir formdu. Hâkim sınıfların hegemonik projesine eklemlenebildiği gibi, alternatif bir hegemonya projesine de eklemlenebilecek çağrışımlar taşıyordu.” (Meral Özbek, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İletişim Yay. 1994)
Konunun tabii bir de “popüler kültür” yönü var. Türkiye’de arabeskin popüler bir kültür ürünü olarak biçimlendirilişinin başlangıcını 60’lı yılların sonlarına dayandırmak olası. 70’li yıllarda yer yer “dolmuş müziği” olarak adlandırılan “arabesk müzik”le başlayan kültürel formasyon zaman içerisinde kendisini gündelik hayatın diğer alanlarında da hissettirmeye başladı. Bana göre bir “ara dönem kültürü” olarak kendini var eden bu popüler kültür endüstrisi ülkemizde özellikle 70’li ve 80’li yıllarda önemli ölçüde etkili oldu. Bu dönemde arabesk yalnızca müzik alanında değil, sinemada, tiyatroda, edebiyatta da etkili oldu. Arabeskin edebiyata (şiire, öyküye, romana vb.) etkisi incelenmeye değer bir konu olarak ortada duruyor.
Arabesk denildiğinde toplumsal bellekte canlanan “duygu”lardan kimilerini burada anmak bile bu popüler kültür endüstrisinin “etki alanı”nı yansıtmaya yeter: Hüzün, efkâr, melankoli, kara sevda, imkânsız aşk, yalnızlık, acı, ayrılık, umutsuzluk, çaresizlik, bağrı yanıklık, boynu büküklük, yenilmişlik vb…
Daha çok bu duygulara yaslanan müziğe neden “arabesk müzik” adı verildi? Bunun iki temel nedeni olabilir: Birincisi Arap müziği formlarından etkilenmesi, ikincisi Türk Sanat Müziğinin doğaçlamaya uygun serbest formlarını (gazel, şarkı vb.) kullanma eğilimi. Bunların yanı sıra türkülerden de önemli ölçüde etkilenmiştir arabesk müzik. Buna “söz ve müzik” arasındaki “damar yolu”nu ve bu yolla popüler kültür ürünü olarak “arabesk sözler”in sloganlaştırılarak “star”larıyla özdeşleştirilmesini de eklemek gerek.
Ferdi Tayfur’un ölümüyle yeniden alevlenen “arabesk tartışması”nın birkaç yönü var. Bunlardan birincisi “Ferdi Tayfur şarkıları” özelinde arabesk müziğin toplumdaki karşılığı. Ferdi Tayfur, söyleyiş tarzı olarak Türk Sanat Müziğinin gazel gibi doğaçlamaya uygun serbest formlarına yakın duran bir sanatçıydı. Bir dönemin “gazelhan”ı, “yanık sesi”ydi. Şarkılarını kendine özgü benzersiz sesiyle tutkuyla söylerdi. Arabeskin “star sistemi” onu işledi, kalabalıkların rol modeli yaptı, “star”laştırdı ama yazdığı anı/romanlarına baktığımızda kendi müzik dünyasında bir başınaydı, yalnızdı, yapayalnızdı. Şarkılarını dinleyenler, tarzını, müziğini, kendisini sevenler için gök kubbenin altındaki hoş sedadan bir hoş seda, ahenkten bir ahenk eksildi. Ondan geriye şarkıları, tarzı ve ahengi kaldı.
