Seksen yaşlarındaki adam sokağın başına geldiğinde pantolonunun arka cebinden çıkardığı beyaz mendiliyle alnındaki teri silerek izledi etrafını. Büyüdüğü sokağa belki son kez baktığını düşünerek yürüdü.
Şehrin en büyük gece kondu semtiydi ama binalar üç dört katlı inşa edilmişti. Çocukluk ve gençlik günlerinin geçtiği sokaktaki yığma binaların tümü yerli yerindeydi. Elinde tuttuğu mendiliyle terleyen alnını silerek sokağın ortasına kadar yürüdü.
On sekiz yaşlarında bir gencin, eni yaklaşık on metre olan sokakta enine doğru volta attığını gördü. Bir süre izledikten sonra yanına yaklaşıp,
“Merhaba evlat. Belli ki bir sıkıntın var. Yolun açık, neden sokağın çıkışı olan iki tarafına doğru yürümüyorsun? Belki çözüm bulman kolaylaşır.”
Gülümseyerek yüzüne bakan genç yürüyüşüne ara vermeden,
“Merhaba Bey Amca. Burada mı yaşıyorsunuz, daha önce hiç görmedim sizi.”
“Yok, burada yaşamıyorum. Ama yaşamıştım. Çocukluğum, gençliğim bu sokakta geçti.”
Volta atmayı sürdüren genç güleç yüzüyle,
“Anladım Bey Amca. Öyleyse hoş geldin eski sokağına… Bir sıkıntım yok amcacığım, düşünüyorum sadece. Televizyonda duymuştum, insan yürüyerek düşünürse zihni daha açık olurmuş. Aklımdaki sorulara yanıt bulursam, kanıtlamış olacağım.”
“Evlat, nedir aklındaki sorular? Merak ettim. Hoş sohbet bir gence benziyorsun, söyle, birlikte çözüm arayalım, tabii şahsına ait özel şeyler değilse.”
“Bey Amca, yolundan alıkoymak istemem. Ama sohbet etmekte iyi gelebilir hani.”
Yürümeye ara vermeden yanıtladığı sorunun ardından gülümsemesine de ara vermeyip devam etti konuşmasına,
“Dedem rahmetli, Allah rahmet etsin bizden rahmet istedi, emekli öğretmendi. Son öğrencisiyim ben. İlkokul dördüncü sınıftayken nefes darlığından vefat etti. Derdi ki; mezarım bile cahilden uzak olsun. Bu bir vasiyetse, bilmiyorum ki vasiyetini yerine getirebildik mi? Ama şu an aklımı kurcalayan şey bu değil. Dedemin “cahil” diye adlandırdığının kim olduğu. Bey Amca, “cehalet nedir, cahil kimdir?” var sen söyle şimdi.”
Gencin, nefes almadan bir çırpıda söylediği şeylerin sonunda, soru sorup yanıt istemesine şaşırmıştı. Bunaltan sıcak havadan kurtulup, yanıt vermek için bina gölgesine sığınıp nefesleniyordu ki,
“Bir de son zamanlarda şuna takılıyor aklım; güzellik görecedir… Öyle midir? Yani gül, diken sevene göre güzel, sevmeyene göre çirkin midir? Veyahut uykudan uyanan birinin gözünde çapak oluyor diye, öyle olmamasına rağmen, kimileri çirkin mi görüyor? Ya da yanaklarında gamze olduğu için, çirkin, kimi insana güzel mi görünür?”
Yaşlılığın yanı sıra yürümüş olmanın yorgunluğu, bunaltan sıcağın rehaveti ve de gencin yaşama dair soruları karşısında kendisini aciz hissetti. Hissettiği acizlikten kurtulmak için, söze rastgele bir yerden başlayacaktı ki, volta atmayı sürdüren genç,
“Bey Amca, ismini bağışla bana. Vazgeçtim. İzin verirsen, Bey Amca demeye devam edeyim. İyi-kötü, doğru-yanlış dedikleri şeyleri de anlamıyorum bazen. Doğru olan her zaman iyi midir? Ya da kötü olan her zaman yanlış mı? Bey Amca, bakışların sanki şöyle diyor; Zavallı çocuk gencecik, aklından zoru var. Haklısın. Aslında bütün derdim akılla. Olmasaydı akıl denen şey nasıl olurdu diye düşündüğüm çok oluyor.”
Yaşlı kalbinin sıcağa direnci azalmış olmalıydı ki göğsüne bir öküz oturmuş hissiyle nefes almaya çalışarak dinliyordu genci. Söylemek istedikleri dilinin ucuna kadar gelmişti ama ses olup çıkmıyordu ağzından,
“Belli ki okumayı seviyorsun evlat.”
Diyebildi zorlayarak kendini, gözlerinde ki ıslaklığın sebebi nefes almakta sıkıntı çektiği içindi.
“Seviyorum da okuyamıyorum. Çok pahalı kitaplar, ancak haftalık mizah dergilerini alabiliyorum. Eh be Bey Amca, kimine cennet kimine sefalet bu dünya. Rahmetli dedem sağ olsaydı keşke. Akılla olan çatışmama son verirdi. Eğitimciydi ne de olsa, bir çıkar yol gösterirdi son öğrencisine. Ama yok. Böyle kaldım ortalık yerinde yuvarlak olduğu kanıtlanmış dünyanın.”
İyiden iyiye kötüleştiğini fark edince, titreyen elini bel seviyesine kadar kaldırıp sallayarak, Allahaısmarladık sözünü belli belirsiz dudakları arasında söyleyip yürüdü, sokağın çıkışına. Ardından bakan gencin gülümseyerek hala volta attığını hissedebiliyordu. Gencin seslendiğini duydu,
“Anılarını yâd etmeye gelmiştin, ama sanırım engel oldum. Kusuruma bakma Bey Amca.”
Altmış iki sene sonra akılla olan hesaplaşmasını, hastane odasında almakta zorlandığı nefesle sonlandırmak üzereydi. Ölümün film şeridi, gençken kendine sorduğu sorulara, altmış iki senedir veremediği yanıtları aramaya götürmüştü… Elveda…