“Ben başkasıdır çünkü her zaman başkalarının yaratımıdır.”
Kaçak Yazarlar
- 12 Eylül 2024
“Ben başkasıdır çünkü her zaman başkalarının yaratımıdır.”
Gökten ilk elma düşmüş…
Bir varmış bir yokmuş gökkuşağının altındaki bir küp altın masal yetkililerince bulunmuş. Prens uzun zamandır bu altınların hayalini kuruyormuş. Çok da basit bir görevi varmış, yüz yıl uyuyan güzeli uyandırmak. Ve bu görevi kar beyazına açıklamak… Kar beyazının siyah kısa saçlarına bakmış tanıştıklarında saçları upuzunmuş. Dünyada ondan güzeli yokmuş, şimdi her şeyden habersiz uyuyormuş. Pamuk Prenses uykunun en tatlı yerinde uyanmış, prensin kendisine uzun zamandır böyle bakmadığını fark etmiş. Prens konuya sihir hızında girmiş:
“Kar beyazım bana bir görev verildi.”
“Nedir?”
Sihir hızında girdiği konuyu ağzında eveleyip geveleyerek:
“Şey…Yüz yıl uyuyan prensesi öp-erek uyan-dır-mak”
Pamuk prensesin yüzü düşmüş, gözleri gölgelenmiş
“Anlamıyorum.”
“Anlamayacak bir şey yok, seni de öperek uyandırdım, görevim bu.”
“Düşünmek istiyorum.”
“…”
Pamuk Prenses prensi terk etmeyi aklına koymuştu ama kötü kalpli kraliçenin yanına dönemezdi. Yedi cücelerin yanına gitse yedisine hizmet edecek, yedisinin yataklarını düzeltecek, yemeğini pişirecekti. En azından prens tekti, işleri hafiflemişti. Prenseslikten başka da bir şey bilmiyordu. Masal diyarında başka prenslerle de tanışmamıştı. Çirkin kurbağanın prense dönüşüp dönüşmediğini düşündü. Ay! O da çok çirkindi. Prensi ne yapıp edip kararından vazgeçirmeliydi. Ben de çirkin kurbağayı öperim dese prens rakip birini duyunca vazgeçer miydi? Kraliçeden büyü müyü yapmayı da öğrenmemişti. Ev işleriyle oyalandı, ortalığı sildi süpürdü, bulaşıkları yıkadı, çamaşırları astı, prensin ütülerini yaptı. Demlediği masal çayı buz gibi olmuştu.
Prens, uyuyan güzel yüz yıldır uyuduğuna göre aynı güzelliktedir diye düşünüyordu. Öpüp uyandırdı diyelim, yüz yıl uyuyan güzel onunla yaşamak isterse ne diyecekti. Kar beyazına bunu yapabilecek miydi? Enine boyuna düşünmek ona göre değildi. Masalı neyse yaşayacaktı. Kar beyazıyla masallarının sonu gelmişti belki de…
Gökten ikinci elma düşmüş…
Prens, çil çil altınlarıyla bir saray inşa etmiş, görmediği işveyi cilveyi uyuyan güzelde görmüştü. İstediğini elde etmekte pek mahirdi uyuyan güzel. Kar beyazını özlüyor ama nereye gittiğini hiç kimse bilmiyordu. Masal diyarında işleyiş aynıydı. Baloda dans ettiği Sindirella’nın camdan ayakkabısına bakıyordu. Bunu Sinderalla’ya giydirip onu üvey anne ve kardeşlerinden kurtarması gerekiyordu. Bu durumu yüz yıl uyuyan güzele nasıl açıklayacaktı. Kar beyaz gibi değildi ki kapının önüne koyabilirdi, saray da onun üstüneydi. Bir gece allem etmiş kallem etmiş tapuyu kendi üzerine yaptırmıştı. Mümkünatı yok konuşamazdı, işinden istifa etmek daha yerinde bir karar olacaktı.