Ferdi Tayfur’un sanatçı kişiliğinden yola çıkarak yapılan bu değerlendirmeler son derece doğal ve olağan. Sanatçının kişiliğine yönelik böylesi değerlendirmeler “arabesk müzik”e yönelik eleştirilere engel değil elbette, olmamalı da. Nitekim geçmişte bir kültür endüstrisi ürünü olarak arabesk müzik enine boyuna ele alınmış, bu müzik tarzı pek çok yönden eleştirilmiştir. Çarpık kentleşmenin beraberinde getirdiği “alt kültür”lerden beslenen bu müzik tarzının piyasadaki iyi müziği kovduğu; birbirine benzeyen, disiplinsiz, müzikaliteden yoksun “ağlak” söyleyiş tarzının müzik dünyasını adeta istila ettiği; Anadolu’daki pek çok gence yok yere umut dağıtıp kaset çıkarma vaadiyle onları sömürdüğü yönünde ciddi eleştiriler yapılmıştır.
Ferdi Tayfur’un da içinde yer aldığı “arabesk müzik” akımına yönelik bu ve benzeri eleştiriler geçmişten bugüne hep kendi doğal mecrasında sürmüş, devlet, bu tartışmalara pek karışmamıştır. Ancak bu kez garip bir durum oldu. Ferdi Tayfur’un geride kalanlarına, sevenlerine içtenlikle başsağlığı dilendikten sonra arabesk müziğe dair daha önce dillendirilmiş olan eleştiriler gündeme getirildiğinde, bu eleştirileri tekraren dile getirenler anlaşılmaz bir biçimde katı bir “devlet refleksi”yle karşılaştılar. Devlet yetkilileri, medya aparatları, troller ağız birliği etmişçesine arabesk müziği adeta ülkenin “yerli ve milli” müziği ilan ettiler. Akıl almaz retorikler geliştirildi. Arabesk müzik neredeyse kimsesizlerin kimsesi, ezilenlerin sesi, hor görülen gariplerin içindeki sızı, dertlilerin dert ortağı, aşk acısı çekenlerin feryadı, kadersizlerin kaderi oluverdi. Bu anlamsız retoriğin gerisinde sanırım şu denklem var: Yirmi küsur yıl önce bizleri de böyle hor görmüştünüz, bize hiçbir şeyi layık görmemiştiniz; şimdi de arabeske gönül vermiş milyonları hor görüyor, onları hiçbir şeye layık görmüyorsunuz. Artık “eski Türkiye” yok. Alışacaksınız! Kültür, sanat, müzik alanında yürütülen tartışmalar bugüne dek hep kendi mecrasında yürütülmüştü, devlet bu tartışmalara karışmamıştı; keşke yine karışmasaydı. Bir de buradan bir “mağduriyet” yaratılmasaydı… Yeni bir “kültür inşası”nın öyle güçlü iktidarlar eliyle, emirle, talimatla olmayacağını, olamayacağını bu iktidar sahiplerine, devlet büyüklerine, medya aparatlarına, trollere bilmem ki nasıl anlatmalı?
Arabesk, günahıyla sevabıyla, iyi örneğiyle, kötü örneğiyle bir “ara dönem” ürünüydü. Bu müzik türünün ve türevlerinin (sinema vb.) 70’li ve 80’li yıllarda dönemin özelliği gereği geniş halk kitlelerini etkilediği doğrudur. Ancak bir kültür endüstrisi ürünü olarak arabeskin o dönemlerde geniş halk kesimleriyle kurduğu ilişkinin hatta hemhal oluşun sağlıklı olduğu ileri sürülemez. Bugün artık o müzik tarzı aşılmıştır. Geçmişteki o müziği bugün yeniden icra etmek mümkün değildir. Günümüzde kimi müzik grupları, kimi şarkıcılar yeni düzenlemelerle o eski şarkıları modernize ederek seslendirseler de bu dönemin atmosferi artık o eski köyden kente göçün yaşandığı atmosfer değildir. Müzik beğenisi ve müzikalite çok değişmiştir. Bugün yeni düzenlemelerle seslendirilen o eski şarkıların yalnızca tarzı değil işlevi de modernize edilmiştir.
Şu unutkan âlemde hoş bir seda bırakan Ferdi Tayfur’a Allah’tan rahmet dilerim. Geride kalanlarının, sevdiklerinin başı sağolsun…