Roman Kahramanları’ndan Çağrı
- 06 Eylül 2024
Öngörülemeyen bir dünyada yaşıyoruz. Çok üzülüyor, çok acı çekiyoruz. Her geçen gün acılarımıza yeni acılar ekleniyor. Gün geçtikçe daha çok hüzünleniyoruz. Adına üçüncü binyıl dedikleri milenyuma da onun giriş kapısı yirmibirinci yüzyıla da çok hazırlıksız yakalandık. 25 yıldır bir tuhaf zaman diliminde bocaladıkça bocalıyoruz…
Ocak ayının son gününün sabahında tam bir İstanbul beyefendisi olan edebiyat aşığı Mario Levi’nin “de” aramızdan ayrıldığını öğrendiğimde içimi -yine- derin bir hüzün, -yine- derin bir yalnızlık hissi kapladı. Günden güne azaldığımızı, edebiyat iklimimizin giderek çoraklaştığını hissettim. Anlaşılan bu “-de”ler, “-da”lar hiç bitmeyecek. Her ölüm haberi bizi daha çok yalnızlaştıracak, unutsuzluğa yöneltecek. Çünkü yerine yenilerini koyamıyoruz. Çünkü yitirdiğimiz her değer, kendine özgü, ikame edilemez parlak birer kutup yıldızı…
Mario Levi’yi ben 90’lı yılların başında Kayseri’de genç bir mühendisken tanıdım. O yıllar, edebiyat adına dergi/kitap ne çıkarsa alıp okuduğumuz yıllardı. Müdavimi olduğum kitabevlerinden birinde onun Bir Şehre Gidememek adlı kitabına rastlayınca hemen alıp okumaya koyuldum. Gezgin ruhlu genç bir edebiyat okuru olarak -en azından adından dolayı- ilgisiz kalamayacağım bir kitaptı. Yazarın ilk öykü kitabıydı. Üstelik kitap yayımlandığı yıl (1990) Haldun Taner Öykü Ödülü’ne değer görülmüştü. O dönemde edebiyat ödülleri hem kurumsal hem de oldukça saygındı. Ayrıca yıl boyunca öyle çok sayıda edebiyat ödülü de verilmezdi. Toplasanız iki elin parmaklarını ya geçer ya geçmezdi. Okuyucular, prestij ödüllü bu yarışmaların sonuçlarını izler, kitabevlerinin vitrinlerine bakarken ödüllü kitaplara ayrı bir ilgi gösterirlerdi. Daha önce adını hiç duymamıştım Mario Levi’nin. Neredeyse her haftasonunu iple çeken, omuzunda sırt çantası cuma akşamları yola çıkıp pazar gecesi ya da sabaha karşı eve dönen tutkulu bir gezgin olarak “bir şehre gidememek”in nasıl bir duygu olduğunu -bir de- Mario Levi’den okumak istedim. İçinde yazarın çocukluğundan, ilk gençlik yıllarından, aşklarından izler taşıyan öyküleri ilgiyle, beğenerek okudum.
İyi bir edebiyatı okuru bir yazarı okudukça tanır, okudukça merak eder, okudukça sever ya da sevmez. Ben Mario Levi’yi okudukça tanıdım, sevdim ve hep peşine düştüm. Yazdıklarından öte röportajlarını, hakkında yazılanları da merak edip okudum. İlk öykü kitabından sonra ikinci öykü kitabı Madam Floridis Dönmeyebilir’i (1991) alıp okudum. İstanbul’un “kaybolmuşlarını”, dahası bir şehrin kaybolmuşluğunu, şehrin azınlıklarını, “tutunamayışlarını”, “yabancı doğmuşluk”larını bu kitaptaki öykülerden tanıdım, öğrendim. Ardından Mario Levi, içindeki geniş, ferah roman dünyasını açmaya başladı biz edebiyat okurlarına. İlk romanı En Güzel Aşk Hikayemiz (1992), bizi üzerinde altı yıl çalıştığı İstanbul Bir Masaldı’ya (1999) ulaştırdı. 1993’te yazmaya başlayıp 1999’da yayımladığı İstanbul Bir Masaldı, yayımlandığı tarihten itibaren onun başyapıtı olarak anılmaya başladı. Gürül gürül akan bir ırmak gibidir İstanbul Bir Masaldı. Bir Yahudi ailesi odağında 1920’li yıllardan 80’lere zaman bir su gibi akar bu romanda. Madam Floridis Dönmeyebilir’deki öykülere yansıyan yazarın meselesi bu romanda da kendisini hissettirir. Roman yayımlandığının ertesi yılı Yunus Nadi Roman Ödülü’ne (2000) değer görüldü.
