Çok Uzak Çok Yakın – Osmanlı’dan Türkiye’ye Modern Ermenice Edebiyat
Edebiyat

Çok Uzak Çok Yakın – Osmanlı’dan Türkiye’ye Modern Ermenice Edebiyat

Alber Keşiş

Osmanlı’nın başkenti ve modern Türkiye’nin sanat ve kültür açısından en önemli şehirlerinden olan İstanbul, Batı Ermenicesinin ve dolayısıyla Batı Ermenice edebiyatın da merkezi konumundadır. Ne var ki, Mehmet Fatih Uslu tarafından yazılan ve Aras Yayıncılık tarafından yayınlanan ‘Çok Uzak Çok Yakın – Osmanlı’dan Türkiye’ye Modern Ermenice Edebiyat’ adlı kitap Batı Ermeni edebiyatı hakkında Türkçe olarak kaleme alınan ender çalışmalardan birisini oluşturmaktadır. Kitabın adının da işaret ettiği üzere Türk edebiyatı ile aynı coğrafyada gelişen, benzer problemleri, yaşantıları, duyguları konu edinen bu denli yakın ve hatta iç içe geçmiş Ermenice edebiyat, erişilebilirlik açısından bir o kadar da uzak. Yazarın kitabın önsözünde de ifade ettiği gibi “Ermeniceye ve Ermenice edebiyata ulaşmak, diğer dillere, özellikle Avrupa dillerine kıyasla çok daha zordu. Ermenice öğrenmek için hemen köşebaşında bir kurs bulamazdınız mesela. Hadi diyelim öğrenmeye başladınız, aradığınız kaynağı Türkiye’de bir kütüphanede ya da kitapçıda bulmanız imkânsıza yakındır.”

 

Modern Batı Ermeni edebiyatı özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından 1915’e kadar olan dönemde en verimli çağını yaşamıştır diyebiliriz. Bu dönemi hazırlayan koşulları anlamak için geçmişe kısaca göz atmakta fayda var. Osmanlı’da ilk Ermeni matbaası Sivaslı (kimi kaynaklara göre ise Tokatlı) Apkar Tıbir tarafından 1567 yılında faaliyete geçer ve dini kitapların yanı sıra Ermeni alfabesi ile ilgili bir kitap da yayınlar. Ermeni matbaacılığı bu tarihten itibaren büyük bir ivme kazanır. Öte yandan özellikle Mıkhitaristlerin Venedik ve Viyana’daki manastırlarında 14. Yüzyıldan itibaren din, edebiyat, coğrafya, tarih, dilbilim ve sözlükçülük alanlarında çok sayıda eser verdiğini biliyoruz. Avrupa’daki Ermeni cemaatlerinin varlığı, Ermenilerin Avrupa kültürü ve edebiyatı ile temas halinde olmalarını sağlamış, klasisizm, romantizm, realizm gibi akımlar Osmanlı Ermeni edebiyatına da yansımıştır. 18. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan yaygın okullaşma seferberliği ile eğitime verilen büyük önem de diğer bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Son olarak 19. yüzyılın ortalarına kadar matbuat alanında yaşanan dil tartışmasına değinmek isterim. Matbu eserlerde ve dolayısıyla edebiyatta eski klasik Ermenicenin mi (Krapar), yoksa modern halk dilinin mi (Aşkharapar) kullanılması gerektiği sorunu ciddi çatışmalara yol açmış ve ikincisinin zaferiyle sonuçlanmıştır. Artık Batı Ermenice edebiyatın yükselmesine olanak veren kültürel zemin hazır hale gelmiştir.

 

Kitap esas olarak iki ana bölümden oluşmaktadır. 1. bölüm 1850-1915 yılları arasındaki Osmanlı dönemini, 2. bölüm ise, 1923’ten 21. yüzyıla kadar olan dönemi kapsamaktadır. Kitapta incelenen başlıca yazarlar arasında Bedros Turyan, Hagop Baronyan, Krikor Zohrap, Sırpuhi Düsap, Zabel Yesayan, Misak Koçunyan, Şahan Şahnur, Garbis Cancikyan, Zaven Biberyan, Kurken Mahari, Rober Haddeciyan, Mıgırdiç Margosyan ve Vahe Berberian’ı görüyoruz. Son bölümde yer alan ‘Ekler’de ise, yazarın bir inceleme yazısı ile yazarla yapılan bir görüşmeye yer verilmiş.

