Deniz güzel, güneş sıcak, yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda, elimde ne zamandır okumaya fırsat bulamadığım tanınmış yazarımızın sürükleyici romanı daha ne olsun. Ama hiçbir mutluluk sonsuza kadar süremiyor tabii. Telefonuma, kızımdan gelen mesajla huylanıyorum.
“Kız sen ne yaptın öyle?”
Tam cevap yazacakken, bir mesaj da bir İtalyan firmasında satış müdürü olan oğlumdan geliyor.
“Sakın! bu rezilliği halletmeden beni arama, bir yerlerde de benden bahsetme!” Yanında kızgın surat emojisi. Hayırdır inşallah ne oldu acaba? Yine bir sinyal, bu kez kızımdan bir video geliyor telefonuma. “TT olmuşsun hadi hayırlısı” yanında gözyaşları içinde gülen yüzler. Necati, yanımdaki şezlongda şimdilik olan bitenden habersiz, elindeki gazetenin siyaset yazılarını okuyup kafa sallamakta. Şimdi bu videonun sesi de vardır diye düşünüp üzerime pareomu geçirip ayağa kalkıyorum,
“Ben odaya gidiyorum” diyorum çekinerek. Telefonundan video izlediğini görünce, kalbimin atışı hızlansa da akşamki Fenerbahçe maçıyla ilgili olduğunu fark edince rahatlıyorum. Yüzüme bile bakmadan “Tamam” diyor maç söz konusu olduğunda her şeyi unutur benim kocam. Bu akşam da bir maç yayını olsa iyi olacak, işler sarpa saracak gibi. Meraktan ölüyorum. Odaya gitmeyi bekleyemeden restoranın arka tarafında kuytu bir yere geçip açıyorum videoyu.
Bu iskeleyi tanıyorum ben, kaldığımız tatil köyünün plastik dubalardan yapılmış iskelesi! Aman Allah! Bu yuvarlanan kocaman göbekli kadın ben miyim? Rezalet! Fonda da Balık Ayhan’dan “Al Sana Göbek”şarkısı… Sanal alemdeki arkadaşlarıma rezil oldum şimdi. Onlar, göbeğimin bu kadar büyük olduğunu bilmiyor, hatta kendim bile bilmiyorum. Çeken geniş açı mı kullanmış nedir? Yok, olamaz! Benim göbeğim küçük bir karpuz kadardır ancak. Videoda görünen göbek, beş aileyi doyuracak lahana büyüklüğünde. Bir başkasının videosu olsa gülmekten yerlere yatardım ama kafamda deli sorular varken doya doya gülemiyorum. Ne zaman çekilmiş olabilir? Kafam durmuş sanki, ikinci kez izleyişimde; dalgaları görüp, rüzgârın inleyen sesini duyunca anlıyorum iki gün önce çekildiğini…
Hatırlıyorum, o gün deli bir rüzgâr vardı, hatta bir ara denize girmesek mi diye düşündük sonra altı günlüğüne dünyanın parasını verdiğimizi; iki gününün geçtiğini geriye dört gününün kaldığını düşününce; ben, kocamın muhalefetine rağmen mavi üzerine beyaz puantiyeli bikinimi, canım kocam da lacivert şort mayosunu giyinip rüzgâr filan dinlemeyip indik deniz kıyısına. Bizden başka bir Allah’ın kulu görünmüyordu ortalıkta. Rüzgâr iyice coşmuştu. Gazete okumak imkânsızdı, kitap okumak da. Necati yanından ayırmadığı bulmaca kitaplarından birinin bulmacalarını çözmeye uğraşıyordu. Sonra, civardaki sitelerde oturduklarını tahmin ettiğim on, on beş kadar kızlı erkekli bir grup genç, iskelenin merdiveninin olduğu bölüme gelip şakalaşmaya başladılar, önce onları izlemek hoşuma gitti sonra; onların rüzgâr filan dinlemeyip merdivenlerden inip çıkıp, atlaması beni de heveslendirdi.
