Zihnim şimdi beni yeni bedenlere dönüşmüş biçimleri
anlatmaya çağırıyor.
Ovidius, Metamorphoses
Zihnim şimdi beni yeni bedenlere dönüşmüş biçimleri
anlatmaya çağırıyor.
Ovidius, Metamorphoses
Giriş
Başkalaşımın en şiirsel örneklerini Ovidius’ta görürüz. Ovidius, Dönüşümler adlı yapıtında dişisiyle çiftleşen erkeğin yedi yüz dişiye dönüşmesi, Jüpiter’in boğa biçimine girerek Europa’yı kaçırması, Atlas’ın dağ oluşu, Artemis’i çıplak gören Actéon’un geyiğe çevrilmesi, Kâhin Trezsias’ın hakemliği ve kör oluşu, Narsis’in çiçek, Eko’nun yankı oluşu gibi iyimser bir tonda diri’nin insanla insanın doğa, tanrı ve kendisiyle olan ilişkisine tanık oluruz. Her şeyden önce onun şiirinde konuşan doğadır, insanın koparılıp sonsuz bir sürgüne yazgılı olduğu doğa.
Modern dünyanın başkalaşımları ise Foucault’nun deyimiyle icat edilen insanın bütün yaşamının sakatlandığı bir kuşatılmışlığı işaret eder. Bu başkalaşım bir hayatta kalma savaşına karşılık gelir. 19. yüzyıldan başlayarak birçok yazarın yapıtında bu başkalaşıma tanık oluruz. Yeraltı soyunun bu kederli kahramanları maruz kaldıkları şiddeti savuşturmak için birtakım başkalaşım stratejileri geliştirirler. Akakiy Akakiyeviç paltoyla yapar bunu, Bartleby dilin olağan sınırlarını zorlayarak ya da Gregor Samsa hamam böceğine dönüşerek. Yeraltından Notlar’ın kahramanı değersizleşmek istemektedir. Atay’ın Beyaz Mantolu Adam’ı dönüşümünü bir kadın mantosuyla tamamladıktan sonra denize doğru yürür.
Her biri, birer anti-kahramana dönüşen bu karakterlerin kendileriyle olan ilişkileri çoğun ikirciklidir. Kapıldıkları huzursuzluk toplumsal ve siyasal baskı, sansür, engellemeler, yetersizlik ve köksüzlük duygusu, kimlik çatışması, yaralı benlik gibi bir dizi sarmal kuvvetin sonucudur. Bir Woody Allen klasiği olan Zelig’i anımsayalım. Leonard Zelig lisede bir soruyla karşılaşmıştır: “Moby Dick’i okudun mu?” Kitabı okumadığı halde “Okudum,” der. Dolayısıyla başkalaşımın ilk pratiği söylemde belirir. Sonra bu başkalaşım fiziksel olarak seyretmeye başlar. Bu şiddet sarmalı yalnızca sevilmek, kabul edilmek isteyen Zelig’i anonimleşmeye kadar götürür. Başkalaşımın fiziksel semptomları görülmeye başlanır. Zelig şişman iki kişi arasında aniden kilo almaya başlar ya da siyahi insanların yanında esmerleşmeye, çekik gözlülerin yanında çekik gözlü birine dönüşmeye.
Bu anti-kahramanlar, insanın bir tekil olarak yaşama hakkı olduğunu anımsatır her fırsatta. Dolayısıyla başkalaşımlarının ardında yatan ortak duyarlıkları toplumun gizli vicdanını hedef almaktır.
Palto’nun altındaki, Paravanın Arkasındaki
Akakiy Akakiyeviç Petersburg’da bir devlet dairesinde karşımıza çıkar. Çevresinde alay konusu olmaktan başka ilgi uyandırmayan sıradan bir kalem memurudur. Geçmişine ilişkin tek bilgi adının nasıl konulduğuyla ilgilidir. Doğduğunda ona bir ad bulunamamıştır. Seçmeye mecbur kaldıkları isim de babasının ismidir. Bu isimle birlikte Rus dünyasının tüm hastalıklı benliği etrafını kuşatır. Akakiy geldiği soyun, içinde doğduğu toplumun tüm marazlarını reddedercesine dışardan değil içeriden inşa edilmiş bir kendilikle karşılık verir bu dünyaya. Bu kendilik insanların arasından çoktan çıkmış, bütün gün temize çektiği mektuplarda kelimelerin harflerin arasına karışmıştır. Hiçbir şey mektupları temize çekmesine engel olamaz. Kelimelerin dünyası onun barınağıdır. Hiçbir alayı, küçümsemeyi, iğnelemeyi ciddiye almayan bu orta yaşlı kalem memuru kendini işine öyle adamıştır ki düşünen, duyan bir yazı makinesine dönüşmüştür.
Yazınsal dünyanın dışında yarım kalan cümlelerin, bitmeyen yargıların, dile gelmeyen duyguların insanıdır Akakiy Akakiyeviç. Ona verdikleri rahatsızlık dayanılmayacak duruma geldiğinde, “Bırakın beni, neden bana böyle eziyet ediyorsunuz?”[1] diye tepki gösterir. Bu, tepkiden çok bir hatırlatmadır. Direnişin anahtarı olan bu söz insanlara kendileri gibi bir insan olduğunu hatırlatır. Kuşatılma dilsel direniş olarak belirir, çekilmeyle biter. Akakiy kendi dünyasına döner.