Gökten üçüncü elma düşmüş…
Sinderalla baloda dans ettiği prensi düşünüyormuş, camdan ayakkabısının bir eşi hâlâ ondaymış, masalını yaşayan prensesler gibi değilmiş onun kaderi. Bir gece bir sihirle prenses olmuş prensesliği de gece yarısına kadar sürmüş. Fazlasını beklemek budalalıkmış, yine de pencere önünde yol gözlüyormuş. Beyaz atlı prensi bir gün çıkagelecekmiş ve onu kurtaracakmış. Beklediği prens işinden istifa etmişti. Yerine bir prens ataması yapılmamıştı. Camdan ayakkabı masal kasasında saklanıyordu. Görev aşımına uğrarsa masal müzesine gönderilecekti. Gönderilmeden prens adayları için bir mülakat yapılmasına karar verildi.
İlk adaya soruldu:
“ Prenses bir kulede hapsedilmiş ve kule ejderha tarafından korunuyor. Ne yaparsın?
Prensin dişleri birbirine vururken
“Çok kork- korkar- korkarım ejderhalardan”
İlk soruda elendi prens
İkinci adaya soruldu
“ Prenses ölüyken onu öpebilir misiniz?”
İkinci prens düşündü, düşündü
“Hayır! Öpemem”
İkinci aday da elendi.
Üçüncü adaya soruldu:
“ Bir kuleye uzun saçlardan tırmanabilir misiniz?”
Başı dönüp midesi bulanırken
“Yükseklik korkum var.”
Prens olmadan prensti bunlar.
Sinderalla günden güne yaşlanıyordu. Başka bir prens bulup kendi masalını yaşamaya karar verdi. Masal diyarında kulağı delik orman cücelerine haber saldı. Çirkin kurbağadan bahsettiler, onu öpünce prens olacakmış. Çirkin mirkin üvey annesi ve kardeşlerinden iyidir. Masal diyarının geniş, görkemli yoluna düşüverdi. Az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti. Kırmızı benekli kocaman mantarları geçince sağa sapıp taşlı patikadan dere kenarına indi. İndi inmesine ya kurbağa bir değil iki değil bir düzineydi. “”vırrak vırrak diyerek sağa sola kaçıştılar. Kalanlar üç beş taneydi. İlk kurbağanın yeşil perdeli ellerinden tutup kırmızı dudaklarına götürdü, içi almaya almaya öptü, hiçbir şey olmadı. Prensi bulana kadar birkaç çirkin kurbağa öpecekti. Prensler dünya güzellerini öperken bu masal diyarı kadınlarına reva mıydı? Masal ayrımcılığıydı bu ama şimdi sırası değildi. İkincisini öperken biraz daha alıştığından içi kalkmadı, “vırak vırak” deyip kaçtı. Ezop’un hakkı üçtür deyip üçüncüsünü öptü. Kurbağa kelli felli, göbekli bir adama dönüşmesin mi, bununla bir ömür geçmezdi. Sinderalla, arkasına bakmadan kaçtı.
Sinderalla, masal diyarında gezinirken bir ağaç ev gördü. Gün yavaş yavaş turuncu küçük pencerelerinden çekilirken büyük kapının sürgüsünü çekip evin içine girdi. Eski püskü masal elbisesiyle mantar şeklindeki masada Pamuk Prenses oturmuş bir şeyler yazıyordu. Orman cüceleri dâhil yerini hiç kimsenin bilmediği prenses karşısındaydı. Pamuk Prensese görünmeden yola düştü. Karanlık çökmeden evde olsa iyiydi, görkemli orman yolu kötü kalpli cadılara, tek gözlü devlere, ejderhalara benziyordu. Eve girince bir oh! Çekti çekmesine de mutfakta dağ gibi bulaşık birikmişti. Ortalık toz toprak içindeydi. Prens evi farklı mı olacaktı. En iyisi kimseye görünmeden bahçedeki kulübesinde uyuyup sabah yeniden yollara düşmekti.
Sabah gün ışır ışımaz kendi masalı için masal diyarından çıktı.