Havva, Beyaz Kuşun Uçuşu
Kitap İncelemeleri

Havva, Beyaz Kuşun Uçuşu

Şule Kaynar

Vüs’at O. Bener’in Havva Öyküsünde Çocukların Kırılgan Dünyası ve İstismar                                                          

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne

                                                                                 Allı pulu bir balon gibi verelim oynasınlar

                                                                                 Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında

                                                                                 Dünyayı çocuklara verelim (…) *

                                                                                                   NÂZIM HİKMET

 

Yetişkinler, çocukların masumlukları, neşeleri üzerine konuşur, kaybedilen çocukluk yıllarına özlem duyar, çocukları ne kadar sevdiklerini söyleyip çocukluk üzerine bolca övgülerde bulunurlar, oysa konu çocuk hakları olduğunda, sevme adı altında bile, yetişkin dünyası çocuğu hedef alır. Çocukları değersiz görmesi ve ötekileştirmesiyle oluşan yaygın bir çocuk düşmanlığı, bu düşmanlığın belirgin olan olmayan türlü türlü halleri vardır. Üstelik çocuklar maruz kaldıkları bu düşmanlığı çoğu zaman anlayamazlar. Sarah Hannan, “Çocuk Olmak Çocuklar İçin Neden Kötü Bir Şeydir?” [1] adlı makalesinde bu durumu şöyle açıklar:” Çocukların kırılganlığı çoğu yetişkin ilişkisinde yaşanan kırılganlıktan daha derin ve asimetriktir. Dahası çocuklar kırılganlıklarının çoğunlukla farkında değildir, dünya ve ilişki içinde oldukları insanlar hakkındaki gerçekleri algılayamazlar. Yetişkinler ihtiyaçlarıyla örtüşmeyen ilişkilerden çıkmayı seçebilirler. Çocuklar ise çoğu zaman sahip olmadıkları bu seçeneğe sahip olduklarında dahi kendilerine kötü davranıldığını fark etmeyebilirler, fark etseler bile ne yapacaklarını bilemeyebilirler.”  Hannan’ın söylediklerine ek olarak sevgi ve ilgiden yoksun, ceza ve şiddetin var olduğu bir ortamda yaşıyorlarsa çocukların işleri daha da zorlaşacaktır, denebilir. İşte 1950 kuşağının önemli öykücülerinden Vüs’at O. Bener’in “Havva” [2] adlı öyküsünde de böyle zorlu bir aile ortamında bulunan çocukların dünyası anlatılır. Havva, söz edilen aileye ev işlerine yardım etmesi amacıyla köyden getirilen yanaşma/ besleme olduğu anlaşılan bir kız çocuğudur. Öyküde, ayrıca anlatıcı rolünde evin küçük kızı yer alır ve Havva onun gözünden anlatılır. Öyküde anlatıcının bir çocuk olarak kurgulanması çocuğun olan biteni yalnız kendi saf dünyası ve deneyimi içinden algılayabildiği kadarıyla dolaysız aktarımla sunulmasını sağlamıştır böylece okuyucu Havva’yı bu dolaysız gözle tanır.

 

