Gazetelere konu oldu mu Hüseyin?
Olmadı Osman abi.
Akşam haberlerinde anlatıldı mı pekiyi?
Yok, ne gezer.
Ama kasabada, son bir tane kaldığı ve tüm kızların da canı çektiği için ağızdan ağıza dolaşan Falım sakızına döndü bu olay, öyle değil mi?
Döndü dönmesine de o kadar cıvıdı mı, cıvıyıp da şişirip patlatınca dudağa yapıştı mı, dudağa yapışınca derisiyle birlikte ancak soyulan o sızılı yaraya dönüştü mü, işte onu bilemem Osman abi.
Ya hu ne anlatıyorsun allasen, konumuz bunu kaldıracak kadar yavan mı geliyor sana Hüseyin? Sen adamakıllı cevap ver sorduklarıma, elbet bir yere bağlamaya çalışıyorum da o yüzden soruyorum sana; örnekleri kendinden cevaplar bulasın diye değil.
Tamam be Osman abi, hatta aman be Osman abi, kırk yılda bir ahbabımızı görmüşüz, bakmışız ki suratı asık, kederli. Azıcık efkârın dağılsın diye şey ettiydim. İşin yelfelik kaldırmayacağı aşikâr, anladık da senin sorular da böylesi cevapları hak etmiyor değil hani!
Orasını karıştırma Hüseyin’ciğim, karıştırıp da zavallı umutları hiç olmuş bir adamın bir daha geri gelmeyecek hayallerini uyandırma, boşuna mektep sıralarında dirsek çürütmedik onca yıl. O pekiyileri bizim balık hafızalı Selim’e verseler en kötüsünden vekil olup çıkardı. Ben eşeklik ettim de bileyli bir balta görmedi sapım.
Aman sen de canım, vekil olmak için pekiyilere ihtiyaç mı kaldı Osman abi? Eskidenmiş o. Şimdi azıcık omuz tozu alıyor, el pençe divan duruyor, birkaç özel hayat falsosu da teslim ediyorsan partine, pek iyi bir vekil olup çıkıyorsun. Sende o işler olmayınca hiçbir gönle sığamadın tabii. Seven sevdiğinde azıcık da kendini görmek ister ama öyle değil mi?
Bak Hüseyin, aman ha aman, bu siyaset düşmanlığını her yerde dillendirip şu cins örneklerinle de konuyu pekiştireyim deme. Yakarsın başını da altından çulu çekilmiş de farkına bile varamamış insan müsveddeleri ile dolu şu kasabada benden başka âh u vâh edenin bulunmaz. Bunu da demedi deme!
Yok Osman abi, sana haybeden attığıma ne aldanırsın, memlekette benden tırsak, en küçük bir kavgada ödü bokuna karışan adam mı var allasen? Ak gelirse güneşe tutkun, kara gelirse zifirisever olup çıkıyorum. Hem karşı çıksam ne yazar, bizim insanımız bir partiye sadece oy vereceğini unutup gönlünü de kaptırıyor, sonra fanatik olup çıkıyor. Güneş olup doğsan o katı beyni cıvıtamazsın gayrı. Bunu yapayım diye ters düşmektense azıcık gazlayıp mutlu mesut dağılıyoruz. Huzurla yaşamak istiyorsan artık bu memlekette, en güzel yol bu Osman abi.
Görmeyecek, duymayacak, en mühimi konuşmayacaksın. Mutluluğun bizim topraklardaki felsefesi bu üçlüye evrilince maymundan geldiğimize değil ama maymuna dönüşeceğimize inanır gibi oluyorum yavaştan. Tersinden evrim teorisi de benim buluşum olsun.
Neyse ne artık Hüseyin, altmışından sonra memleketi kurtarma derneği kuracak değiliz ya! Alan memnun, satan memnun hesabı, deyip boynumuzu bükmekten başkaca çaremiz yok. Sen şimdi de hele, bu kız aklını peynir ekmekle mi yemiş, ne ara konuşmuş, güvenmiş de teslim etmiş o güzelim canını bu densiz heriflere?
