Ananem; Tam bir yüzyıl önceden yazgıma katılmış, tespihinin tanelerini masal mesel, kişisel tarihinin acılarını hikâye hatıra çeken kadın. Ailesini depremde, iki eşini bir oğlunu savaşlarda yitirmiş, Yunandan sonra yıkılmış evinin taşını tuğlasını sırtında tek tek Aytepe’nin eteklerine taşımış yuva kurmuş yaralı kuş. Üç taş korum ocak olur, kime varsam kocam olur diyebilen tanıdığım ilk feminist, Emir Ayşe Demirkazık.
Virginia Woolf; Cebine doldurduğu taşlarla suya yürüyerek bizi arkası gelecek onca metinden mahrum bırakan müthiş yetenekli ama huzursuz bir ruh. Bilinç akışı tekniğinin kraliçesi. Mrs. Dalloway, hala bu tekniğin en muhteşem örneklerinden biri bence. Dalgalar’ı hem düzyazıyla kaleme alınacaktı hem de şiir olacaktı; hem roman olacaktı, hem de tiyatro oyunu. Bunları, yazan biri olarak düşündüğünüzde aklın çivileri usulca yer değiştiriyor. Beni bunca etkilemiş yapıtlarının içindeki yazılmamış hüznü seziyorum bir yandan. İncecik bir sızı geçiyor adının içinden.
Ursula K. Le Guin; Bilim kurgu ve fantastik paravanlarının ardından, insanı, hayatı anlatan güçlü feminist yazarım benim. Robotlar, makineler, ışın kılıçlarından ibaret olmadığını gösterdi bilim kurgunun. Mülksüzler’le sağlam bir tokat attı doğal-mış gibi yaşananların yüzüne. Yerdeniz serisiyle hepimizi şaşkına çevirdi, kurduğu evrenler, gezegenler, sistemler başımızı döndürdü. Hayal gücümün en anarşist tetikleyicisi.
Adalet Ağaoğlu; İntihar etmeyeceksek içelim bari, akıldan silinmeyen başlangıç cümlesi. Ölmeye Yatmak’ı okuduktan sonra bir daha yazamayacağımı düşünmüş, duygularımı bir mektupla anlatmıştım. Adalet Hanım’ın daktiloda arkalı önlü iki sayfalık zarif ve güçlü yanıtı tam altı ay sonra ulaşmıştı elime. Zihnimin eh sen de yazmayıver gibi algıladığı satırlar on yıl kadar sonra bir kitabın arasından düşüverince elime, okuduğum tüm yazma önerilerinin önüne geçip ah zaman usta dedirtti bana. Kaza geçirdiği gün yazarak çizerek kedere boğulmuştuk bir arkadaşımla. Mülkiyelilerdeki doyumsuz sohbetimiz. Öyle ya, Can Baba’nın sözüyle” Sen Türkiye’nin En Güzel Kazasısın” ya da “Herkes Kendi Kitabının İçini Tanır” la bile özetlenemez güzelliğin.
Leyla Erbil; Gençliğindeki koşu, uzun atlama gibi sporları edebiyatta güzelim sözcükleriyle sürdüren 50 kuşağının zarif demir bileği. Bireyin iç dünyasındaki psikoanalitik derinliği öyle bir deşti ki her metninde yürekten vurdu bizi. Tuhaf Bir Kadın’la, Tuhaf Bir Erkek, bildiğimiz belki ama yerli yerine oturtamadığımız insanlık hallerini turnusol gibi ayrıştırdı. Hallaç’la savurup Kalan’la durdurdu içimizi. Ah hele o kendine özgü “Leyla işaretleri”. Virgüllü ünlemi bile akıl eden ince düşünceler kadını.
Sevim Burak; Dünyalarını kaybetmişlere yazan edebiyatımızın nahif terzisi. Özgürlük, bireyin kendini tanıması ve varoluşunu gerçekleştirmesi için temel bir olgu. Özgürlüğün kısıtlanması veya yok edilmesi bireyde kendini tanıyamama, iletişimsizlik, yalnızlık ve yabancılaşma gibi varoluşsal problemlere yol açar ya işte Sevim Burak tüm bu sorunları metinlerine ustaca teyeller. Onun sarayları yanık, Afrika’sı danstır. Herkesin öykücüsü değil, metaforlarla oynar. Sevenler tiryakisidir yazdıklarının, biri de benim işte.
Füruzan; 70’li yıllarda Parasız Yatılı elimize geçtiğindeki şaşkınlığımızı hala hatırlıyorum. Yepyeni bir dil ve söylemle yüz yüzeydik. Bu kitapla Sait Faik ödülünü alan ilk kadın öykücümüz oldu. Ardından Kuşatma ve Benim Sinemalarım düştü kucağımıza. Sonrasında hiçbir işinde hayal kırıklığına uğramadık. Yıllar sonra güzel çarpışmalar da yaşadık. Tüyap dönemlerinde ortak dostumuz Elazizli Fevzi’de kuru fasulye yedik. Bilal İnci’de Semih Poroy’un, Turhan Günay’ın bağlamalarını türküler eşliğinde dinledik. Mütevazıydı. Sevmezdi kendinden söz etmeyi. Zamansız kadınlardandı, yokluğu boşluk.
Ayla Kutlu; Onu sevmek için her kelimesine taptığım kitaplarını, ödüllerini, sinemaya, tiyatroya uyarlanmış yazdıklarını sıralamaya gerek yok. İnce kişiliği olağanüstü dengeli ilişki kurma biçimi, hayatı algılama ve savunma yöntemleri beni hep hayran bıraktı kendisine. Şahmeran tutkusu, kedi sevgisi de öyle. Şimdilerde külliyatına yeniden göz atıyorum da- Asi…Asi elimde- çalışkanlığı, disiplini ince araştırma ve tespitleri, yarattığı karakterlerinin gücü, güzelim dili, bir kez daha beni benden alıyor.
Tomris Uyar; Üç şairin ilhamı deseler de onun için, şahsının ilham perileri de kadim olmalı. “Bir kitaba değil de bir deftere yazmış gibi düşünürüm onu. Kâğıda yazsaydı şiir, kitaba yazsaydı roman olurdu belki, araya yazmış, arada kalana/olana yazmış, deftere yazmış ve böylece öykü olmuş yazdıkları diye düşünürüm” demiş Ergülen Tomris için, kesin katılırım. Edip beyle Tomris’in şiirleri, öyküleri arasında Gecegezen Kızlar gibi dolaşıp durmuyorlar mıydı günboyu, yılboyu, ömürboyu ve bir şiirboyu, bir öyküboyu, da denmiş ki buna da şapka çıkarırım.
Nilgün Marmara;
Kirpik ucuna yuva yapmış
kuşlar varmış, say Andilip!
Sesi var, kendi yok.
Eski zaman.
Muazzam işçiymiş, fakir.
Bildiğimde cancağızım,
fakir saydım içimi
hayli zaman.
Kızkardeşim, yüzün güneş.
Şiirin avuçlarımda an be tuz,
gözlerin Marmara,
zamansız.
Şule Gürbüz; Ben derdi, meseleyi bir kişiye, sınıfa, bir şeyleri eksik ve geride olana değil herkese pay etmeye, herkesin kendine düşeni almasına, bulunduğu yerdekini görebilmesini sağlamaya çalışıyorum diyebilen, deyince de beni çağda, vicdanda, bakışta dolandıran, zamanın bendeki izdüşümünü şuruba çeviren yazar.
devam edecek- elbet ya da belki