Necati, bulmacalarıyla öylesine bütünleşmişti ki “Denize girelim” çağrıma kulak asmadı. Ben, her dem genç Şefika Sümer, gayet dinamik bir şekilde iskeleye doğru ilerledim. Kıyıdan denize girmek çok zordu, irili ufaklı taşlar yürümeyi güçleştiriyordu üstüne bir de rüzgâr eklenince, iskeleden girmek şart olmuştu ama sakin havalarda bile zor yürünen iskele, rüzgâr ve dalgalardan şahlanıp duruyordu. İlk gördüğümde, koskoca tatil köyüne bu uyduruk duba iskeleyi yakıştıramasam da ikinci gün alışıvermiştim. O güne kadar iskeleden yana pek bir şikâyetim olmamıştı ama o gün iskelenin üstünde değil yürümek ayakta durmak bile güçtü, bu güçlük gençleri değil beni bağlıyordu tabii ki. Daha fazla üzerinde duramayacağımı anlayınca; merdivenlerin önüne de gençler yığılmıştı zaten kenarına oturarak kendimi yavaşça denize bırakmak istedim. Oldum olası ne çivileme atlayabilirim ne de balıklama. Pandemiden önce, henüz sekiz kilo daha eklenmemişken, kolayca hiçbir yere tutunmadan oturabiliyordum. Şimdiyse, bir yere tutunmadan oturmam mümkün değildi. Şöyle küçücük bir çıkıntı bile olsa yetecekti ama tutunacak hiç bir şey yoktu. Dilimin ucuna gelen “Artık tutunacak bir dalım yok”şarkısını söylememek için kendimi zor tutarak, çaresizde bakındım bir süre. Kendime, “Bu rüzgârda ne demeye denize girmeye kalkarsın be akılsız kadın?” diye söylensem de; kitabımda ölmek var dönmek olmadığı için inat ettim. Oturmaya çabalarken; kendimi yere bırakmamla birlikte sırt üstü düşüverdim, toparlanmaya çalıştım olmadı, yeniden sırt üstü iskeleye yapıştım sonra nasıl olduysa iskeleyi öperken buldum kendimi, ne yapsam oturma pozisyonuna geçemedim bir türlü. Rüzgâr sesimi alıp götürdüğü için “Necati! Necati!” diye seslenmem de sonuç vermedi. Bu arada ürkek bakışlarla gören oldu mu? Diye etrafı kolaçan ediyorum, daha doğrusu ediyormuşum, ben de şimdi öğreniyorum. Sonra nasıl olduysa doğrulmayı başarıp kendimi denize salıverdim. O hengâmede farkında değildim ama ne kadar komik göründüğümü ancak şimdi anlıyorum. Neyse rüzgâr, arada beni iskeleye yapıştırsa da keyfim yerindeydi. Akıllanmıştım, çıkışı kıyıdan yapmak istiyordum. Ben istiyordum da ne mümkün… Çaresiz iskeleden çıkmak zorunda kaldım ki işte, zurnanın zırt dediği yer de burası…
Gençler yardıma gelmese toparlanacağım yok. İki genç adam kollarımdan adeta sürükleyerek yukarıya çektikten sonra ayağa dikiyorlar düşmemem için de kıyıya kadar kollarıma girerek destek veriyorlar. Onlara teşekkür edip Necati’nin beni görmediğinden emin olduktan sonra bir süre şezlongda kıpırdamadan yatıyorum… O bölümü bile almış videoyu çeken…
Necati görmeden bu işi nasıl savuşturacağımı düşünürken telefon çalıyor, bilmediğim bir numara arıyor.
“Yani Ata Demirer’in son filminde oynamamı mı teklif ediyorsunuz?”
“ İşletiyorsunuz”
“Ata Demirer beni mi arayacak?”
“Benim debelenmemi gördükten sonra patikadan aşağıya yuvarlanma sahnesi için beni mi düşünmüş?
