Gökyüzünden Yerin Altına
Rahat-sız

Gökyüzünden Yerin Altına

Anıl Çetinel Örselli

Edebiyat veya genel anlamda sanat, özü itibarıyla

gökyüzünden yeryüzüne inişin hikayesidir.

20.yüzyılın en önemli edebiyat eleştirmeni ve teorisyenlerinden Northrop Frye yazdığı Eleştirinin Anatomisi adlı eserde sanatın ve edebiyatın hikayesini altı aşama olarak tasnif eder.

 

Birinci aşama; mitoloji aşaması ya da mitolojik mod, tanrıların anlatılarından oluşur ve bu aşamada trajedi unsuru bulunmaz çünkü tanrıların canı neyi, nasıl isterse olaylar o şekilde gerçekleşir. Ahlak ve doğa kuralları olmadığı için çatışma unsuru da yoktur.

İkinci aşama; yarın tanrıların hikayesini anlatan romans diye de bilinen aşamadır. Annesi ölümlü babası ölümsüz olarak kabul edilen yarı tanrıların, ikinci düzey anlatılarında da -yine birinci aşamadaki sebeplerle- trajedi/çatışma unsuru bulunmaz.

 

Üçüncü aşamada -ki buna trajedi aşaması diyoruz- artık insanın insanlaşmaya başladığı çağın anlatıları sahnededir. Bu aşamada doğa, ahlak ve toplum kuralları devreye girdiği için insanın bu kurallarla çatışması artık resmen başlamıştır. Trajedi aşamasının eserlerinde karakterlerin nüfuzlu/güçlü olduğunu, Hamlet, Othello, Macbeth gibi eserlerde olduğu gibi aristokrat ve soylulardan oluştuğunu görürüz.

 

Sıradan insanın gerçekçi hikayesine ancak dördüncü aşamada geçilebilmiştir. Stendhal’ın dediği gibi “roman, yol boyunca gezdirilen bir aynadır” ve bu aşamadaki anlatılar bu düstura uygun şekilde hayatın salt gerçekliğini gösterir. Ahlak, töre, devlet, aile ve otorite gibi tüm figürler çatışmanın parçalarıdır. Bu aşamada edebiyat; gündelik yaşamda işine gidip gelen, ortalama ve rutin hayatlara sahip sıradan insanları konu alır.

 

Beşinci aşama yahut “modernist” aşama ise insanın insanlıktan aşağıya düştüğü başka bir deyişle ahlak ve erdem gibi değerlerden aşağı indiği bir aşamadır. Sadık Hidayet’in, Yusuf Atılgan’ın, Kafka’nın (Gregor Samsa), Dostoyevski’nin (Raskolnikov) karakterleri artık ön plandadır.  Bu aşama, insanlığın “ironik” modudur aynı zamanda. Edebiyatın varoluşçuluk ve nihilizm arasında salındığını görürüz.

 

İnsanlığın “ironik” modunu altıncı aşamada “parodik” mod takip eder. “Postmodernist” aşama olarak kabul edilen bu dönemde, artık yaşamda da edebiyatta da vitrin çağı başlamıştır. Öenmli olan; ne kadar mutlu, entelektüel veya bilgili olduğumuz değil, nasıl algılandığımızdır. İnsanın oyunsu çağı da denebilecek bu aşamada yoksulluğun veya insana dair tüm trajedilerin sahneden çekildiğini, insanların “mış” gibi yaparak çevrelerine ve kendilerine karşı yüzeysel bir oyun oynadığını görürüz.

 

İnsanın, postmodernist çağdan umduğunu bulamadığını ve bu sahteciliğin doyuma ulaşmaya başladığını düşünürsek; “Eleştirinin Anatomisi” eserinde altıncı aşamada sonlandırılan bu serüvende yeni adım ne olacak peki?

 

Yedinci Aşama: Yeraltı Modu

Araştırmacılar; insanın parodik modunun kaybolmaya başladığını, kendini en iyi haliyle vitrine koymaya alışan insanının trajedisinin artık bastırılamadığını ve bunun görünümlerinin de eserlere daha fazla yansımaya başlayacağını öngörüyorlar. Burada bir yedinci aşama tartışması devreye giriyor.

 

Yeraltı modu denilen bu devirde; insanın artık tüm öfkesi ve isyanı ile hayata geri dönüşü ele alınıyor. Gerçeklik artık kapatılamayacak kadar rahatsız edici ve bastırılamayacak kadar güçlü… Stendhal zamanının -yani dördüncü aşamanın- karakterleri (Gogol’ün Müfettiş’i veya Orhan Kemal’in Murtaza’sı gibi) gerçekliğe ayna tutan küçük sıradan ancak duygusal insanlardı, fakat yeraltı modunda gerçekliğe eşlik eden karakterler asi, arzulu, öfkeli, aykırı ve anarşist… Artık patrona, düzene, kurala kafa tutma çağının başladığını söylemek mümkün.  Klasik dönemde; küçük insan, kendi çevresinin farkında bile değilken bugün artık teknolojinin de etkisiyle insan kendi yaşamıyla birlikte diğer yaşamların daha çok bilincinde. Ve bu farkındalık beraberinde de eylemsel bir huzursuzluk hali yaratmakta. Yeraltı edebiyatı da mevcut huzursuzluğunu yatıştırmakta zorlanan insanın yaşamından ortaya çıkıyor aslında. Bir başka sesin oyuklardan yankılanması, kara bir damardan kanın dışarı sızması gibi…

Aykırı bir Ses İnşası

 

Edebiyatın kötü çocuğu, kara damarı yahut marjinal yüzü olarak tanımlanan yeraltı edebiyatını, insanın aykırı bir ses inşa etme çabası olarak da düşünmek mümkün. Toplumcu bakıştan ziyade bireyselleştirilmiş bir isyanın konu edildiği bu edebiyat türü, ilk bakışta mevcut türlerin elitist tarafının yanında basit, özensiz veya olağandışı gibi düşünülse de kendi iç yapısı itibarıyla felsefik bakışla harmanlanmış bir alan.