Havva, aklı fazla ermeyen, safça bir kız çocuğudur. Saflığı nedeniyle davranışlarını kontrol edemez ve çevre algısı zayıftır. Hem besleme olması hem de bu davranışları yaşadığı ailenin Havva’dan utanmasına, onu eve kapatarak yalnızlığa mahkûm etmesine neden olur. Sosyal hayattan dışlanan ve cezalandırılan bir çocuktur Havva. İçinde yaşadığı aile ve toplum tarafından dışlansa da yaşadığı gerçekliği tam olarak kavrayamaması ve buna bağlı başına buyrukluğu ona farkında olmadığı sınırlı bir özgürlük alanı açar. Ailenin öz kızı olan anlatıcı da çocuk algısıyla Havva’nın bu sınırlı özgürlüğünü kıskanır, onun içinde bulunduğu zor durumu kavrayamaz. Öykü bu ilişki ağı içinde ilerlerken Havva bir gün atılacak paslı bir yağ tenekesinin dibindeki yağı yer ve zehirlenir, belki de yeterince iyi beslenmemektedir, sağlığı bozulur ve durumu gittikçe kötüleşir. Bu ölümcül hastalık karşısında tüm ailenin Havva’ya olan kayıtsızlığı yerini acıma ve pişmanlığa bırakır. Öykünün başında Havva’yı kıskandığı, onu pis ve işe yaramaz bulduğu; hatta kendisini annesine ispiyonladığını düşündüğü için hakkındaki dileğini “Lekeli entarimi sakladığım yerden çıkarıp anneme göstermesini biliyor ama. Ne yapayım. Karadut lekesi işte. Çıkmadı. O kadar uğraştım. İnşallah başına bir bela gelir de kurtuluruz. Allah’ım şunu öldür!” (Bener, s.25) sözleriyle ifade eden çocuk anlatıcı, metnin sonunda Havva’nın ölümcül bir hastalıktan acı çektiğini gördüğünde: “İki tarafına çarpınıp duruyordu. “Allah’ım ne olursun ölmesin”, dedim. Allah’ım öldürme onu!” O gene çarpınıp duruyordu. Birden karnıma bir ağrı girdi. Bağırayım dedim, sesim çıkmadı (Bener, s.27) der. Çocuk anlatıcı gibi anne karakteri de Havva’nın ağır hastalığı karşısında ona merhamet duymaya başlar. Annem Havva’nın yanına gitti, yatağına diz çöktü. “Kızım Havva iyi misin evladım?” dedi. “Bak iyileştin artık. Canın bir şey istiyor mu? Ne pişireyim sana?” Havva baştan bir şey demedi. Sonra gözlerini iri iri açtı: “Baklava”, dedi. Sonra da öldü.” (Bener, s.27). Bener’in öyküsünde Havva’nın zorlu yaşamının ölüm temasıyla kurgulanması okuyucuda merhamet duygusu uyandıracak biçimde işlenmiştir.

 

Merhamet duygusunun açık ileti olarak verildiği öykünün örtük iletisi ise çocuk istismarıdır. Öyküde yer alan her iki çocuk da fiziksel ve duygusal şiddete uğrar. Öykünün girişinde bulunan şu ifadeler, metnin genelinde hissedilen istismarın ilk belirtisidir: “Annem, bugün onu bir temiz dövdü. Tabii döver. Misafir odamızdaki güzelim halımızı kesmiş” (Bener, s.24) Annenin   şiddetine anlatıcı çocuğun da maruz kalışı:” Zaten annemden ödüm kopar.  Vururken sesini çıkarmayacaksın. Hele bağır! . Ben bağırmıyorum ama ağlıyorum. O deli hiç ağlamaz. Avazı çıktığı kadar bağırır sade.” (Bener, s.26) sözlerinden anlaşılır. Anlatıcının çocuk bilinciyle tam kavrayamadığı, anlamlandıramadığı bir şiddettir bu.“Zavallı annem. Beni çok döver ama, onu çok severim.” (Bener, s.27) Her iki çocuğa da uygulanan şiddet, aile içinde çocuk istismarının önemli göstergelerinden biri olmuştur. Çocuk ve yaşadığı ortam ile ilgili faktörlerin çocuğun istismar görme riskini arttırdığı bir gerçektir. Her iki çocuğun da en çok güvende olmaları gereken yerin ailelerinin yanı olmasına rağmen istismar riskinin en çok olduğu yer yine aile ortamı olmuştur.

