Herhangi Tekiller:
Horkheimer, öznel aklın esas olarak araçlar ve amaçlarla ilgili olduğunu söyler.[1] Ona göre öznel akıl amaçlarına ulaşmak için seçilen araçların yeterliliği üzerinde durur, amaçların kendilerinin de akla uygunluğu sorusu bir kenara itilmiştir. Dolayısıyla Agamben’in söz ettiği herhangi tekiller’in öznel akla bir tepki olarak doğduğunu söyleyebiliriz. İnsanın da tıpkı üretilen bir ürün gibi araçsallaştığı, iktidarlar tarafından özneleştirildiği ilişkiler ağı, nesnel akla daha yatkın olan ama özneli de kapsayan bir başkalaşım olarak herhangi tekiller’e zemin hazırlar. Bu tekillik, rasyonel akıl görmezden geldiğini, ona farklı veçhelerde görünerek sık sık anımsatır. Dolayısıyla logos’a atıfta bulunur, aklın ve varlığın kökeni ima eder.
Herhangi, saf tekilliğin figürüdür. Herhangi tekilliğin kimliği yoktur, bir kavrama göre belirlenmemiştir ama sadece belirlenmemiş olmakla da kalmaz; daha ziyade ancak bir idea ile ilişkisi sayesinde belirlenmiştir.[2] Kimliklerin ortadan kalkması özneleştirmeye bir karşı duruştur. Bir bakıma tüm bedenler birbirine dokunmaktadır: Dünya tüm bedenlerin bitişikliğinden dokunmuştur; bedenler arasında hava, ışık, ses, kokular ve maddenin başka halleri evrenin ince olduğu kadar sıkı kumaşını biteviye dokurlar.[3] Rasyonalite karşısında varlığını yeniden konumlandırmaya yönelen tekiller, Nancy’nin dışarıdanlık (extranéité) olarak da adlandırdığı bedenin yabancılığını kuran tinlerini aşama aşama kat ederler ve birbirlerine daha da yaklaşırlar. Burada Akakiy Akakiyeviç’in paltosuyla kurduğu ilişki tam olarak yerini buluyor. Palto, kahramanın diğer bedenlerle ilişkisini, mahrum olduğu dünya ile iletişimini kurar. Bu dünya içinde yok olmaz, aksine orada ölerek var olur, o dünyanın tininde çözülür. Bu durum Melville’in karakteri Bartleby açısından da benzerlikler taşır.
Kâtip Bartleby, başı sonu olmayan bir öyküdür. Öykünün başlangıcı da sonu da anlatının gizli merkezine akar, orada oylum kazanır, derinleşir. Karşımızda en az Kaptan Ahab kadar tutkulu bir kahraman vardır: Bartleby. Onun öyküsü de tıpkı Palto’nun kahramanın öyküsü gibi sessizce başlar. İkisi de katiptir, birer kelime insandır. Yaptıkları işe kendilerini adarlar.
Wall Street’te yaşayanların çoğu gibi çok da yorulmadan güzel güzel para kazanan avukat, Bartleby’yi işe alır. Onu görür görmez sever: Şimdi neye benzediğini görebiliyorum – üstü başı tertemizdi, şefkat uyandıracak denli saygın bir edası vardı ve kendi başının çaresine bakmak üzere terk edilmişti adeta![4] Aslında onda gördüğü ilk şey efendisine sadık bir hizmetkardır. Efendi hizmetkarını bürosunu ikiye bölen kapının kendine bakan tarafına, bir paravanın arkasına yerleştirir. Deyim yerindeyse elinin altındadır ama mahremiyetini korumak için bir paravan koymuştur aralarına. Burada paravan metaforunun işaret ettiği bir gerçek vardır. Efendi, hizmetkarının bakışına maruz kalmak istemez. Hizmetkarın buyruğu duyması yeterlidir. Bartleby anlatıcının deyimiyle büyük bir iştahla yazı kopyalar, durmaksızın, mekanik hareketlerle. Öykünün anlatıcısı avukat, zengin müşterilerinin senetleri, ipotekleri, tapu belgeleriyle uğraşmaktır. John Jacop Astor, bu avukatın iki önemli meziyete sahip olduğunu söyler: basiret ve yöntem sahibi olmak. Bu ikisi tam da Wall Street’in efendilerinin aradığı şeydir. Servetlerine servet katarken hukukun yaptırımını ancak böyle biri aracılığıyla kendileri için bir garantöre dönüştürebilirler. John Jacop Astor, üzerinde durulması gereken bir isimdir. 1800’lerde yaptığı kürk ticaretiyle neredeyse Manhattan’ın yarısına sahip olan bu iş adamı, sözleriyle öykünün anlatıcısı avukatın gururunu okşar.
İşe alındığının üçüncü günü Avukat Bartleby’den bir kopyayı kendisiyle kontrol etmesini ister. Ancak büyük bir şaşkınlık yaşar. Çünkü aldığı yanıt “Yapmamayı tercih ederim”dir. Öykü burada ivme kazanır. Bu söz tıpkı avukatın Bartleby ile arasına koyduğu paravan gibi Bartleby ile avukat arasında duracaktır. Bartleby paravana itiraz etmemiştir. İçinde bulunduğu dünya ile teması kendini görünür kılmayan uğraşlara bağlıdır. Böylece göze batmayacaktır. Modern dünya ondan çok iyi bir çalışan olmasını bekler; o da bu buyruğa harfiyen uyar ama bir dışsallık alanı içinde görünmesini, ortaklık kurmasını istediklerinde -ki bu dışarıdan gelen bir dayatmadır- bir başka paravana tutunur. I would prefer not to. Bu dilsel paravanın arakasına saklanır. Saklanmış olduğu yerde kendini görünür kılan herhangi tekil’in dönüştürücü özgül söylemidir bu. Varlığını dönüşerek çözen bir edimden söz ediyoruz. Bu çözülme bir’in, bütün’ün tüm ince çatlaklarına sızar, onu esnetir.
[1] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, çev. Orhan Koçak, (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2013)
[2] Giorgio Agamben, Gelmekte Olan Ortaklık, çev. Betül Parlak, (İstanbul: Monokl Yayınları, 2012) 87.
[3] Nancy, Tuhaf Yabancı Cisimler (Bedenler), s. 88.
[4] Herman Melville, Kâtip Bartleby, çev. Kaya Genç (İstanbul: Helikopter Yayınları, 2010)