Yukarıda bahsettiğim gibi Han Kang, yalın, ağırlıksız ve bir o kadar şiirsel yazıyor. Kendi kişisel tarihi ve yaşadığı coğrafyanın bu kişisel tarihe yansımasını kısa pasajlarla anlattığı Beyaz Kitap; Metinlerarası Kitap etiketi ile basılan Daniel Moyano’nun Akdeniz’in lezzetli dilini ve kültürün coşkunluğunu her bir satıra aktardığı Timsahın Kutusu; sevgili Asuman Susam’ın büyük bir emek ve özveri ile hazırladığı ve bir Gülten Akın haritası da diyebileceğim Gülten; Richard Brautigan’ın deneysel pasajlarla dolu, donuk gibi görünen ama insanın içini acıtan, zihinde kalıcı bir hüzün bırakan Karpuz Şekerinde; daha önce yine çocukların dünyasından seslendiği Küçük Eller kitabına aşık olduğum ve yine çocukları, onlara atfettiğimiz masumiyet kavramını kurguyla şahlandıran İspanyol yazar Andres Barba’nın, Notos Kitap etiketiyle yayımlanan ve bu sene üçüncü baskısını yapan Işıklar Ülkesi isimli romanı; bir porselen koleksiyoncusunun gözünden ve kalbinden savaş, yıkım odağında yaşanan insan olma durumunu ve esir olma kavramını metaforik olarak irdeleyen İngiliz yazar Bruce Chatwin’in Can Yayınları etiketi ile yayımlanan Utz romanı; yine Can Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılan Violette Leduc imzalı yalnızlık, görünmezlik ve bir tutunma hikayesi olan, bilinç akışı tekniğinin dahilikle buluştuğu, kısa ama etkili bir novella Küçük Tilkili Kadın; Vacilando Kitap tarafından yayımlanan sevgili Öznur Unat’ın güçlü ve lezzetli metinlerinden oluşan, 2023 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü fazlasıyla hak eden öykü seçkisi Palaçinka bu sene çok severek okuduğum ve her biri zihnimin bir köşesinde tortular bırakan kitaplar oldu.
İletişim Yayınları etiketiyle Haydar Karataş tarafından yazılan Gece Kelebeği, Perperık-a Soe’ye ayrı bir başlık açmak istiyorum. Tüm gerçekliği tarif edilemez bir dil ve anlatım tekniğiyle okura ulaştıran Karataş, insanın dimağında bir anne masalı, bir türkü, bir ninni, bir yas, bir destan okuyormuşsun hissi bırakıyor. İnanılmaz bir edebiyat deneyimiydi demek yanlış olmayacaktır.
Yine Holden Kitap etiketi ile dilimize kazandırılan Herbert Clyde Lewis’in Gemiden Düşen Adam’ı sanıyorum bu sene okuyup bir ömür kendisinden bahsedeceğim kitaplar arasına girdi. Absürt bir hikaye gibi görünse de metaforik kullanımın gücü ile okuru sarsan, herkesin kendinden ve hayatından, yani kendi gemisinden bir şeyler bulabileceği, kısacık ama külçe gibi ağır bir kısa roman/novella. Okumadan ölünmemesi taraftarıyım.
Ve son olarak, sevgili Elias Canetti’nin meşhur kitabı Körleşme benim 2024 yılıma damgasını vuran bir baş yapıt olarak yerini aldı. Uzun ve incelikli bir okuma deneyimi sunan Körlük ve baş karakteri Profesör Kien beni öylesine etkiledi ve büyüledi ki kitap hakkında üzerinde neredeyse bir ay çalıştığım bir inceleme yazdım. Bu yazıyı yine Karnaval Dergi, İlay Bilgili yazı arşivinde bulabilirsiniz. Körleşme, çok özel ve önemli bir kitap. Kendinizi bu zevkten mahrum bırakmayın derim.
Bazen iyi dizi mi yoksa iyi film mi çok karar veremediğim anlar olur. Sinema ve televizyonun hayatıma girdiği ilk günlerden itibaren bazen zihnimde bazen defterlerde yaptığım izlemeden ölme listeleri vardır. 2024 yılında benim için izlediklerim arasından sıyrılan yedi dizi ise şöyle…
Gerçek bir hayat hikayesine dayanan ve Hollywood’un iç yüzünü ve bir de o sistemde kadın olma gerçeğini tüm hüznü ve gerçekliğiyle aktaran, oyuncuların ve oyunculukların insanı deli edecek kadar güçlü olduğu Feud;
Aslında 2014 yapımı olan ama benim bu sene izlediğim, aynı zamanda bir kitap uyarlaması olan sadece 4 bölümlük sarsıcı, eğlenceli, hüzünlü, çılgın, sevimli, gerçek ve güçlü Olive Kitteridge. Olive karakterine hayat vermiş Frances McDormand’a ise söylenecek tek söz yok.
