Bir baba; 10 yaşındaki içine kapanık ve içli oğlunu, “biraz açılsın, tahsilin yanında bir meslek daha edinsin, ayaklarının üzerinde durmasını öğrensin,” diye, organize sanayi bölgesinde, bir ustanın yanında işe aldırır. Yaz aylarında sanayi, dokuz ay okul. Sekiz yıl sonra hem liseden hem de sanayiden mezun (!) olur. Öğrendikleri: işkoliklik, disiplin, erkekler ağlamaz, çalışmak, çalışmak, çalışmak!
Okul hayatında başarılı olan genç, hayata atılır. İşinde başarılıdır. Evlenir. Bir kızı olur. Sanayiden öğrendikleri, ağlamamak için bastırılan duygularla bir araya gelince… asık surat, çatık kaş, gülmezyüz… Mutsuzdur. Eşi ve kızı da…
Bir gün, 10 yaşındaki kızıyla bir restoranda oturmaktadır. Kızı, çok mutlu olduğunu söyler ve ekler:
“Beni çok seven bir kız arkadaşım var. Konuşmasından, gözlerimin içine bakmasından, beni görünce gülümsemesinden, sırlarını benimle paylaşmasından anlıyorum. Onu ben de çok seviyorum…”
Adam; sıradan pek çok arkadaşı olduğu halde, kızının anlattığı türden bir arkadaşa, kısacası dosta sahip olmadığı için üzülür, hüzünlenir. Bir yumru oturur boğazına. Kızına cevap vereceği sırada sesi titrer ve bu defa duygularını bastıramaz. Restorandaki hemen herkesin duyacağı derin bir iç çekişten sonra hıçkırıklara, gözyaşlarına boğulur.
Adam hâlâ ağlıyor.