Hayali Kasaba Köhne’nin Evreninde
Kitap İncelemeleri

Hayali Kasaba Köhne’nin Evreninde

Dilek Karaaslan

“Bir kış günü gömdüler Fakı’yı. Yaşarken ki yokluğu ölümünde de kendini gösterdi. Fakı hiç yaşamamış, bu evin kerpiçlerini hiç dökmemiş, bahçedeki laleleri, susamları, yıldızçiçeklerini her akşamüzeri sulamamış, şu sedire oturup da geceleri şıpırdayan kayısı ve erik yapraklarındaki rüzgâra çobanlık etmemiş gibi oldu. Bir dal kırıldı sanki. Çıt. O kadar. Sessizlik kaldığı yerden devam etti sessizliğine. Evin önündeki hayali de çabucak silindi gitti.”

Köhne/ Ethem Baran

Köhne, Ethem Baran’ın üçüncü romanı. İletişim Yayınları’ndan basılan kitap, yeni yılın ilk aylarında okuruyla buluştu.

 

Köhne, temel izleğiyle Ethem Baran külliyatının uzağında ya da dışında değil tam da merkezinde bir yere yerleşiyor. İç Anadolu’nun yoksul bir köyünde, kasabadan bozma, ismiyle müsemma Köhne ilçesinde yıllardır iç içe geçmiş birkaç ailenin otuz belki otuz beş yıla varan bir zaman dilimindeki sancılı yaşam öykülerini, bir türlü içinden çıkamadıkları fasit dairenin içinde çaresizce hep aynı yere varmalarını anlatıyor bize.

 

Yazarın hikâyesini -diğer kitaplarından da tanık olduğumuz- yetkin, akıcı anlatımı ve hikâyenin geçtiği yöreye ilişkin yerel sözcüklerle, sinematografik betimlemelerle zenginleştirdiği bir dille aktarması ve ayrıca her sayfada çok ince ayrıntılara bezeyerek gizlediği ama aynı zamanda çeşitli ipuçlarıyla bunu okurun keşfetmesine de izin vererek sağladığı sahicilik duygusu ve inandırıcılıkla romanının niteliğini çok yukarılara taşımış. Kendi adıma, hikâyenin akışına isimsiz bir karakter olarak katıldığımı duyarak, bir roman okuduğumu unutarak okudum.

 

Baran, Köhne’de ana izlek olarak, ışıltılı, parlak, eksiksiz şehir hayatları yerine yoksul, eğitimi kıt insanların dünyasına, köy evlerine, kahvelerine, metruk benzin istasyonlarına, ucuz lokantalara, kırsala, Ankara’nın varoşlarına gönül indiriyor. Bir kez daha. Köhne, Baran’ın kitapları arasında sanırım kahramanı en bol romanı. Her ne kadar Kumru, Selver ve Feramuz zaman zaman öne çıksa da genel seyirde kahramanlar aynı ağırlık ve önemde işleniyor. Hatta karakterleri daha iyi anlamak için okurken belki ufak bir şema çıkarmak yararlı olabilir. Bu anlamda kitap bana Marquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık’ını ya da Rus klasiklerini çağrıştırdı. Hatta bir adım öteye gidersem, yazarın dili ve anlatımı o denli yetkin ki, Nuri Bilge Ceylan’ın Anadolu’nun unutulmuş bir kösesinde geçen o filmlerinden birini izliyormuş duygusuna kapıldığım anlar oldu. Akış öylesine canlı, betimlemeler o kadar derin ki, sayfalarda gezinirken sahneler üç boyutluymuşçasına okurun gözünde canlanıyor. Diyaloglar, iç konuşmalar, bilinç akışı gibi teknikler dışında yazar doğaya, ağaca, çiçeğe, böceğe, hayvana, günün, gecenin, mevsimin hallerine, yenen yöresel yemeklere, içilen çaya, çorbaya, rakıya da en az karakterler kadar önem verip detaylandırarak sahneyi bütünlüyor. Bazı sahnelerde şiirler ya da yöresel türküler de eşlik ediyor anlatıya. Hikâye, zaman ve mekanla, şiirin ve türkünün duygusuyla birleşiyor böylelikle. Yalnızca diyalogları okuduğumuz ama ortama, mekâna değinilmemesi nedeniyle gözümüzde canlandıramadığımız için ilişki kuramadığımız, bir köşesinden dahil olup sahneyi izleyemediğimiz kitaplardan ayrılıp çıtayı başka bir boyuta taşıyor Köhne.

 

Yazarın her bir detayını incelikle tasarlayarak yarattığı hayali kasaba Köhne’nin evreninde, parlak, ışıltılı, eğitimli, maddi manevi kendine yeten insanlar yoktur. Karakterler kösnül, zavallı, cahil, kıt görgülü, eğitimsiz ve köylü kurnazlığına sahiptir çoğu zaman. Baran onların hep kusurlu, eksik yanlarını işler. Karakterler ne kadar kösnül olsalar da ilginç bir şekilde duygularının farkındadırlar. Düşünmeyi, tasalanmayı, bilir, kusurlarının affedilmesini beklerler, içten içe. Özellikle kadınlar, aşk için dayağı, töreyi, ölmeyi, öldürülmeyi göze alıp aşkın peşine düşerler. Bu anlamda Köhne’nin kadınları erkeklerinden daha cesurdur. Köhne’nin erkekleri de sever. Âşık olur, alır, kaçırır, yerine göre affeder, sahip olur ama bunu sürdürmeyi başaramazlar. Onların karakterleri ya da kaderleri kasabanınkinden bağımsız değildir. Hızla sevdikleri gibi hızla tüketirler. Babalarından gördükleri gibi yaşamayı seçmek dışında başka türlüsünü beceremezler. Kadınların payına düşense, dayak ve kötü muamele dışında, çocukları büyütmek, sefalet içindeki o yaşam döngüsünü, aile ocağını bir şekilde sürdürme becerisi olur. Sefalet, yoksulluk, yoksunluk, alkol bağımlılığı Köhne’den ayrılıp Ankara’nın varoşlarına yerleşenler de dahil hiçbirinin peşini bırakmaz. Geride bıraktıkları kasabada ise onca yıl boyunca değişen tek şey yeniden açılan metruk benzinlik olur. Belki de geleceğe ya da kasabanın yaşayacağına dair tek umut kırıntısı budur.

 

Baran, bazı eserlerinde olduğu gibi Köhne’de de küçük oyunlar ve şifrelerle diğer öykü kitaplarına belli belirsiz göndermeler yaparak metinleri arasında okurun keşfine bıraktığı ince köprüler kuruyor. Örneğin, Selver, kitabın doksan ikinci sayfasında, Baran’ın Dönüşsüz Yolculuklar isimli öykü kitabındaki ilk öyküsü “Ve Demiştik” teki Harun’un, belki de kendi babasının (Aşır) sebep olduğu kötü kaderini (asılmış bulunması) hatırlayınca iki ayrı öykü birleşiyor ve resim tamamlanıyor. Hikâyenin canlılığı, kitap bittikten sonra bile olayların zihninizde dönmeye devam etmesine neden oluyor. Battal, Döndü, Kumru, Fakı, Nurettin, Güver, Eşref, Nail Çavuş, Penpe, Fayık, Sabri, Kevser, Meryem, Feramuz, Semiha, Perihan Tahir, Paşa, Emiş, Cevcet, Aşır, Kadriye, Selver. Kahramanların yalnızca bir kısmı.

 

Bakalım sağ kalanlar Baran’ın hangi öyküsünde yeniden karşımıza çıkacaklar?