Hayata devam etmek için bulduğumuz yöntemler var her birimizin. Hayatı yaşanır kılmak için. Her sabah yataktan kalkmak için bir sebep aramayı bıraktım yıllar evvel. Hayatımın düzeni otomatiğe bağlandığından beri, ki bu kalbimin heyecan odasının sonsuza dek kapandığı güne denk gelir, yaptığım sadece pili bitene dek dönen saat gibi ilerlemek. Ne işe yaradığını bilmeden birbirini kovalayan akrep ve yelkovan misali. Halbuki her şey onların ilerlemesiyle devam etse de onların bundan haberi bile yok. İşte böyle geçip giderken her gün başka bir şey oldu dün. Her şeyin fazla sıradan olduğu ömrümdeki ufacık sapmadan bahsedeceğim.
Küçükken sanıyordum ki büyüdükçe ve dünya nüfusu arttıkça yalnızlık da her yeni doğan insanla biraz daha azalacak ve yok olacak. Çünkü herkes birbirine şifa olmaya geliyor hayata. Ağlayanları gülümsetmek, dertlilere derman olmak için kalabalıklaşıyoruz. Şimdi kırklı yaşlarımda gördüğüm şey, herkesin kendi yalnızlık şatolarına saklandığı. Ev almanın zorlaştığı, bir oda tutup yaşamanın çok masraflı olduğu ülkemizde herkes yalnızlıktan şatolar inşa etmiş. Tüm malzemeleri de çevrelerini saran kalabalıktan yükselen korkutucu tatminsizlik ve beklenti.
Dün işten çıkıp her akşam yaptığım gibi eve doğru yürürken yağmur bastırdı. Öyle ani oldu ki değil önlem almak, yağmur yağdığını idrak edene kadar sırılsıklam oldum. O an yapılacak tek şey ıslanmaktı. Tam da bir sigara yakmak gelmişti içimden ama o yağmurda çakmağın yanması imkansızdı. Neyse ne diyordum! Dün yağmura yakalanınca etrafa baktım sığınacak bir yer bulmak için. Aslında yağmurdan bedenimi korumak için değil de sığındığım yerde sırılsıklam halimle sigara içmek için. Çalıştığım devlet dairesi ile yaşadığım apartman dairesi arasındaki yol her akşam 22 dakika 30 saniye sürüyor. İstisnalar oluyor tabii. Ama hayatımın dümdüz ilerleyişinde tek heyecan her akşam aynı sürede, saniyesine kadar o yolu kat etmek. Yağmura yakalanınca bu sürenin değişecek olması ihtimali biraz canımı sıktı. Bu can sıkıntısı şöyle bir şeye sebep oldu; Kalbimin sıkıntı odasının tamamen kilitlenmemiş olmasını bilmek çok iyi hissettirdi. Bir parça daha yaşama tutunacak sebebim oldu. Etrafa bakınıyordum uygun bir yer bulmak için. Yolun karşısında duran Köşger dükkanının kapısında yaşlı bir beden kolunu hızla sallıyordu. Yağmurda ıslanan bana eliyle ‘gel’ demek istiyordu. Şaşırdım. Her akşam yolun aynı tarafından yürüdüğüm için bugün gördüğüm küçük dükkânın içinde çalışan insanı daha önce hiç fark etmemiştim. Hızla yolun karşısına geçtim. Eve varmama daha 17 dakika 45 saniyelik mesafe vardı. Bir de sigara içme isteğim gittikçe şiddetleniyordu. Yağmurun da önümüzdeki dakikalarda şiddetleneceğine dair hislerim bu kadar kuvvetli olmasa adamı görmezden gelip yoluma devam ederdim ama yağmur, yavrusu elinden alınmış anne gibi hiddetle yağıyordu.
Karşıya geçip yaşlı adamın çekildiği kapıdan içeri girdim hızla. Köşger dükkanının bu kadar büyük olmasını beklemiyordum. Genellikle bir kişinin sığacağı genişlikte olurlardı ya da öyle kalmıştı aklımda.
Burada küçük bir soba üstünde kaynayan çaydanlık, iki masa ve üstünde makine, bir ufak sandık, toplam üç sandalye vardı. Duvarda siyah beyaz film afişlerinden yalnızca ‘Sevmek Zamanı’nı tanıdım. Sandalyenin birinde yaşlı adamın torunu olacak yaşta delikanlı oturuyordu. Odaya girdiğimi fark ettiğine dair en ufak belirti göstermedi. “Buyurun şöyle oturun” diyerek arkamda kalan duvar köşesindeki sandalyeyi gösterdi yaşlı adam. “Bu yağmurda gideceğiniz yere varana kadar hasta olursunuz’’ cümlesini tamamlarken arkasındaki küçük sandıktan temiz bir havlu alıp bana uzattı. “Kurulanın isterseniz. Bir çay içersiniz değil mi? yeni demlendi.” dedi gülümseyerek.