 

Batı Ermenice edebiyat özellikle 1908 yılından itibaren büyük bir gelişme kaydetmiş, çağın sınırlarını zorlayan bir seviyeye ulaşmıştır. Yazar bu yükselişi şöyle örneklendirir: “1915’e yaklaştıkça Ermeni kültür mahfillerinde ciddi bir avangard hareketlilik görülür. Venedik’te eğitim alan ve İtalyan fütürizminin kurucusu Filippo Marinetti ile dost olan Hrant Nazaryants, 1910’da ‘F. Marinetti ve Fütürizm’ başlıklı bir kitap kaleme alır. İstanbul’da Ermenice basılan bu kitap, Fütürizm hakkında İtalyanca dışında yayınlanan ilk eserdir!” 1914’te İstanbul’da yayınlanan Mehyan (Tapınak) dergisi için ise Uslu şunları yazmaktadır: “Dergide hem Nietzsche gibi devrin etkili filozoflarının tartışıldığını hem de Yeni Pagancılık gibi Avrupa çağdaş sanat akımlarının etkisinde yazılar yayımlandığını görürüz. Öyle ki artık takip edilen Avrupa edebiyatıyla aradaki mesafe neredeyse artık tamamen kapanmış gibidir.”

 

1915 yılına gelindiğinde Batı Ermenice edebiyat ve hatta bizzat Batı Ermenicesi büyük bir kırılmaya uğrar. İstanbul’da veya başka ülkelerde hayatta kalmayı başaran az sayıdaki şair ve yazar önemli eserler verseler de Batı Ermenice edebiyat eski gücüne ulaşamaz. Sonuç olarak yazarın da belirttiği gibi “Osmanlı kökenli Ermenilerin edebiyatı yavaş yavaş Ermeniceden başka dillerde yaşayan bir edebiyatlar toplamına, bu toplamın her bir dildeki tezahürü de farklı coğrafyalarda birer ‘minör edebiyat’ vakasına dönüşür.”

 

Üsküdarlı şair Bedros Turyan (1851-1872) ile ilgili bölümde Mehmet Fatih Uslu dönemin edebiyat anlayışı ile ilgili olarak şu bilgileri veriyor: “Ermenice şiirde (ve genel olarak edebiyatta) o güne kadar klasik tavrın kudretini koruduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar 1830 sonrasında klasisist ve romantik damarların Avrupa’daki kronolojik gelişimin aksine içi içe geçerek büyüdüğü görülse de edebiyat dili halkın dilinden oldukça farklı bir yüksek dile (krapar) bağlı kalmış, edebiyat ise -Fransız popüler edebiyat çevirilerinin gördüğü ilgiye rağmen- merkezinde dini eğitim kurumlarının bulunduğu, elit bir pratik olmaya devam etmiştir. Bu süreçte romantizmin kuvvetli tesiri, birey-itiraf alıntılarından ziyade milli kimlik duygusuna odaklanan tarihi anlatıları doğurmuştur.”

 

Bedros Turyan yukarıdaki alıntıda sözü edilen edebi atmosferden etkilense de Uslu’nun deyimiyle “millet romantizminin” ötesine geçer. Aşk ve doğa gibi romantik temalara ilaveten bireysel acılar ve onulmaz hastalığının etkisiyle ileriki yıllarda şiirine hakim olan ölüm teması iç sesin ve bireysel duyguların her şeyden önce geldiği yeni ve modern bir tarzın habercisidir. Turyan’ın şiirlerini besleyen Fransız romantik şiiri, Ermeni tarihi, Ermeni mitolojisi, Hıristiyanlık bilgisi ve tarihinden de öte, yazarın ifadesiyle, “Turyan’ı Turyan yapan ve tüm bunların ötesine geçen bir ‘ben’ şairi olması, söz konusu referans kümelerini şahsi tecrübeyle harmanlamanın dilsel araçlarını icat etmesidir.”

 

Batı Ermenice edebiyatın tartışmasız en önde gelen mizah ve taşlama ustası Hagop Baronyan’dır (1843-1891). Şark dişçisi adlı oyunu Türkçeye de çevrilip sahnelenen Baronyan, yazdığı oyunlar, roman ve novellalarla içinde bulunduğu toplumu sert şekilde eleştiren, sarsıcı eserlere imza atmıştır. Ermeni edebiyatının Molier’i olarak da adlandırılan Baronyan’ın eleştirilerinin temel hedefi modernleşmenin getirdiği sorunlardır. Uslu’ya göre Baronyan yeni bir toplum düzeni önermemekte, bu nedenle doktora çalışmasını Baronyan üzerine yapan Ermeni edebiyatı tarihi uzmanı Profesör Kevork Bardakjian’dan alıntıyla “kendisini insan davranışlarını yargılayan bir hâkim ve bir yıkım üstadı” olarak nitelendirmektedir. Yazar, yine Bardakjian’a atıfla şunları söylemektedir: “Bardakjian Baronyan’ın Ermeni ruhban sınıfına, Ermeni toplumu içinde yükselen milliyetçiliğe ve onun iddialı sözcülerine, adem-i merkeziyetçiliğe ve yeni seçkinlere aynı anda karşı çıktığını yazar. Ama baktığı yerlerde yozlaşma görmesi değil, bunu apaçık ifade etme cesareti göstermesidir Baronyan’ı esas farklı kılan.”