Karakterlerini; müptezellerden, tutunamayanlardan, alt kültürde doğanlardan veya üst kültürde doğmalarına rağmen alt kültüre meyledenlerden, aykırılardan, anarşistlerden, eşcinsellerden, yaşamın kıyısında kalanlardan oluşan bu türün meselesi; isyanın ve başkaldırının gerçekliği ile birlikte “ötekini” anlamaktır. Cemil Meriç’in de dediği gibi, “medeniyetleşme yeteneği, ötekini anlamak ve yüzleşmekle mümkündür.” Bu anlamda ötekini anlama gayretine yeraltı edebiyatının da katkısı yadsınamaz.

 

Nereden Nereye?

Hayatlarımızda “gizli” olanın görünür hale gelmeye başladığı, bilinçdışının kamusal alana taşındığı son dönemlerde, yeraltı kültürü de yavaş yavaş yeryüzüne çıkmış durumda. İnsanlık tarihinde mağaraya çizilen ilk aykırı desenle başlayan yeraltı yolculuğu kimi araştırmacılara göre kutsal kitaplarda da kendini gösterdi.

Literatürde ise yeraltı edebiyatının öncüsü, sadizmin de isim babası olarak bilinen Marquis de Sade kabul edilir. Sade, kendine özgü bir Fransız modeli oluşturarak hedonizme yakın bir görüşle, şehvet ve arzuların yaşanması ve anlatılması noktasında derin bir felsefik altyapının da edebiyatla harmanlanması gerektiğini savunmuştur. Bukowski Tarzı dediğimiz Amerikan modeli yeraltı edebiyatı ise bireyin günlük yaşam içindeki isyanını konu alır. Yine Amerikan tarzı Beat Kuşağı da bu izlekleri takip etmiştir. Bu kuşağa dahil olan Bob Dylan 2016 yılında Nobel ödülüne layık görülerek yeraltının edebiyattaki kabulünü güçlendirmiştir.

 

Şüphesiz dünya edebiyatında her coğrafyaya özgü sosyolojik yapılarda başka başka yeraltı eserler üretildi. Norveç ile Hindistan arasındaki yaşantının başkalığı ve ahlaki algının farklılaşması bu ayrışmanın temellerini oluşturdu. Bazı topraklarda yeraltı kabul edilen bir başka yerde gayet gün yüzündeydi. Bu açıdan ortak bir yeraltı edebiyatı olgusundan belki söz etmek mümkün değilse bile karakteristik olarak mevcut dil ve biçim dışına çıkabilen, belli bir sosyolojiyi konu alan, okuru ve yazarı da yeraltı olan ve hatta dağıtımı baskısı da el altından yapılan (Rusya’da Samizdat örneği) eserlere yeraltı demek mümkün. Günümüzde her kriter sağlanmasa da bireyselleştrilen isyana dayalı, normal dil ve biçimin ötesinde, karakterlerin öteki olduğu ve aykırı bir ses inşa eden eserler bu grupta sayılabilir. Bukowski’nin Ekmek Kırıntıları, Chuck Palahniuk’un Ölüm Pornosu, Jack Kerouac’ın Zen Kaçıkları, Henry Miller’ın Yengeç Dönencesi gibi kitaplarında da benzer ögelere rastlamak mümkün.

Türkiye’de Yeraltı Edebiyatı

Türk Edebiyatı’nda yeraltının beslendiği kara damar 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte oluştu diyebiliriz. Baskı rejimi ve sansürün etkisi ile başlayan isyan, dönem dönem farklılaşarak ve gelişerek 90’larda altın çağına ulaştı. Metin Kaçan, Altay Öktem, Fatih Kaynak, Hakan Günday, Mehmet Kartal, Kanar Güner ve Sibel Torunoğlu gibi yazarların da romanlarıyla katkıda bulunduğu yeraltı edebiyatı, şiirde de kendine bir yer edinmeyi başardı. Marjinal şiir anlamında Can Yücel, Ece Ayhan ve Küçük İskender’i saymak mümkün.

 

Kısaca yeraltı edebiyatı dünyada ve ülkemizde bir tavır olarak her ana akıma bir şekilde sızdı. Edebiyat araştırmacıları bundan sonra da yeraltının yer üstünü belirleyen ana metaforlardan biri olacağı kanısındalar. Edebiyatın bu asi çocuğu, çocuk arketipinden de esinle bizleri hem zorlayacak hem yeniden şekillendirecek gibi duruyor. Karakterlerin samimi, dobra ve eylemsel olduğu, iç dünyalarının (bilinç dışının dahil) dışa aktarıldığı hayatlarla yüzleşerek “ötekini” anlamaya başlasak keşke.

Yerin altında, üzerinde olduğumuzdan “daha gerçek” olabilmek dileğiyle…

 

Madem RAHATSIZ-IZ

Öyleyse VARIZ