Ahh Osman abi, hiç sorma o konuları. Hani geçen yıl “Falan Filan Aman”, diye bir dizi çekilmiş, seti de aylarca bizim kasabada kurulu kalmış idi ya! Sete en yakın benim dükkân var diye bunların alayıyla gide gele ahbap olmuştuk işte. Laflarım da yönetmenin ilgisini çekerdi. Ne zaman siparişlerini eletsem zorla oturtur, kamerayı da açtırtıp uzunca tutarlardı beni. Dizi çekilirken dikkat etmemiştim, çoğu zaman seti izlemek isteyen ahaliyle dolardı güvenlik bandının etrafı ama Handan’ı çekimler dışında da görmeye başladıydım, hem de bandın iç yüzünde. Handan’ı bilirsin, hakkını teslim edersen onun gibi güzel bir kız bizim memlekete zaten çoğudu. Başrol oynayan kız bile bir müddet sonra herkesin bizim Handan’la ilgilendiğini görünce triplere girip ortalığı dağıtmış. Bu camia bize yabancı tabiî, doğal hâllerini bilmeyiz ama çok da iç çekici olmasa gerektir. O tarafları neyse de Handan’ın bu şekilde gitmesi, elbette beni de çok üzdü. İşte bu artizlerden birisi altından girip üstünden çıkmış, allem kallem derken Handan’ın gönlünü o tarafa kaydırmayı başarmış. Oyuncu etme rüyalarıyla da süslemiş kızın tertemiz zihnini. Anlayacağın setin toplandığı gün, bohçanın da pencereden atıldığı gün oluvermiş.
Eee meşhur zevattan değil mi bu herif, şikayetçi olmamış mı Durmuş emmi?
Olmuş olmasına da kızın yaşı on sekizi yeni aşmış, duyduğuma göre artizin de sırtını verdiği bir parti varmış.
Gene mi parti ulan, Allah kahretsin!
Dur Osman abi, sen bu parti meselelerine hiç bulaşma, hem az önce sen değil miydin…
Tamam tamam Hüseyin, bizim evde dönen muhabbetten haberdar değilsin de tuzun kuru oğlum! Ama anlatacağım, sen devam et hele.
Hâl böyle olunca karakola gelen bir telefonla Durmuş emminin şikâyet dilekçesini de eline tutuşturup “Allah sabırlar versin amca, acının üstüne acı eklensin istemiyorsan bu işi de çok kurcalama,” yollusundan nazik bir tehditle gerisin geri kapıya kadar geçirmişler zavallıyı.
Oğlum bu kadar kolay mı gencecik bir kızı iç etmek?
Aman Osman abi, biliyorum sebebi hak ama artık mağarandan çıkıp gör şu ahvâlimizi. Hem memleketi kurtarma derneği fikrin hoşuma gitmedi değil. Bir ucundan tutmazsak başarılı olup olmayacağını da bilemeyiz.
Hüseyin, kırk yıldır ağzıma almadığım küfürlerin fitilini ateşleme sakın. İtimâdını sevdiğimin dünyasında bir sen kaldın itimât ettiğim…
Tamam Osman abi, hemen celâllenme, ben en iyisi devam edeyim. Aradan beş on gün geçmeden Handan aramış evi, hıçkırmaktan konuşamamış ama helallik dileğini Emine teyze de Durmuş emmi de duyup dönmesi için yalvarıp yakarmışlar. Ağıt sesiyle kapanmış ahize. Aylar sonra da işte o acı haber hepimizi yaktı zaten.
Aklım almıyor Hüseyin, bu kızcağızı buradan götüren belli, e belli ki ölümüne de yol açan aynı şerefsiz. Hadi adalet dediğimiz şey siyasete kul köle olmuş. Oğlum işinin hakkını veren gasteci de mi kalmadı memlekette?