 

Mehmet Fatih Uslu’nun kitabında bölüm ayırdığı diğer önemli bir yazar ise Krikor Zohrab’tır (1861-1915). Dönemin önde gelen hukukçuları arasında yer alan ve Osmanlı meclisinde milletvekili olan Zohrab özellikle öyküleri ile modern Ermeni edebiyatında önemli bir yer tutar. Yazar bu konuda önemli bilgiler veriyor: “Zohrab çağdaşlarını, özellikle Daudet, Maupassant ve Zola’yı yakından takip etmiş, onların düzeyinde ama onların taklidi de olmayan bir edebiyatı kendi anadilinde yaratmayı başarmıştı. Böylelikle çağdaş gerçekçi edebiyatın Ermenice dilindeki öncülerinden biri olmuştu. Çağdaşı eleştirmenler ve okurları için o ‘hikâyelerin prensi’ydi.” Krikor Zohrab ile ilgili bölümde Uslu yazarın ‘Armenisa’ adlı öyküsünü inceler. Aslında bu öykü Zohrab’ın eserlerinde sıklıkla yer alan ve ayrıntılı olarak tasvir edilen kadın karakterlerinden birini konu edinmektedir. Bu eserde aynı zamanda Ermeni Katolik ve Apostolik kiliselere bağlı cemaatlerin o dönem çok şiddetli çatışmalara yol açan mezhep çatışmasının bir örneğini de görüyoruz. ‘Armenisa’ bu yönüyle Vartan Paşa tarafından yazılan ve ilk Türkçe roman olan ‘Akabi Hikâyesi’ni hatırlatmaktadır. Zohrab’ın kadın hürriyeti konusundaki yaklaşımı da ayrıca tartışma konusudur. Bu noktada sözü yine Uslu’ya verelim: “Zohrab’ın hikâyeciliğinin en belirleyici güdülerinden ve dinamiklerinden biridir kadınları anlatmak. Kurmaca eserleri birbirinden çarpıcı ve arzulu bir dikkatle tahlil edilmiş karakterlerle doludur. Çağdaşları da onun bu özelliğine dikkat çekmişlerdir. Örneğin Tölölyan, “kadın ruhunun ve bu ruhun karmaşıklarının hakiki yorumcusu” diyerek Zohrab’ı övmüştür. Zohrab’ı feminist sayan eleştirmenler bile vardır!”

 

Söz feminizme gelmişken, kitapta yer alan iki entelektüel kadın yazara da değinmek isterim. Sırpuhi Düsap (1840-1901) ilk Ermeni kadın romancıdır. 1880-1881 yıllarında yazdığı makalelerle kadınların özgürleşme sorununu gündeme getirir. Kadınların ekonomik özgürlüğü ve sosyal hayattaki statüsü eserlerindeki ağırlıklı temalardır. 1883 yılında yayınladığı ilk romanı ‘Mayda’ özgür ve romantik aşkı savunduğu için ağır eleştirilere uğrar. Uslu’nun ifadesiyle, “Modernleşen edebiyat alanının Krikor Zohrab ve Hagop Baronyan gibi erkek önderleri Mayda’yı ve Düsap’ı nereye koyacaklarını şaşırırlar.” Bu denli güçlü ve şoke edici bir sese, söyleme sahiptir Düsap. Düsap’ın Mehmet Fatih Uslu’nun çevirisiyle kitapta yer alan şu sözleri ise son derece çarpıcıdır: “Tekrar ediyorum: Adaletsizliğin ve peşin hükmün düşmanıyım. Bunun sonucunda kadın cinsini sımsıkı bağlayan zincirleri kalbim sıkışarak görüyorum; öyle ki bu zincirlerle kadının sözü ne tabii olur ne hakiki. Peki böyle boyunduruk altındayken hakikat yaşayabilir mi?”

