Karanlık bastırmadan kalacak bir yer bulabilmek için hafiften artan bir telaşla aranırken, asfalt yoldan sağa ayrılıp on kilometre gittikten sonra önümüze çıkan küçük, ıssız koy… Kuşatıldığı yeşil dağlarla aynı rengi almış pırıl pırıl deniz, anca üç beş şezlongun sığabileceği ufak bir sahil, denize uzanan eğri büğrü iskele. Kıyıya inip iskeleye yürürken ilk gözüme çarpan, kumsalda güneşleniyor gibi uzanmış çıplak gövdelerdi. Bakmamaya çalışarak iskeleye çıktım, ucuna kadar yürüyüp manzarayı içime çektim ama aklım sahildeki gövdelerde kalmıştı. Dönüşte o ürperten görüntüleri görmezden gelip basamaklara yöneldim. Her şey ne kadar doğal, el değmemiş ve şiirsel duruyordu oysa…
Kıyıdan iki basamakla çıkılan bahçedeki evin önünde bir masa ve birkaç sandalye vardı. Yazın pansiyon olarak işletildiği anlaşılan tek katlı evin önünde durmuş denize bakarken, tam arkamda, sessizliği ortasından yırtan bir kapı gıcırtısı duydum. Arkama döndüğümde, evin kapısında dişsiz, beyaz sakallı bir dede bana bakıyordu. “Bu yıl hiç kış yapmadı!” diye damdan düşer gibi lafa giren dede, dişsiz ağzını kocaman açıp gülerken, soluk mavi gözlerinde babama rastladım. Aslında babamın gözleri kahverengiydi ama olsun, benzemenin bin bir çeşidi vardır. Sözgelimi, dudağındaki utangaç ama hevesli gülücük, aşağı doğru daralıp incelen kat kat olmuş yüzü, çökmüş avurtlarla çıkıverecekmiş gibi görünen çene, gözlerdeki çocuksu muziplik, yaş aldıkça büyüyen ama büyüdükçe inadına işlevini kaybeden kulaklar, ağır işitmenin yüze yansıyan utancı, sanki hâlâ hayatta olmanın mahcubiyetiyle, gülümseyerek özür dileyen yaşlılık… Sonradan, Gideros Koyu’nun kıyısındaki pansiyonda tek başına yaşayan bu dedenin yüz yaşına iki yılı kaldığını öğrenecektim.
Yastığını biraz sert düzeltmiş olmalıyım ki “Senin suyun sert, ablan daha yumuşak!” Derken bile yüzünde aynı gülümseme, özür diler gibi. “Bebeğim benim…” diye karşılıyor her ziyaretimde, ne zaman nasılsın desem gülerek “İyiyim, çok şükür” diyor o haliyle, altını her değiştirdikten sonra da “Eline sağlık, zahmet oldu”. Çocukluğumda da bu kadar nazik miydi bana karşı, hiç hatırlamıyorum.
Ocak ayına göre hava hiç fena değildi, zaten dedenin ilk sözü de bu olmuştu. Dingin, huzurlu bir mutluluk vardı gülümseyişinde. “Ankara’da yaptı soğuk!” diye yanıt verince, tanıdık bir isim duymuş gibi neşelendi: “Ankara’dan mı geldiniz? Hoş geldiniz yavrum…” Babamınkine benzeyen ince, kısık bir sesi vardı… Devam etti: “Amasra’da, Bartın’da ne var ki, hiçbir şey yok! Sırf kalabalık, her yer araba diyorlar, öyle dolmuş ki sokaklar, millet evine giremiyormuş…” “Öyle, öyle…” dedim, ıslanan gözlerimi kırpıştırıp. “Burası her yerden iyi!” diyordu coşkuyla, iki eliyle tuttuğu bastona dayanarak, “İstanbul’dan, Ankara’dan, hatta Antalya’dan bile geliyorlar buraya…” “Ne güzel!” diye cevap verdim. Aklımdan “Kaç yaşındasın, yalnız mı yaşıyorsun?” gibi sorular geçiyordu ama dilimin ucundan geri çeviriyordum. Bunlar babamı en kızdıran sorulardı, inadına her yeni tanıştığı insan da bunları sorardı, sırf bunun için kimseyle konuşmaz olmuştu son yıllarında! “Buraya çadır da kuruyorlar,” diye devam etti, evin yanında, iki sandalın ters çevrili durduğu, çakıl döşeli ağaçlık alanı göstererek; “şu sandalları alıyoruz, oraya iki çadır sığıyor.” “Öyle mi?” diye gülümserken gözyaşlarıma engel olamıyordum. Kumsalda gördüklerim de bozmuştu sinirlerimi.