Olmaz olur mu Osman abi ama bu işin aslını onların kulağına çınlatan bir Allah kulu olmazsa gaipten mi bilsin fukaralar. Gerçi şu sıralar fukarası da kalmadı bunların ama neyse, o ayrı konu. Tozlu Yol’un ceylanları kadar hayat dolu kızı, intihar diyerek bir ceset torbasında teslim ettiler zavallı Durmuş emmiye. İntihar da olsa böyle bir olay, bir gazetenin okunmaz sayfalarının olsun bir köşesine yazılırdı ama Handan’ı defalarca yazdım internete de hiçbir cevap alamadım. Kızcağız hiç var olmamış gibi
Yok Hüseyin, ben bu kadarına da gelemem aga. Bulabildiğin kadar yaman gasteci telefonu bul bana, sen şu zıkkımdan anlarsın. Akşam eve varınca hepsini arayıp bu işin aslını anlatacağım. Şimdi şu kepengi içerden indir aşağı, ışıkları uyandır, bu iş neden bu kadar ağrıma gitti, anlatıp rahatlamam gerek. Yoksa huzur için dışarı adım atmadığım evim de zehir olacak bana.
Orda dur ve azıcık düşün Osman abi, yarın Handan yerine bizi konuşmaya başlar kasabalı, biliyorsun genç kızların küçük kardeşlerine dükkân dükkân sade Falım sakızı arattığı gibi çıkaracak dedikodu arıyor artık bu millet. İstersen dükkânı kapatayım ama biz içerde kalmayalım. Suyun kenarından vurup bayır yukarı çıkalım, hem yürür hem konuşur hem de bu sıralar çiçeğe duran kekiklerin kokusunu alırız. Ne dersin?
Doğru dersin Hüseyin, bu yaştan sonra dedikodu pazarında bir parça kumaş olup elden ele dolaşmak istemem. Seni bilmem ama ben bu yükü kaldıramaz, ölürüm.
Onda da sıkıntı yok Osman abi, seni dedikodu edip öldüren adamlar sağ olsunlar, koşarak gelip cenazeni de kaldırıyorlar. Yetmiyor eşinle dostunla oturup bir güzel de ağıt yakıyorlar. Darabayı indirdim, bugün biraz erken kapattık ama zaten bu saatten sonra ya cigarası ya da otu biten gelir. Rahmetli babam, “Sakın ha, ot-cigara koyma bu dükkâna!” diye tembih üstüne tembih bastıydı ama birkaç yıl sürmedi onları satmadan işin yürümeyeceğini anlamam. Müşteri önce bu meretleri soruyor, ancak o varsa başka ihtiyaçlarına da bakıyor. Vebali varsa yakacak beni ama ben gözümü bu düvende açtım Osman abi, sizin gibi tarla takım işlerinden anlamam ki kapısına kilidi basıp ekmeğimi topraktan çıkartayım!
Ahh be Hüseyin, başımıza ne geldiyse bu ince fikirlerden geldi. İşini yürüt, aşını çıkar, kimseyi aldatma, dinle ilgili de çok şey bilme; işte sana Cennet’in anahtarı.
Bak şimdi, artık sakin yollardayız. Handan’ın başına bu işler geldiğinden beri yengen hiç iyi değil. İlki, “Bir kızın başına bu çağda onca çorap örülüyor ama kimse sesini çıkarmıyor, siz de erkeğim diye caka satıp utanmadan kasaba meydanında birbirinize askerlik hatıralarınızı anlatıp gururlanıyorsunuz,” diye haklı olarak başıma kakıp duruyor bu olayı. Hoş, benim yıllardır kasaba meydanında göründüğüm yok ama o günden beri ne onun ne de benim, bir dakika gece uykusu girmedi gözümüze. Dahası da var, Gülsüm yengen Handan’la da bizim oğlanla da konuşup birbirine ikna etmişmiş evvelden. Yıllarca onu gelin getirmenin hayalini kurup durmuşmuş meğer. Bu da ayrıca ağrına gidiyor tabiî. Anlayacağın onun kanı yerde kaldığı sürece rahat yok bize Hüseyin. Memleketi koruma derneği değil ama kızlarımızı koruma derneği kursak hiç de fena olmayacak artık. Bu işin çivisi çıktı.