 

Osmanlı’da muhtemelen modern anlamda üniversite öğrenimi gören ilk kadın olan Zabel Yesayan (1878-1943) Sorbonne Üniversitesi’nin edebiyat ve felsefe bölümünden mezun olmuştur. Yesayan henüz 12-13 yaşlarında iken iki kız arkadaşıyla birlikte Düsap’ı evinde ziyaret eder. Edebiyat meraklısı kızlar Düsap’ın karşısında korkuyla karışık bir saygı hissederler. Düsap’ın Yesayan’ın hiç unutmayacağı sözlerini yine Uslu’dan aktaralım: “Bayan Düsap bir yazar adayı olduğumu duyunca, bu meslekte kadınları defneden taçlar değil dikenli tellerin beklediğini söyleyerek beni uyardı. Bizim gerçekliğimizde bir kadının ortaya çıkıp kendi yerini istemesine hâlâ tahammül edilmediğini söyledi. Bütün bunların üstesinden gelebilmek için vasatın üzerinde olmak gerekiyordu: ‘Erkek yazar vasat olmakta özgürdür, fakat kadın yazar asla.”’

 

Çağının siyasi olaylarından ve modern edebiyat akımlarından fazlasıyla etkilenen Üsküdarlı yazar Yesayan’ın hatıratları ve romanları Üsküdar başta olmak üzere dönemin İstanbul’unu resmeden anlatılarla doludur. Uslu yazarın edebiyatına ana rengini veren iki temel dinamikten söz eder: “Bunların ilki ve bana kalırsa daha önemlisi Yesayan’ın genel olarak kadın, özel olarak kendi iç dünyasını edebiyat vasıtasıyla anlama ve anlatma arayışıdır. Eserleri içinde belki de en önemlileri bu damarın etkisinde, otobiyografik izlerin belirgin olduğu novellalardır. Çok zaman birinci tekil kadın anlatıcının sesini duyduğumuz, zaman ve mekânda bütünlüğün kırıldığı, parçalı ve izlenimci metinlerdir bunlar. Yesayan’ın anlatıcıları, kurulu düzenin kadınları sıkıştıran sabiteleri ve katılıklarıyla inatla kavga eden, onun içinde kendi has sesini arayan kahramanlardır. Bu deneysel, cesur ve modernist estetik içinde nefes alıp veren kurmacalarda, şahsi krizlerle toplumsal krizlerin iç içe geçişi incelikle işlenir.” İkinci dinamik için ise Uslu şu bilgileri vermekte: “Yesayan’ın edebiyatındaki diğer kurucu damar ise onun toplumdaki eşitsizliklere ve sömürüye karşı duyduğu koyu öfkedir. Daha yazdığı ilk metinlerde fakirlik, eşitsizlik ve sınıf sömürüsü karşısında hissettiği yoğun hiddet kolayca sezilir.”

 

Mehmet Fatih Uslu’nun ‘Çok Uzak Çok Yakın – Osmanlı’dan Türkiye’ye Modern Ermenice Edebiyat’ adlı çalışması alanında önemli bir eksikliği gidermekle kalmayıp, özellikle Batı Ermenice edebiyat ile ilgilenenler ve araştırmacılar için değerli bir kaynak sunuyor. Osmanlı’nın çok dilli ve kültürlü yapısından günümüze İstanbul merkezli Batı Ermeni Edebiyatının izlediği gelişimi, tarihi kırılma noktalarını bu eserde izlemek mümkün. Ermeni toplumunun müzikte, mimaride, resimde ve sanatın diğer dallarında olduğu gibi modern edebiyat alanında da ilklere öncülük eden devasa katkılarını göz önüne seren çalışmaların artmasının, özellikle karşılaştırmalı edebiyat alanında büyük bir boşluğu dolduracağını düşünüyorum.

 

Alber Keşiş

 

Yararlanılan/önerilen kaynaklar:

Mehmet Fatih Uslu, Çok Uzak Çok Yakın – Osmanlı’dan Türkiye’ye Modern Ermenice Edebiyat, Aras Yayıncılık, 2024, İstanbul

Kevork B. Bardakjian, Modern Ermeni Edebiyatı, İngilizceden çevirenler Fatma Ünal, Maral Aktokmakyan, Aras Yayıncılık, 2013, İstanbul

Alber Keşiş kimdir?

1961 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Anabilim Dalından mezun oldu. Halen İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulunda İngilizce öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Türkçe ve Ermenice olarakçeşitli konulara ilişkin yayınlanan yazıları ve çevirileri bulunmaktadır. İlgi alanları arasında edebiyat, felsefe ve müzik yer almaktadır.