“Serra Yılmaz oynamayacak mıydı o filmde?”
“Ücret dolgun. Anlaşırsak iki gün sonra Ayvalık’a gelebilir misiniz?” diyor karşımdaki telefonu kapatmadan önce. Kesin işletiliyorum Ata Demirer beni arayacak ha olacak iş değil. Daha düşüncemi tamamlayamadan telefon yeniden çalıyor.
“Ben Ata Demirer, efendim sizi seyrettim çok beğendim. Göbeğiniz tam da benim hayal ettiğim gibi, senaryo gereği halamı oynayacaksınız. Bana benziyorsunuz, yuvarlık yüz, fıldır fıldır dönen kocaman kara gözler ve göbek tabii ki. Hiç korkmayın çok eğleneceğiz, zaten sizin işiniz bir haftada biter. Anlaştık mı?”
Ata Demirer’i ret etmek mümkün mü? Tabii ki değil. Zaten iki gün sonra tatil bitiyor, bitiyor da Necati’ye nasıl anlatacağım durumu. Hayda bir telefon daha, bu sefer telefon yayınevimden, halkla ilişkiler işimi yürüten Işık arayan. Müjdeli haberi verip telefonu kapatıyor. Duyduklarıma inanamıyorum. İkinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı baskıların art arda olacağını düşündükçe zıplayasım geliyor. Bu iş çok iyi oldu. Necati, yeni kitabımın tanıtımları için artık destek olamayacağını söylemişti. Kazandığım parayla gönlümce kitaplarımın tanıtımını yaparım, çok paracı bir adam değil ama yine de para kazanacağımı duyunca filmde oynamama karşı çıkmaz diye düşünüp rahatlıyorum. Odaya doğru ilerlerken telefonuma art arda mesajlar geliyor, herkesin haberi olmuş anlaşılan.
Elimi yüzümü yıkayıp pareomu çıkartıp turkuaz renkli üzerinde martılar uçuşan yerlere kadar uzanan kimonomu geçiriyorum üzerime. Sosyal medya hesaplarım, gelen mesajlardan neredeyse bloke olmak üzere kime ne cevap vereceğimi şaşırıyorum. Kafamın içi karmakarışık başımı alıp gidesim var. Necati’nin nasıl tepki vereceğini kestiremiyorum bir türlü. İnsan kırk yıllık, hadi kırk demeyeyim, otuz yedi yıllık kocasının ne söyleyeceğini bilmez mi? Bilmiyorum…
Buzdolabından bir avuç kayısı çıkartıp yıkadıktan sonra peçeteye sarıp deniz kıyısına iniyorum. Necati uyukluyor, biraz daha uyusun ki ben kafamı toplayıp plan kurabileyim. Tam yerime oturup kitabımı çıkarıp okumaya başlayacakken, Necati,
“Hadi biraz yüzelim” deyince, çaresiz peşine takılıp gidiyorum ama bu kez ayağımın acımasına aldırmadan kıyıdan yürüyorum denizin içine.
Soğuk su beni kendime getiriyor. Kocamı kızdıracak bir şey yapmadım, kimseden beni videoya çekmesini de istemedim. Üstelik o kadar seslenmeme karşılık kadar beni duymayıp yardımıma koşmayan kendisi, yine de…
Kafam bir türlü rahatlayamıyor, bir iki kulaç atıp biraz da sırt üstü yüzdükten sonra Necati’ye işaretle çıkacağımı anlatıyorum. Havluya sarınıp kayısıları sehpaya bırakıyorum sonra da kitabımı okumaya başlıyorum. Sayfayı tekrar tekrar okusam da aklımda kalan bir şey yok. Necati, havlusuna uzanırken kayısıları görüp ağzına bir tane atıyor.
“Çok güzelmiş, nereden çıktı bunlar?”