Son gece inlediğini duyup yanına gidiyorum, karanlıkta elimi tutuyor, fısıltıyla: “Annen hiç yanıma uğramıyor, ne oldu?” Söyleyemiyorum annemin… “Kuran oku bana.”diyor.
Dedeyle ayaküstü muhabbet ederken, yakınlardan gelen bir silah sesiyle adeta hopladım, “Korkma, martı vuruyorlar!” diye güldü dede, dişsiz ağzını bir kez daha açarak. Bir an öyle kalakaldım, “Niye ki?” “Balıkçılar,” dedi, “balık tutarken kullanıyor.” Şaşkın bakıyordum dedeye. Balık yiyen martı, balığa yem oluyordu, ha? İnsan eliyle… “Tüylerini oltaya takıyorlar.” Sahilde gördüğüm gövdeler gözümün önüne geldi. “Yazık!” sözcüğü çıktı ağzımdan sadece! Sonra merak edip sordum: “İlla martı mı? Başka kuş olmuyor mu, yırtıcı kuşlar mesela?” Dedenin suratı ciddileşti birden: “Olmaz, onlar mübarek kuşlar, şahin-doğan vurulmaz, vuranlar bir daha onmaz kızım!”
“Sevgilim!” Annem, kıpırdamadan yatan babamın üzerine eğiliyor: “Efendim canım?” Babam bir sır verir gibi tane tane ama hafif sesle: “Ben seni çok seviyorum!” Babamın kaşık kadar kalmış yüzünü okşuyor: “Ben de seni seviyorum! Aç ağzını da ye mamanı!” “Beni yalnız bırakma, giderken seni de götüreyim, olur mu?” Annem elindeki çorba kasesini yatağa bırakıveriyor: “Aaa, delinin zoruna bak, saçma saçma konuşma be Şahin!” Babam, derin bir kuyuya benzeyen ağzıyla gülüyor.
Dedeyle konuşuyorken hangi arada geldiyse, yanımızda bir adam belirdi. Kasketli, lastik çizmeli adam, bir elinde tüfeği, ayaklarından tuttuğu kıpkızıl kesilmiş martıları dedenin ayağının dibine atıverdi: “Şunları bi yoluver!” Görmemek için sırtımı dedeye dönüp Gideros Koyu’na baktım, koy kızıla mı bulanıyordu? “Bu ölmemiş!” diye söylendi dede. “Koparıver başını!” dedi adam, kayıtsızca.
Bana devasa görünen ağaçların altında, bir dal parçasını kürek gibi kullanıp küçük ellerimle toprağı kazmaya çalışıyorum. Gün ışığı, sık yapraklı dalların arasından sızabildiği kadar toprağın üstünde oynaşıyor. Koyu gölgeler beni korkutuyor, bir an önce ormandan çıkıp güneşli çayırlara kavuşmak istiyorum. Birden bir patlamayla yerimden hopluyorum. Ne olduğunu bilmeme rağmen yine de kalbim deli gibi çarpmaya başlıyor. Babam birazdan, bir elinde tüfeği diğer elinde ayaklarından tuttuğu kana bulanmış gövdelerle yanıma gelecek. Dehşet içindeki yüzümü görünce gülerek, “Ne oldu, korktun mu?” diyecek. “Korkma kızım, cansız bunlar, bir şey yapmazlar!” Benim zavallı ölü kuşlardan değil, ondan korktuğumu hiç anlamayacak.
Dede, “Kızım, gel göstereyim bak nasıl yolduğumu!” diye seslenirken ben arkama bakmadan arabaya doğru yürüyordum. Koyu çevreleyen dağların üzerinde bir şahin, geniş çemberler çizerek süzülüyordu. Arabada beni bekleyen eşim, “Nasıl, güzel mi?” dedi, sonra da, “Ne oldu sana, yüzün bembeyaz?” “Gidelim buradan hemen” dedim. “Çabuk!”
Güneş çoktan dağların arkasında kaybolmuştu.