Yengeye hak veriyorum Osman abi, birilerinin böyle kolayca gelip elimizin altından gencecik bir kızı çekip alması, yetmedi şüpheli bir şekilde ölümüne neden olması ve hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi, affedersin ama bizim eşekliğimiz. Babalarımız zamanında böyle bir şey yaşansa ne olurdu bir düşün! Mavzerleri doldurur, İstanbul’u bir kez daha fetheder, o namussuz filmcilerin setini gerçek bir sahneye dönüştürüp gelirlerdi.
Onlar eskide kaldı Hüseyin, artık kanun nizam öyle işlemiyor. Biz de o namussuzları madara edeceğiz ama öyle değil. Sen bulabildiğin kadar gasteci numarası bulup akşam bize gel, bu işi daha fazla uzatmayalım.
Akşam bir yığın numara, bir kutu da taze gofretle geldi Hüseyin. Oturup Gülsüm’e de anlattılar yapmak istediklerini. Gülsüm çok mutlu oldu hâliyle. Kalkıp heyecanla çay demledi, akşamdan kalan sodalı kömbelerden koydu siniye, Hüseyin’in getirdiği çıtır gofretten de. Gazetecinin ilkiyle Hüseyin konuştu, bu işin bir cinayet olduğunu yemin billah anlattı. Açık olan televizyonda o namussuz herifin dizisi oynuyordu, başrol olduğu için kadrajda sık sık görünüyor, bu kadar soğukkanlılıkla hayatına devam etmesi, Handan’ın da ilk kurbanı olmadığını kanıtlıyordu. Birkaç saat içinde on kadar gazeteciyle konuşuldu. Osman da Gülsüm de sırayla telefonu alıp göğüsleri yuvalarından fırlarcasına işin içinde iş olduğunu anlatmaya çalıştılar. Telefon işi bittiğinde üçü de rahatlamış, Handan için bunu yapmış olmanın gururunu duyumsamışlardı. Uzunca aradan sonra rahat bir uyku, dantelli küs yastıklarında onları bekliyordu.
Sabahın alaca ışığında köye gelen jandarma, evvela dükkânda o gün satacağı ekmekleri kasalardan dolabına dizmekte olan Hüseyin’i aldı. Öyle apar topar attılar ki pikabın içine, dükkânı kapatmaya bile fırsatı olmadı. Osman’ı evin avlusunda dut ağacını sularken buldular. Onu da yaka paça Hüseyin’in yanına iteklediler. Bir ara bari hortumun suyunu kesseydim, diyecek oldu. Rütbeli olduğu asık suratından anlaşılan askerden bir tokat yedi. Gülsüm henüz uyanmamıştı. Ahaliden de bu kısa ama sert hengameleri gören oldu mu bilmem. Eğer Gülsüm’ün komşusu olan, dedikodusu yüzünden de evde kalan Gülay’ın gözüne çarpmışsa Osman’ın askerler tarafından pikaba atılması, hadisenin belediye anonsundan daha hızlı yayılması işten bile değildi.
Akşamın alacakaranlığında kasabanın girişinde iki çuval gibi bindirdikleri pikaptan attılar Hüseyin ve Osman’ı. Eve varabilmek için bir ardıç dikeninin duldasında gece yarısını beklediler. Görünür yerlerindeki yaralar iyileşene dek evlerinden çıkamadılar. Gülsüm, Osman’a iyi baktı, tez elden toparladı kendini. Zavallı Hüseyin açık kaldığı gün yarı yarıya talan edilmiş dükkânı da görünce bir kez daha yıkılmış, vücudunun yaralarına bir de yürek yarası eklenmişti. Aşını kaynatacak, yaralarına merhem olacak bir kadını hiç olmamıştı ki bu badireyi kolayca atlatabilsindi. Dükkâna dönmesi altı ay sürdü.
Onlar muratlarına eremediler ama biz kasabalılar olarak duyarsızlığımıza, konu komşu, hısım akraba düğünlerinden çalıp zula ettiğimiz kınaları yakabiliriz.