“İlk geldiğimiz gün mürdüm erikleriyle birlikte merkeze inince almıştık ya”
Onunla konuşmak istemiyorum ama bir yandan da kitabımın yedinci baskısının yapılacağını sadece ona değil avaz avaz haykırarak herkese duyurmak istiyorum. O filmde de oynayacağım işte. Gençlik yıllarımdan beri küçücük bir rolde de olsa bir filmde ya da dizide oynamak isteğim var. Kendi heveslerimin peşinden koşmak benim en doğal hakkım. Ne var yani altı üstü birkaç gün…
Necati şezlongunu güneşin alnına koyup uzanacakken sehpanın üzerindeki telefonu çalıyor. Yüreğim ağzımda, hissediyorum bu sefer işim tamam. Tam tepemde elinde telefonla karşısındaki kişiyi dinliyor. Kısa bir sessizlik sonrası, karşıdan kahkaha sesleri geliyor. Yavaşça sıvışma zamanı.
“Ben odaya kadar gidiyorum”
Eliyle git işareti yaparken kalkıp yürümeye başlıyorum. Kalbim çarpa çarpa kapıyı açtıktan sonra arkama bakıyorum kimse yok. Derin bir oh çekip kendimi yatağa bırakıyorum. Saadetim sadece birkaç dakika sürüyor. Kocam alı al moru mor plajda neyimiz varsa toplamış halde kapıyı açıyor. Birkaç dakika sinirli sinirli odayı turladıktan sonra,
“Bak, seni evliliğimiz boyunca mutlu etmeye çalıştım. Koroya gireceğim dedin tamam dedim, sesini Emel Sayın gibi titreterek şarkılar söyledin gıkım çıkmadı, üstelik bazılarını da elin adamlarıyla göz göze düet yaparak söyledin. Resim yapacağım dedin yıllarca kurslara gittin, sergilere katıldın, dağınıklığa gelemeyen ben ortalığa saçılmış tablolara, fırçalara, boyalara sesimi çıkarmadım, o da yetmedi on beş senedir de yazarlığınla uğraşıyorum. Kursu ayrı, imzası ayrı, bastırması ayrı. Bu uğurda tonla para ödedim. Bir şey söyledim mi? Hayır. Bütün bunların yanında haftada bir sıcak yemek bulur olduk ona da eyvallah dedim. Sadece bir tek şey istedim senden şu göbeğini eritmeni!” Sesi ağlamaklı.
Nasıl bir yol izlemem gerektiğini kestiremiyorum. Bir an boynuna sarılıp biraz gözyaşı dökerek onu yumuşatmayı düşünsem de hem kendime yakıştıramadığımdan hem de onun ne tepki vereceğini kestiremediğimden başım önünde sessizce beklerken o konuşmasına devam ediyor.
“ Hem kendini hem beni rezil ettin! Az önce arayan Metin’di. Gevrek gevrek güldükten sonra “Necati Bey, yenge TT olmuş artık sırtın yere gelmez” deyip sıraladıkça sıraladı. TTnin ne olduğunu bilmediğim için bir şey de diyemedim, videoyu gönderince kavradım durumu, sonra da internetten öğrendim ne olduğunu”
Söyleyeceklerinin hepsi bu kadar zannedip bir cesaret yüzüne baktım tam film işinden söz edecektim ki konuşmasına bana arkasını dönerek devam etti.
“Bunca yılın hatırına kalbini kırmak istemiyorum, toparlan hemen eve dönüyoruz”
“Ne gitmesi? Daha iki günümüz var, rüzgâr da dindi ben bir yere gitmiyorum, ne yani ödediğimiz paralar boşa mı gitsin? Geri vermezler bize o parayı biliyorsun. Hem benim ne suçum var, ben mi dedim gel beni çek diye?”
“Sen demedin tabii ama sana şu göbeğini erit dedim o kadar sen ne yaptın? Daha da büyüttün”
“Çok gıcıksın! Sigara bırakması beş kilo, menopoz beş kilo, bir sekiz kilo da pandemi döneminde , eve kapandığımızda; size börek çörek yaparken geldi. Ne kadar çabaladığımı görüyorsun anca üç kilo verebildim. Hem benim yaşımdaki herkes böyle!”