Meşhur polisiye True Detective, bu sene 4. Sezonu ile karşımızdaydı ve işin en güzel tarafı ilk kez bu sezonda kadın ikili gördük. Nic Pizzolatto’nun meşhur polisiyesinde bu kez başrolde ünlü oyuncu Jodie Foster var. Night Country isimli 4. Sezon birçok anlamda en çok da ters köşe yapan sezon final bölümüyle çok özel. Kaçırmayın.
Yine bir gerilim, dram olan Sharp Objects, ırkçılık üzerine muazzam bir gerilim, korku dizisi olan Them – izlediğim en tuhaf işlerden birisiydi-, Colin Farrell’in muhteşem bir makyajla suç tarihinin en önemli karakterlerinden birisi olana Penguin’e dönüştüğü The Penguin; iki kadının siyaset, coğrafya ve erk dünyasında dayanıştığı, Elisabeth Moss’un başrolünde olduğu The Veil ise bu sene izleyip etkisinden çıkamadığım televizyon yapımları oldular.
Ve birçok yeni filmle tanıştığımız 2024 yılında gerek bu yıl içinde gerek daha öncesinde gösterime girmiş olup benim bu sene izlediğim ve unutulmazlar listeme giren belli başlı filmlerin başında ise bir kız çocuğunun büyüme ve dünyaya kafa tutma hikayesi olan, güçlü senaryosu ve çekimleriyle insanı büyüleyen Bird ve başrollerinde Paul Mescal ve Andrew Scott’ın yer aldığı güçlü ve sarsıcı bir yalnızlık hikayesi olan All Of Us Strangers bulunmakta.
Alasdair Gray’in aynı adlı romanından son dönemin en iddialı ve güçlü yönetmenlerinden biri olan Yorgos Lanthimos tarafından filme uyarlanan Poor Things, gerçek üstü bir anlatımla kadın, özgürlük, erkeklik, sistem, toplum gibi kavramlara kamerasını çevirirken, Sofia Coppola’nın yönetmen koltuğunda olduğu Priscilla ise Rock and Roll’un babası Elvis Presley’nin çocuk yaştaki karısı Priscilla’yı odağına alarak toksik erkeklik, rıza ve kadın olmayı objektif ve sert bir şekilde izleyiciye sunuyor.
Postpartum yaşayan kadınlardan yola çıkarak kolektif bir kadınlık hikayesi anlatan Witches, duygularımızın ergen halleriyle tanıştığımız müthiş animasyon Inside Out 2, Wim Wenders imzalı minimal ve bir o kadar etkileyici Perfect Days, Levan Akın imzalı, şiirsel, görsel, büyüleyici bir aşk ve büyüme hikayesi olan And Then We Danced, izlerken her anında insana kendini sorgulatan mahkeme sahneleri ve insanın kendisiyle yüzleştiği diyalog ve tiratları ile Anatomy Of A Fall, bir Holokost filmi olan ve gerçek bir hayat hikayesine dayandığı için insanı iki kez sarsan Zone Of Interest, yazma sürecini esprili bir dille anlatırken sistemi de taşlamayı ihmal etmeyen American Fiction, yazar Shirhley Jackson’un hayatının bir dönemine odaklanan biyografik Shirley, çocukluk, önyargı ve sancılı bir büyüme destanı olan Hirokazu Koreeda imzalı Monster ve elbette ki senenin son aylarında ekranlarımıza bomba gibi düşen Demi Moore’un baş rolünde olduğu Substance. Kadın bedeni, güzellik, sektör ve yine toksik erkek bakışının aynı kazanda, body horror dilinde anlatıldığı Substance, kimi zaman karikatürize sahneleri kimi zaman kan gölüne dönen ekranlarla izleyiciye eşsiz bir sinema deneyimi sunuyor. Sakın ıskalamayın.
İnsanların astronomi ve coğrafi alanlardaki keşiflerinden sonra günler saatlere, aylar günlere, yıllar ise aylara bölünmüş. Her 365 gün bir sene ediyor. Dünyanın her yanında insanlar 31 Aralık gecesi saat 00:00’ı vurduğunda eski yılı uğurlayıp bin bir umutla yeni ve temiz bir sayfaya merhaba diyor. Tabiatın kendisinin bizim bu gülünç halimizden haberi yok elbette. Fakat tabiat aynı zamanda insanın tüm karmaşa ile baş edebilmek için yazdığını, küçük donuk görüntüleri çok hızlı hareket ettirerek bir masal dünyası yaratabildiğini de bilmiyor. Yeni yılda her şey çok güzel olur mu bilinmez ama dilerim insana alternatif evrenler sunarak direnme gücü veren sanatın çok daha önemsendiği, sanata ömürlerini adamış farklı alanlardaki sanatçıların değerlerinin çok daha fazla bilindiği bir yıl olur.
İyi ve nitelikli edebiyatın, bağımsız sinemanın ülkemizde de hak ettiği yere geleceği bir yeni yıl diliyorum. Kolaylıkla, sağlıkla ve huzurla gelsin…