 

Her iki çocuk da hem fiziksel hem duygusal istismarı sürekli yaşar ancak konumu gereği evlatlık/besleme olarak eve getirilen Havva’nın durumu daha da trajiktir. Yaşadığı fiziksel istismar sadece dayak değildir. Öz bakımına özen gösterilmez, hatta çirkin görünmesi adına çaba gösterilmiş gibidir. “Benim saçlarım yumuşak. Havva’nın saçları keçe gibi. Annem ustura ile iki defa kazıttı saçlarını uzasın diye, ama uzamadı, kısa kaldı.” (Bener, s.24) Ferhunde Özbay, “Türkiye’de Evlatlık Kurumu: Köle mi Evlat mı?” [3] adlı makalesinde yapılan araştırmalarda ve evlatlık temasını ele alan roman ve öykülerde evlatlıkla ilgili birçok ortak noktayı şöyle açıklar: “Kimi hikâyelerde küçük kız evlatlık verilmeden önce temizlenir ama bu işlemlerden geçmekten yine de kurtulamaz. Genellikle saçların traş edilmelerinin yanı sıra, uzatmalarına da izin verilmez. Özellikle yüzyılın başında kadınların saçlarını hiç kesmediği dönemde bu kısa saçlı kızlar, “besleme” olduklarını hemen ele verirler.”

 

Havva’nın yaşadığı duygusal istismar ise sevgisiz ve ilgisiz aile ortamıdır. Aslında saflığı ve başına buyrukluğuyla Havva,  neşeli bir mizaca sahiptir, canlı bir dünyası vardır onun. Bu canlılığıyla bilinçli olmasa da tutsak olduğu evde dışarının özgürlüğünü arar, evde bulamadığı sevgi ve ilgiyi dışarıdan bekler. Ancak bu ilgi isteği baskıcı çevresi tarafından ahlâksızlık olarak algılanır.“Annem misafirliğe gitmişti de. Evde yalnız kaldık bununla. Bizim komşu imamın oğlu Recep evimizin önünden geçti. Döndü gene geçti. Ondan sonra da oturdu karşı kaldırıma, şarkı söylemeğe başladı. Nasıl da bağırıyor pis pis. Bu da oturuyordu sedirde. Bir fırladı durup dururken yanımdan. Korktum. Sonra merak ettim, ne oldu buna diye. Gidip baktım arkasından. Mutfağa girmiş, pencereyi açmış el sallıyor utanmaz. Anneme söyleyeceğim ama. Görür gününü o.” (Bener, s.24) Evlatlıklarla ilgili bu genel yargıyı yine Özbay, makalesinde şöyle açıklamıştır:“Güzel ya da çirkin, hemen bütün evlatlıklar cinsel açlıkları ile tanımlanırlar. Bunlar çoğunlukla, gözü pencerede, aklı erkeklerde kızlardır. Bir kısmı eve erkek alır, bu yüzden evden kovulur, evlendirilir, kaçar. Evin dışında ilgilendikleri erkekler sütçü, fırıncı ya da bakkal çırağı, şöför, eve tamirata gelen, işçi, işsiz –it, kopuk takımı-, hatta dilencidir. Yani bulundukları ailenin statüsünde olmayan kişilerdir. Kimse evlatlıkların neden “erkeklere düşkün” olduğunu açıklamamaktadır. “(Özbay, a.g.y). Besleme çocuklara karşı oluşturulan ön yargılarla kimse bu çocukların sevgi ihtiyaçlarını görmez, davranış nedenlerini sorgulamaz sadece onları suçlarlar. Bu çocuklar sanki doğuştan  suçludur.

 