“Onu bunu bilmem şimdi o videoyu seyredenler sana bakıp gülecek sonra da bu da kocası diye bana gülecek”
“Of Necati ya! Bıktım artık elalem ne der? Kuruntundan! Beş yaşından beri özgür olmaya çalışıyorum altmış yaşına geliyorum hâlâ özgür değilim. Hem kitabım bu videodan sonra altı baskı art arda yapacak, üstüne üstlük bir de film teklifi aldım. Ben bir yere gitmiyorum!”
Hışımla eşyalarını valize doldururken bir yandan da, söylenmeye devam ediyordu,
“Ne komik kadınsın! Filmde oynayacakmış, bu koca göbeğinle kim ne yapsın seni? Birileri işletmiş işte!”
“Sen inanma ben meşhur olayım da sen gör gününü bakalım seni tanıyacak mıyım?”
“Esas ben seni tanımam be! Üç ay sonra emekli oluyorum, vururum kendimi yollara istediğim gibi gezerim. Aklını başına toplarsan beraber gezeriz yine, sana beş dakika mühlet veriyorum”
“Mühlet ne ya? Bulmaca çözmekten iyice ayarın kaçtı! Bir yere gitmiyorum, bir güzel tatilimi tamamlayacağım, sonra da Ayten’in yanına Ayvalık’a gideceğim”
“İyi o zaman beni unut! Artık Ayvalık’a nasıl gideceksin? Onu da sen bul!”
Kapının çarpma sesiyle sıçrayıp kafamı etajere çarpıyorum, Necati çığlığıma geri dönüyor. Bilirim kıyamaz o bana. Bunca yılda ne badireler atlatmışız ne engelleri aşmışız birlikte. Gözlerimi açıyorum. O kadar sevecen bakıyor ki, ilk tanıştığımız zamanlardaki gibi. Saçlarımı okşarken,
“Sen yat biraz daha, dün çok yoruldun” diyor.
Böyledir işte benim kocam hiç dayanamaz bana.
“Tatilimiz bitmeden dönmeyelim ama” diyorum nazlanarak,
“Ohoo tatile doyamadın sen galiba, dün bitti de tatilimiz döndük ya eve. Ben işe geç kalıyorum sen de kendini çok yorma, işlerin birazını da sonraya bırak”
Yanağıma kondurduğu öpücüğün sıcaklığı başımı döndürürken etrafa bakıyorum. Dediği gibi evimizdeyiz. Yatakta doğrulup neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorum. Eve ne zaman nasıl geldiğimizi o kadar bağrıştıktan sonra arayı nasıl düzelttiğimizi anlamaya çalışıyorum. Dolduramadığım kocaman bir boşluk var… Ellerim göbeğime götürmemle birlikte attığım çığlığa kızım koşuyor,
“Anne ne diye bağırıp duruyorsun?
“Göbeğim küçükmüş! Kızım”
“Ne küçüğü anne ya görmüyor musun? Kocaman işte! Üstelik daha da büyümüş birkaç kilo alıp gelmişsin yine!”
Kızım odadan çıkarken göbeğimi bundan sonra sevmeye ve koruma altına almaya karar veriyorum.
“Ya rüyamdaki kadar olsaydı?”
Mutfağa çay koymaya giderken kitabımın yedinci baskısının yapılmasının ne kadar güzel bir duygu olduğunu düşünüyorum. Hazır göbeğimi korumaya alma kararı almışken internete düşen komik bir video işe yarar mı acaba? Sorumu yine kendim cevaplıyorum. Denemeden bilemeyiz. Omlet için yumurtaları çırparken aklımdan türlü türlü senaryolar geçiyor, yakında internette TT olursam şaşırmayın…
Ağustos 2022/ Foça