Mario Levi, bu romanıyla birlikte “İstanbul âşığı” olarak tanında, sevildi. Aynı zamanda Türkçe sevdalısıydı. Eserlerini Fransızca olarak da yazabilecekken o Türkçe yazmayı seçti. 2020’de Anadolu Ajansı’na verdiği bir röportajda Türkçeyle ilgili olarak şunları söylüyordu: “… Çocukken sokakta hangi dilde top oynamışsan, gençken hangi dilde ilk aşkını yaşamışsan, çok kızdığında hangi dilde sövmek geliyorsa içinden, o dil senin dilindir ve o dil Türkçeydi. O sebepledir ki, kendime hep şunu söylüyorum, benim en derin vatanım Türkçedir.” (Röportajı yapan Fatih Türkyılmaz, Anadolu Ajansı, 3 Nisan 2020)
2009’da yayımlanan Karanlık Çökerken Neredeydiniz bir “sis çanı” gibi dönemin atmosferini yansıtan bir eserdi. 2007 yılı Türkiye’de gerek demokrasimiz gerekse siyasal ve toplumsal düzenimiz bakımından tam bir “kırılma noktası”ydı. Bunu şimdi dönüp geriye baktığımızda daha iyi anlıyoruz. Karanlık Çökerken Neredeydiniz, bir dönem sorgulamasıydı. 78 kuşağının romanıydı. O kuşağa adanmıştı. 70’li yılların telaşı sinmişti sayfaların arasına. Bu roman üzerine kendisiyle yapılan bir söyleşide “karanlık çökerken herkes karanlıktaydı” demişti (Söyleşiyi yapan Refik Sıla Güvenç, Evrensel, 17 Şubat 2009)
Bir dönem İstanbul Barosu başkanlığı da yapan hukukçu Yücel Sayman’ın Evrensel‘de Mario Levi ile ilgili yazdığı bir yazı vardı. Yazıyı internet arama motoru yardımıyla bulup yeniden okudum (‘yabancı olarak doğmak’, 17 Ağustos 2014). İlk okuduğumda yazının başlığı dikkatimi çekmişti. Oradan aklımda kalmış. Üstelik Mario Levi’yi -artık- tanıyordum. Onun doğduğu, sevdiği, âşık olduğu İstanbul’da bir “yabancı” olduğu, en azından bu duyguyla yaşadığını biliyordum. Bir şehre yabancı olarak doğmanın nasıl bir şey olduğunun ipuçları vardı o yazıda. Mario Levi’nin İçimdeki İstanbul Fotoğrafları (2010) kitabından yola çıkarak yazdığı yazıda Yücel Sayman şunları söylemiş:
“Kitabı okudukça hüzünleniyorum. Kaybolan ‘yabancı doğmuşlar’, diller; şehir de onlar kayboldukça kayboluyor, değişiyor, dönüşüyor, çoğu değerleri silinirken sözüm ona medenileşiyor. Medeniyetin vardırdığı, ‘yerli doğmuşlar’ damgalı şehrim… Bana yerli doğduğumu ama yaşadığım şehre yabancılaştığımı anımsatıyor; şehirde yerli kimliğimle niye barışamadığımı daha iyi anlıyorum.”
Yücel Sayman’ın bu satırları yazdığı 2014’te Mario Levi yazarlığının 30. yılını kutluyordu. Yeditepe Üniversitesi’nde düzenlenen “Yazarlığının 30. Yılında Mario Levi” başlıklı sempozyumda edebiyat ve çeviri dünyasından isimlerle akademisyen ve öğrenciler bir araya gelmişti. Sempozyumda Mario Levi’nin eserlerinin farklı ülkelerdeki okurlarla buluşma serüvenini Almanca çevirmeni Barbara Yurttaş, İspanyolca çevirmeni Pablo Moreno, İspanya’daki editörü Lidia Rey anlatmıştı. Doğan Hızlan, Selim İleri, Buket Uzuner, Ece Erdoğuş ve Ayfer Tunç gibi usta kalemler Levi’nin yazarlığı hakkında konuşmuştu. Prof. Dr. Jale Parla’nın moderatörlüğünde Doç. Dr. Ali Budak, Doç. Dr. A. Melda Üner, Prof. Dr. Yakup Çelik, Mario Levi ile ilgili akademik çalışmalarını paylaşmışlardı.
Sempozyum sırasında Ayfer Tunç, Mario Levi’ye yazarlıkta bir otuz yıl daha dilemişti. Yazar da bir otuz yıl için daha söz veremeyeceğini ancak yazarlığının 50. yılında yine birlikte olmayı dilediğini söyleyerek iki kitap daha yazma sözü vermişti. İçinde bulunduğumuz 2024 yılında Mario Levi’nin yazarlığının 40. yılını kutlayacaktık… Ancak, ne yazık ki olmadı… Ölüm, onu aramızdan zamansız aldı… En verimli çağındaydı… Henüz 66 yaşındaydı…
Mario Levi, edebiyatımızı aydınlatan kutup yıldızlarımızdan birisi olarak kitaplarıyla, anılarıyla hep aramızda olacak… Toprağı bol olsun… Nur içinde yatsın… Anısı önünde hep saygıyla…