“Teşekkür ederim çok iyi olur” dedim. Yaşlı adam yerde duran tepsiden temiz çay bardağı alıp çaydanlığın yanına koyarken onu incelemeye başladım. Elleri yaşlılığından dolayı olduğunu tahmin ettiğim şekilde titriyordu. Bir zamanlar sarı olan saçları kırlaşmış teninin beyazında hafif lekeler çıkmıştı. Gözleri cam mavisi parlak ve berraktı. Çayı doldurup uzatırken yüzündeki gülümseme bana sanki sokakta kalmış yavru kediyi kurtarmış birinin yüzündeki şefkati hatırlattı. Çevreme bakınarak içeriyi incelemeye başladım. Genç oğlan başını kaldırmadan kulağında kulaklıkla yeni nesil müziklerden olduğunu tahmin ettiğim şarkıya başını sallayarak ve dudaklarının mırıltısıyla eşlik ediyor, aynı anda önündeki makinede bir ayakkabının açılmış kenarlarını dikiyordu. Yaşlı adam da kendi makinesinin önüne geçip yarım bıraktığı işe devam ederken konuşmaya başladı.
‘‘Şimdiki gençler böyle işte! Başını kaldırıp bakmaz, etrafında olup bitenden bihaber. Bir şey desek bizden suçlusu yok. En iyisi olduğu gibi kabul etmek.” dedi gülümseyerek. “Zaten başka türlüsü gelmez elimizden. Aynı dili bile konuşamıyoruz ki yeni nesil ile nasıl anlaşalım” dedi.
‘’Okula gitmiyor mu?’’ diye sordum. Aynı dili konuşmadan, bir konuda sohbet etmeden bu dükkânda günlerce iki kişi olarak çalışmanın nasıl bir şey olacağını tahmin etmeye başladım. Daha fazla dayanamayarak bir sigara yaktım. Bir sigara da ihtiyara uzattım. Sağ elini kalbine götürüp. “Bırakalı çok oldu.” dedi. İlk kez o an delikanlı başını kaldırıp bana baktı. Sigara içmek istediğini anladım. Görmezden gelip paketi kaldırdım. İhtiyar bu hareketimi fark edip gülümsedi. Başını yana çevirip film afişleriyle kaplı duvara baktı;
“Lise sona gidecekti bu yıl. İstemedi. Kızımın oğlu olur. Kızım da kocası da Hatay’da bir fabrikada çalışıyorlardı. Kendi kendine yeten bir ev işte. Kendi yağıyla kavrulan insanlar. Kocası bir gece vardiyasında iş kazasına kurban gidince fabrika sahipleri korkudan kızımı işten kovdular. Mahkemeye vermek istedik ama ardında güçlü biri yoksa sesin de çok çıkmaz bilirsin. Gücün yetmez büyük adamlarla baş etmeye. Onların zırhı da kalın olur. Kızım da garibim oğlunu alıp yanımıza geldi üç sene evvel.” Adamın sesi ağlamaklıydı artık. “Çocuk isyankâr oldu her gün biraz daha. Anasını, bizi, devleti, tanıdık tanımadık herkesi suçlar oldu. Son birkaç aydır yanıma geliyor. Kulağına takıyor kulaklığı. Hiç konuşmadan çalışıyor. Bir şey demek istesem duymuyor ya da duymazdan geliyor.” Başını çevirip torununa bakıyordu şimdi. Çaresizliğini görmek, bunca yaşına kadar ne emeklerle büyüttüğü hayallerinin paramparça olduğunu hissettim sesinden.
“İnşallah bu hali geçer diye dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimizden.” Yaşlı adam bir yandan da önündeki makinede diktiği ayakkabıyı bitirip incelemeye başlamıştı. Ben adamın elindeki işten çok genç hakkında duyduklarımla ona bakıyordum.
Üçüncü sigaramı yaktığımda dışarıda yağmur hafiflemişti. “Keşke dedim keşke yaşamak için bir amacı olsa.” Sanki duymuştu genç. Kafasını kaldırıp baktı. Göz göze geldik bir an. Sigara vermediğim için darılmış olduğunu anladım. Hayata devam etmek için bulduğumuz yöntemlerden bahsetmek istedim gence. Bir şekilde ölmüyorsak devam etmek zorunda olduğumuzu anlasın istedim. Belki biliyordu. Belki ölmediyse ve her gün burada ayakkabı dikiyorsa devam etmenin yolunu bulmuştu kendince. Bir gün dünyanın en iyi ayakkabısını dikecekti belki. Belki de sadece dedesinden kalacak bu dükkânda bitecekti ömrü. Ama devam edecekti. Çınar ağacını anlatmak istedim. Karda kışta soğukta dahi dalına sıkıca tutunan yapraklarını anlatmak. Hepimizin bir çınar ağacı olduğunu aslında. Belki içimizde bir sürü mevsim hızla geçip tüm bitkileri kurutsa da çınar ağacı olmayı tercih edenlerin köklerine tutunup devam ettiğini. Taze yapraklar gelene dek onların yerini sıcak tuttuğunu anlatmak istedim. Hepimizin devam etmesini sağlayan o içimizdeki çınar ağacıydı.
Tabii bütün bunları anlatamadım. Ne adını sorabildim gence ne de yaşlı adama işi hakkında sorular sordum. Yağmur durmuştu. “Çay için teşekkür ederim.” deyip kalktım yerimden. Genç yine başını kaldırmadan önüne baktı. Yaşlı adam da hızla kalktı yerinden. Önümden yürüyüp dışarı çıktı. O an sigara paketini gencin önüne bıraktım. Konuşmadı, kafasını da kaldırmadı ama gülümsediğini fark etmiştim. Hızla çıktım kapıdan.
“Ne zaman istersen gel.” dedi yaşlı adam gülümseyerek. ‘’Yolunun üstündeyiz. Çayımız hep olur.”
Küçük köşgerden çıkıp yürümeye başladım. Başımı kaldırdığımda gökkuşağının altından geçiyor olduğumu gördüm.