Havva aynı zamanda tüm besleme kız çocukları gibi bir tür ev kölesidir. Havva’nın bu evdeki varlığı fiziksel gücünden yararlanma amaçlıdır: “Babam kaç kere: “Bu kız adam olmayacak, gönderiverelim köyüne gitsin” dedi. Gitse de kurtulsak ya. Annem: “Acıyorum kıza”, dedi. “Kimsesi yok. Hem kuvvetli. İşime yarıyor. Nasıl olsa lazım biri” (Bener, s.26). O, başına buyruk olsa da evin ağır işlerini görme becerisi vardır. Anne karakteri kendisine yardımları nedeniyle Havva’dan vazgeçmek istemez. Ev işlerindeki tüm yardımlarına rağmen saf ve çaresiz dünyasında yaşayan Havva’ya yine de çeşitli nedenlerle zulmetmekten kaçınılmaz. Zihinsel engeli nedeniyle yaşadığı istismarlara, bir de kötü şakalar, alay etme, aşağılama, gibi davranışlar da eklenir. Annem dün dedi ki: “On baş soğan koysam bu kızın önüne yiyebilir mi acaba?” “Koyalım anne, bakalım yiyebilecek mi?” dedim. Koyduk. Vallahi bitirdi hepsini! Şaştık kaldık. Gözlerinden zırıl zırıl yaş akıyordu da gene yiyordu. Sonra annem: “Kız sigara da içer misin?” dedi. “İçerim”, dedi. “Al iç şunu haydi.” Meğer sigaranın içine tuz koymamış mı annem. Çıtır çıtır sesler çıkmaya başlayınca korkusundan sigarayı atıp öyle bir kaçtı. Katıldık gülmekten  (Bener, s.25). Çocuk anlatıcının algısıyla komik algılanan bu davranışlar, çaresiz bir çocuğa uygulanan şiddetin başka bir örneği olarak kendini gösterir. Tüm bu yaşananlar, davranışı yönlendiren yetişkin figürün -annenin- Havva’nın zihinsel engelini istismar etmesinden kaynaklanır.

 

Hareketleri kısıtlanan ve yalnızlaştırılan Havva yaşadığı evde tutsaktır: “Annem bir yere gittik mi onu eve kilitler. Yoksa alır başını gider. Bir gün az daha ölüyordu. Annem çamaşırlığa kilitlemişti de. Maltızda kömür varmış. Akılsız pencereyi açıversene. Neler çektik. Sarımsaklı yoğurt yedirdik. İçim bulanıyor. Altına etmişti.” (Bener, s.25) Çocuk anlatıcının zihninde tüm bu yasaklamalar birer zorunluluk gibi algılanır, yoksa Havva ya kendisine ya da çevresine zarar verecektir. Yine Havva’nın eve kapatılma nedeni üzerine paralellik gösteren Özbay’ın açıklaması: “Bu kızlar adeta “bizden” farklı yaratıklardır. Sürekli denetlenmeleri gerekir; pencereden bakmak, sokağa çıkmak, kapıya gelenlerle konuşmak konusunda yasaklar, cezalar konur. Genellikle arkadaşlarının olmasına da izin verilmez. Böylece evlatlıklar hizmetçi konumunda olmadıkları bir ilişkiye kolay kolay giremezler. Bir köle gibi bulundukları evde yaşamlarını sürdürürler ya da evden kaçarlar.” (Özbay, a.g.y) şeklindedir.

 

Havva’nın da anlatıcı çocuğun da tam fark edemedikleri ama derinden yaşadıkları kırılganlık istismarın şiddetini daha da sarsıcı bir boyuta ulaştırır. Havva’nın yaşadığı her türlü istismara tanık olan anlatıcı çocuk da sadece gördükleriyle bile bu şiddete dahil olmuştur. Havva’nın halıda gördüğü beyaz kuşu masumiyetle keserek çıkarmak istemesi “Annem: ‘Kız niye kestin halıyı?’ dedi. O: “Kuş var halının içinde”, dedi “Beyaz kuş. Onu çıkartacaktım.” Gördün işte kuşu. Bir “Töbe töbe ana” bellemiş, onu söyler.” (Bener, s.24)  Bu kuşun çağrıştırdığı özgürlüktür. Öyküde yer alan bu özgürlük simgesi, Havva’nın ve tüm istismara uğrayan çocukların tutsaklıklarının karşıtlığını vurgulayan çarpıcı bir tema olmuştur.

 

 

KAYNAKÇA:

*Nazım Hikmet, “Dünyayı Verelim Çocuklara”

[1] Hannan, Sarah.”Çocuk Olmak Çocuklar İçin Neden Kötü Bir Şeydir. İstanbul: Cogito, “Çocuk Düşüncesi”, s.25, Sayı:108, Kış 2022

[2] Bener, Vüs’at O. Havva. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009

[3] Özbay, Ferhunde. “ Türkiye’de Evlatlık Kurumu: Köle mi Evlat mı?”. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi,  İstanbul: 1999