Yine de onda bir insan gören genç bir kalem memuruna rastlarız öyküde. Onu uzaktan izlemektedir bu memur. Akakiy kendine sataşanları savuşturmak için konuştuğunda onun duyduğu söz, “Bırakın beni! Neden bana böyle eziyet ediyorsunuz?” yerine “Ben sizin kardeşinizim. Neden bana böyle eziyet ediyorsunuz?”dur. Genç memur, insan denilen varlığın ne kadar acımasız olabildiği; ince, terbiyeli, kültürlü kişilerde (Tanrım!) hatta toplum tarafından asil ve şerefli insanlar olarak kabul görmüş kişilerde bile ne kadar gaddarca bir yan olabildiği gerçeğini gördükçe, derinden[2] sarsılır. Etik olanın kavrandığı yer burasıdır:
Etik ancak iyinin, kötülüğün iyice kavranmasından başka bir şey olmadığının, sahici ve uygun olanın, sahte ve uygun olmayandan başka bir içeriğe sahip olmadığının açığa çıktığı yerde başlar.[3]
Onun bir paltoya ihtiyaç duymasının altıdaki görünür nedenler oldukça açıktır: Petersburg’un insanın içine işleyen soğuğu, üzerindeki eski paltonun alay konusu olması. Bu iki nedenin altını biraz kurcaladığımızda aslında eskimiş palto imgesi hasar almış, yaralı bir benliği işaret eder. Akakiy bu paltoyu onarması için Terzi Petroviç’e ricada bulunur ancak aldığı karşılık şu olacaktır. “Hayır, bunu onarmak mümkün değil: Eski püskü bir süprüntü bu!”[4] Akakiy’nin o eski paltonun içinde saklanması mümkün değildir artık. O da yepyeni, göz alıcı bir paltoyla insan kalabalığına karışır hatta bundan büyük haz duyar.
Bu eylem bize Nancy’nin sözlerini anımsatır. Akakiy ortak olana kendini expose etmiş, kendini bir dışsallık alanı içinde konumlandırmıştır. Ancak bu, ayrışmış olanın kendini dışarıya açması, bir dışsallık alanı içinde konumlanmasıdır ki Akakiy’nin trajedisi burada yatar. Temize çektiği mektuplardaki dışsallık yazınsal ve imgeseldir; paltoyla birlikte konumlandığı dışsallık ise çok farklı bir deneyim ve kendilik pratiği gerektirir. Akakiy böyle bir ilişkiden daima sakınmıştır. Mektuplardan tanıdığı expose insanlar dışarıda hiç de öyle değildir. Onun ortaklık kuracağı ya da kendini var edeceği bir dışarı yoktur. Paltosu şerefine verilen davete katılmakla kendini görünür kılmış, günlük rutinlerinin tamamen dışına çıkmıştır. Kendini açtığı, göründüğü dünya tüm kurumlarıyla yozlaşmış, çürümekte olan, insanın alınır satılır, artan eksilen bir değerden başka bir şey olmadığı dünyadır. Dolayısıyla Akakiy konumlanmak istediği dünyada kendini göremez çünkü sıradan bir devlet memuru olarak çoktan yok sayılmıştır.
Davetten dönerken yeni Palto’su bir hırsız tarafından zorla alınmış, mağduriyetini anlatmaya çalıştıkça devletin ya da kanunun soğuk yüzüyle karşılaşmış hatta azarlanmıştır. Palto onu -çıplak bir halde- bir kurbana dönüştürürken tüm kurumlarıyla yozlaşmış devlet aygıtını ve toplumu ortaya çıkarmıştır. O öldükten sonra Palto’nun varlığı da başkalaşım gösterir. Kalinkin Köprüsü civarında geceleri bir hortlak görülür. Akakiy olduğu sanılan bu hortlak, rütbesi ve unvanına bakmadan karşısına çıkan herkesin sırtından paltosunu çekip alıyordur. Herkesi, özellikle de hatırı sayılır insanları hedef alır. Sonunda gelmiş, Akakiy’nin felaketine neden olan mühim adam’ın yakasına yapışmıştır, dolayısıyla artık palto bir direnişin simgesidir. Yalnız bu bizi yanıltmamalıdır, palto hem Akakiy’yi hem de onu çalan hırsızı ima eder. Hortlak olarak söylenceye konu olan aslında hırsızdır. Bu da hırsızı çaldığı nesneyle ilişkisi üzerinden başkalaştırır. Hukukun suç karşısında işlevini yitiren bir mekanizma olduğu parodisi hortlakla somutlaşır.
Bir’in kendisi bir eksikliktir, en üst derecede kendinden eksikliktir, her şeyden, konumdan bile yoksundur, birlikten ve kendi kendine varoluşunu sürdürebilme ilkesinden yoksundur. Bir, kendi yalnızlığında yok olur gider.[5] Akakiy hastalıktan ölmez, o hastalığa direnmemeyi tercih eder, kederden ölür. Böylece hem yaşama hem ölüme aktarmıştır kendini. Borges’in öykülerini anımsatan bir çıkarımla diyebiliriz ki Akakiy Akakiyeviç şevkle temize çektiği mektuplara dönüşmüştür. Paltonun altından dünyanın bir başka yerinde, Wall Street’te, bu sefer başka bir kâtip olan Bartleby çıkacaktır.
[1] Gogol, Palto, çev. Aslı Takanay (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017), 27.
[2] Gogol, Palto, çev. Aslı Takanay (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017), 28.
[3] Giorgio Agamben, Gelmekte Olan Ortaklık, çev. Betül Parlak (İstanbul: MonoKL Yayınları, 2012), 23.
[4] Gogol, Palto, s. 58
[5] Jean-Luc Nancy, Tuhaf Yabancı Cisimler (Bedenler), çev. Zeynep Direk, Cogito, sayı: 85, 2016. s. 88