Gündedün (5)
Yazılar

Gündedün (5)

Onurcan Irmak

18.09.2024

İşyerindeki hava durumu şöyleydi:

Karşı odanın penceresi açık bırakılıyor ve bacaklarıma doğru soğuk rüzgâr hücuma kalkıyor. Aynı anda, sırtıma arkamdaki pencereden güneşin yakıcı ışıkları vuruyor.

Dedemin bu durumlar için söylediği söz vardır:

“Bir yanım harman savuruyor bir yanım leblebi kavuruyor.”

20.09.2024

“Ansımak” kelimesine Ferit Edgü öykülerinde rastladığımda bir duralayıp kelimeyi sesli okuyarak kendime duyurmayı severim. Babam geçenlerde paylaştığım bir fotoğrafa bakmış ve bana “Oğuzlar’ın doğasını ansıtıyor.” demişti. Kelimeyi babamdan duymak da hoşuma gitti.

 

Ne ki, ben bu kelimeyi kullanamıyorum. Çünkü o kelimeyi cümlenin bir yerine yerleştirdiğimde, yanına yöresine rahat edeceği, yadırgamayacağı bir kelime koyamıyorum. “Ansıma”nın boynu bükülüyor, mahzunlaşıyor ve sessizleşiyor.

 

Ben de üzüntüsüne katlanamıyorum. Onu oradan alıp pencereden dışarı bırakıyorum. Kanatlanışını izliyorum.

25.09.2024

Ömer Kaya’nın Mahal Edebiyat’ta yayımlanan “Hapşırık” adlı devam öyküsünü okudum. Beğendim. Fakat ilk öykünün tadı ayrıydı. “Fuar, Kedi ve Aspirin” adlı öykü, iyice şaşırmış edebiyat dünyasına karşı, sevgili okurlar ve yazarlar, kediler ancak böyle konuşabilir demenin cevabıydı. İşin güzel yanı, tam zamanında yapılan bir ataktı.

26.09.2024

Hazan geldi. Aylar olmuştu görüşmeyeli. Sohbet ettik uzun uzun. Çektiği kısa filmi izletti. Diyaloğu az fakat sarsıcı bir hikâyesi vardı. Daha önceki filmine yani “İnsan Örtüsü”ne Kevser’le katkılarımız olmuştu. Gittiği ödül törenlerinden bol ödülle dönen bir yapım oldu.

 

Sonrasında, Hazan’la “İnsan Örtüsü”nü dört ay gibi bir sürede dizi senaryosuna çevirdik. Yazdıklarımın izlenmeye yönelik bir ürüne dönüşmesi fikri beni hep mutlu etmiştir.  Kim bilir? Belki bunu ilerde izleme fırsatımız olur.

27.09.2024

“Fil Hamdi”yi bitirdim. Aziz Nesin, benim için yaşamdaki çelişki yumağını ortaya sermede ve bunları mizahi bir dille aktarmada ustaların ustası bir yazar.

29.09.2024

Güzül

“Serçeler dışarı taştı, sonracığıma bir nakış hızı;

En güzlerde olsa da, insanoğlu özlüyor güzü.”

Metin Eloğlu

30.09.2024

Yaz tatilinde, Ege’den İç Anadolu’ya giden bir adam, köyünde tarlasına ve de bir saksıya nohut eker. Tatil bitip tekrar Ege’ye dönerken, nohut ektiği saksısını da yanında götürür. Amacı tarladaki nohudun boy verip serpilmesini eş zamanlı olarak saksıdan takip etmektir.

 

Bu adam benim bir tanıdığım. Aynı zamanda öykü kahramanı olsa olur ve gerçekliğine diyecek yoktur.

01.10.2024

Yurt genelinde okulların temizlenmediğine dair haberler çıkıyor. Dönem başında taşımalı eğitim de kalkmıştı. Bu gidişle eğitim sadece ayrıcalıkların erişebileceği hale gelecek. İçimi parçalayıp ayrıca un ufak etmesinin sebebi; benim de taşımalı eğitimle okumamdandı sanırım.

03.10.2024

Kevser’le tiyatro sezonunu, Yiğit Sertdemir’in, Yaşar Kemal’in kitabından uyarladığı “Ağrı Dağı Efsanesi”yle açtık. Oyunun dekoruna diyecek yoktu. Oyunculara büyük övgüler yağdıramam tabi. Beyaz atı canlandıran oyuncuyu ayrı tutarak söylüyorum.

 

İlk perde biraz sıkıcı geldi. Nedenini düşündüm. Destansı bir metnin, hem anlatıcılarıyla hem de kahramanlarıyla sergilenmesinden dolayı olabileceğine karar verdim. Kahramanların konuşmaları doğal seyrederken, anlatıcıların tekrar eden, yankılanan kelimeleri beni biraz alıkoydu oyundan. Birinden birine geçerken zorlandım sanırım.

 

Fakat ikinci perdeden sonra ilk perdenin etkisi dağılmıştı. Daha birleşmiş geldi oyun. Görece hızlandı ve canlıydı.

Bütünüyle bakınca oyunu beğendim.

05.10.2024

“Bir şey adı konduğu anda yitirilmiş değil midir?” diyor Albert Camus “Denemeler”inde. Bu cümleye baykuş gibi konup düşünürken, kafamı yüz seksen derece döndürüp durayım bakalım.

 

İnsanoğlu, kendi dışındaki her şeyi, kelimelerin yardımıyla düşünür, tanır ve anlamaya çalışır. Biz sandalye deriz, sandalyeyi düşünürüz ve biliriz. Kelimenin yardımıyla artık sandalyenin fotoğrafı çekilmiştir ve zihnimizdeki albümün sayfalarında yerini almıştır, kimse dokunamaz ona. Fakat işin tuhaf yanı, dünya sürekli değişim içindeyken kelimeler zihnimizde bir sabitlik/durgunluk yaratır. Gerçekte, sandalye yıllar içinde tahtakurularıyla cebelleşecek, nemden küflenecek, günden güne zihnimizdeki fotoğraftan uzaklaşacaktır.

 

Bilge filozoflardan, büyük psikologlardan aldığım buyrukla, demem o ki, dış dünyayı anlamak için aracı olarak kullandığımız dilimiz, kelimelerle adını koyduğumuz için dış dünyayı olduğu gibi algılamamızı her zaman engelleyecektir. Dış dünya sürekli hareketli fakat kelimeler, bizim dış dünyayı kavramaya ve anlamlandırmaya çalışmamızdan dolayı sabittir.

 

Anlamaya bir yandan yaklaşırken öte yandan da uzaklaşıyoruz, demeye mi getiriyor Camus.