1.Kitabınızda/Kitaplarınızda sessizliğin, anlatılmayanın ya da boşlukların yeri nedir? Okura bıraktığınız kısım için neler söylemek istersiniz?
Romanlarımda tam ne anlatmak istediğime dair kurduğum bir cümle yok sanırım ama o anlama gelen şeyler söylemiştir mutlaka kahramanlarım. Metnin ana fikri denilen konu öğrenciliğimizin –ve belki de edebiyatın– en sorunlu sorusudur ve herkes yazarın vermek istediği mesajı birebir alamayabilir. Almak zorunda da değildir. Edebiyat bir özgürlük alanıdır. Çocukluğumdan beri benim için hikâye okumak bir sınava girmekten çok dünya değiştirmektir. Tamamen sessizliğin sesiyle bir hikâyeyi yazmak mümkün tabii. Boşluk ve sessizlik kullandığı müddetçe daha zor anlaşılır okunanlar, evet ama bunun seçimi ne zaman yapılır, oranı nasıl anlaşılır, sanırım bilmiyorum.
Kurmaya çalıştığım dünyalarda şöyle bir tercihim var sanırım: Okurla, onun merakıyla, oyun oynamak. Onu bilgisiyle ve sabrıyla bir sınava tabi tutmadan oynanan bir oyun olsa gerek bu; yazma eylemimi canlı kılan, bazen durdurup düşündüren, arada sırada önceki sayfalara döndürüp baktıran. Bir tercih derken bunun içselleşmiş bir tarz olduğunu ve hikâye anlatırken doğal seyrinde gittiğini söyleyebilirim; tekrar elden geçirirken metni zaman kaybettiren ama akışı daim kılan.
2.Romanlarınızdaki karakterleri yaratırken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?
Her iki romanımda da hikâyeden önce kahramanlar aklıma geldiğine göre ben önce onları hayal ediyorum. Bunu yaparken de ilk kurdukları cümleyle beraber onlarla düşünmeye başlıyorum. Bir süre sonra onlarla aramda bir diyalog başlıyor. Bundan dolayı sanırım Hep Sondan Başlar’daki Suat her ne kadar bir hayli kötücül bir insan olsa da, onunla empati kurabilen, hatta onu sevenler oldu. Bunun yanıtı ilk sorunuzla da örtüşüyor sanırım. Bir seçim yaparak, notlar alarak, planlı programlı mı yazmak, yoksa her sabah bir önceki gün yazdıklarına şaşırmak mı? İkincisi daha eğlenceli ve bendeki oyun oynama duygusuyla birlikte gittiğinden doğal bir seçim. Yanıta döneyim: Bu yaratım esnasında bir yöntem izlemiyorum. Kahraman aklıma geldiği andan itibaren merakla, “Bakalım bu belleğimin hangi labirentine dalacak?” diyerek kendisini izliyorum.
3.Bazı yazarlar karakterlerini tam anlamıyla kontrol edemediklerini, onların bir noktadan sonra kendi yollarını çizdiğini söylüyor. Sizce bir yazar karakterlerine ne ölçüde yön vermeli?
Bunu okumadan bir önceki soruyla yanıtını vermeye başlamışım sanırım. Ben karakterlerini kontrol etmeyi sevmeyen yazarlardan biri sayılabilirim. Bu ilk romanımda daha belirgin bir tarzdı. Bir sabah uyandım ve Zerrin’i yazmaya başladım. Böyle bir karakter yaratabileceğim aklıma bile gelmezdi, nereye istiyorsa oraya gitti, hatta La Scala’ya gidip Leyla Gencer’le bile tanıştı. Bu İncirlik Yazı’nda biraz farklı gelişti. Benzer şekilde ilerleseydim karakterlerim romanı didaktik yapabilirdi, çünkü onları yazarken o kadar çok araştırma yapmıştım ki hepsi birer bilgi küpü haline gelmişti! Bunu tercih etmedim.
Her ne kadar bilgi-yoğun romanlar revaçta olsa da ilk sorunuzdaki verdiğim yanıtın bir benzerini buna verebilir eğer kahramanım bir ders vermeye başlamışsa onu susturduğumu itiraf edebilirim. Ona, “sen tarih hocası değil bir roman kahramanısın” deme kudretim var. Bunu da kullanıyorum. İncirlik Yazı’nda bir cinayet var ve romanın o kısmına gelene kadar cinayeti kimin işlediğini ben de bilmiyordum. O bölüme geldiğimde bulacağıma emindim. Ne var ki, o kısma geldiğimde hâlâ bulamamıştım. Bunu beni umutsuzluğa itti. Birkaç gün hiçbir şey yazamadım. Bu epeyce zor geçen bir zamandı. Sonra o sabah kalkıp bilgisayarın karşısına geçtiğimde birkaç dakika içinde faili buldum ama aylardır bunu düşünüyordum. İlk romanda da benzer, sonradan tüm hikâyeyi değiştiren bir karakter var. Sanırım ben de her okur gibi sürprizleri seviyorum. Yazdıklarımın ilk okuru olduğumdan bunu yaşamak beni yazmaya ve romana bağlıyor.
4.Bir roman yazarken en çok hangi duygu ya da düşünce sizi zorlar? Tıkanma anları yaşadığınızda nasıl bir yöntemle tekrar akışı yakalarsınız?
Dilediğini, dilediği gibi yazma özgürlüğüne kavuşabilmek, kendi hikâyelerimi anlatabilmek için iyi giden bir akademik kariyeri, büyük bir emeği bir kenara itmiş biri olarak hiçbir şey beni mecburiyet kadar zorlamaz. Dergilere denemeler de yazıyorum. Bu onlar için de geçerli. Bir yazı uzuyorsa, yazmayı istemiyorum demektir. Bırakırım. Dilediğimi yazma özgürlüğüne kavuşabilmek için çok şeyden feragat ettim, hiçbir şeye değişmem.
Tıkanma anları sanırım herkeste olur. Tıkanmaları daha çok başlarda yaşadığımı düşünüyorum. Başlayabilmek zordur, sonrası daha kolay gider. İlk yazdıklarımı tekrar elden geçiririm ama bir romanı ortalama üç yılda yazabildiğim düşünülürse, zaten kurduğum her bir cümlem en az yüz kez değişmiştir zaten. Yavaş yazıyorum, kurgu üzerinde oynamak yazmanın eğlenceli kısmı ama dilin matematiğini ve müziğini yerleştirmek bir hayli emek istiyor.