Haymanalı Hemşire
Öykü

Haymanalı Hemşire

Mustafa Ünver

On beş yıldır hep aynı vakitte aksatmadan yürütmeye çalıştığı meditasyonunu yaparken karanlık salonun köşe sehpası üstünde duran telefon ekranının gecenin bu saatinde pek de adeti olmadığı halde aydınlandığını ve ışığının tavana ve gözüne yansıdığını fark etti. İstifini bozmadı. “Her şey bir miktar bekleyebilir” diye iç geçirerek işini yapmaya devam etti. On beş dakika sonra çalışmasının bitmesiyle birlikte eli telefona uzandı ve yarım bir kalkışla her zamanki koltuğuna yerleşti. Saat 04.17’yi gösteriyordu. Karanlığa alışmış gözleri ekrandan gelen ışığa uyum sağlamaya çalışırken mahmur bir merakla 04.02’de ekranına düşmüş olan kelimeleri gözlerini kısarak okumaya çalıştı:

 

“İbni Sina’da hemşireyim ve şu an nöbetteyim. Sabah sekizde evi görmeye gelebilir miyim?”

 

Mesaja “Uzak bir lokasyonda oturduğum için evi göstermeye ancak öğleden sonra gelebilirim. Saat 14 mesela sizin için de uygun olursa buyurun gelin, evi görebilirsiniz” diye cevapladı.

Bu arada ilanı yokladı, gece olmasına rağmen gördüğü ilginin oldukça yüksek olduğunu fark etti. Evi görmek isteyen birçok kişiye öğleden sonrası için randevu bile verdi.

Ama hemşire henüz bir şey yazmamıştı. Servisteki işleriyle meşgul olmalıydı, bekledi. On dokuz dakika sonra cevap geldi:

“Ben de uzak bir ilçede, Haymana’da yaşadığım için evi hemen nöbetten sonra görüp geçseydim iyi olacaktı.”

 

Bu mesaj, yazarın “Gordion Defnesi” adlı sümsük öyküsünü okuduktan sonra onda oluşan anlamsız tiklere bir yenisini daha eklemekte gecikmedi. Kadının mesajındaki Haymana’yı adam akıllı Polatlı diye okuma gayreti yine nüksetti bir anda. Son zamanlarda bu illet onda iyiden iyiye tanımlanamaz bir sendrom hâlini almaya başlamıştı. Nerede Ankara’nın bir ilçesini okusa veya duysa onu hemen Polatlı diye anlıyor veya duyuyordu. Pursaklar belki Polatlı olarak algılanabilirdi ufak bir ihtimalle ama sözgelimi Çankaya, Sincan, Mamak, Yenimahalle, Keçiören, Ayaş veya Kızılcahamam nasıl Polatlı olarak algılanabilirdi ki?

 

Mesajdaki Haymana’yı Polatlı olarak okuyup anlamaya o kadar kendini kaptırmıştı ki ilçenin adını defalarca okudu, okudu ve sonunda hemşirenin Polatlı yazacakken yanlışlıkla Haymana yazmış olabileceğini düşünmeye başladı. Ne de olsa insan beşer, şaşar değil mi? diyordu iç sesi. Ne yani Polatlı yazacakken Haymana yazmış olması mümkün olamaz mı? Kaldı ki şu akıllı denen salak telefonlarda zihninizi okurcasına siz daha yazmadan isimleri, kelimeleri kafasına göre dizdiği olmuyor mu sanki? diyerek ana tezini destekleyen yan cümleler sıralamaya başladı.

 

Ardından “Aman olsa ne olur, olmasa ne olur? Burada önemli olan Ankara merkeze biraz uzak olan iki ilçenin önemsiz adları mı?” sorularını da şöyle bir zihninde evirip çevirdi. Dudaklarını büzüp dağınık kırçıl saç ve sakallarını parmaklarıyla yer yer kaşıyıp düzeltirken aslında tuhaf düşüncelerini susturmaya çabaladığının farkında bile değildi.

 

“Neticede ben sadece evimi kiraya veriyorum değil mi? Kiracı adayının hâlen Haymana’da veya Polatlı’da yaşıyor olmasının konumuzla ne ilgisi olabilir ki? Gerçekten de hiçbir ilgisi yok. Bana ne, isterse Fizan’da yaşıyor olsun. Önemli olan şartları karşılaması ve evi beğenip tutmak istemesi. Ama kazın ayağı öyle değil işte.”

 

Farkında olmadan itinayla düzelttiği gür saçlarını bir anda hırçınca karıştırıp dağıttı. “Başıma ne geldiyse zaten hep o mıymıntı öykü yüzünden geldi,” diye mırıldandı.

Dakikalar sonra hemşireye şu satırları yazdı:

“Öğleden sonra 14 gibi bakmanızı tercih ederim. Dediğim gibi hanımefendi ben de uzak bir bölgede ikamet ediyorum. Sabahın o saatinde evi göstermeye gelebilmem zor görünüyor.”

 

Bir müddet sonra “Hımm, peki yarın öğleden sonra gelsem olmaz mı?” diyen bir mesajla aydınlandı ekran. Oldum olası kimden olduğuna bakmadan şahsına gelen tüm mesaj ve çağrılara mümkün olan en kısa zamanda cevap vermeyi insana saygı çerçevesinde kendine prensip edinmiş ev sahibi iletiyi okur okumaz cevapladı:

 

“Hanımefendi, seherin bu vaktinde müşteri kızıştırarak evini zorla pazarlayan biri olarak görünmeyi hiç istemem ama inanın çok talep var. Evi ilana koyalı beş saat oldu; daha şimdiden inceleyen 738, favoriye ekleyen 37 kişi olmuş. Evin hem merkezi lokasyonundan hem fiyatının emsallerinden fark edilir miktarda uygun olmasından hem de arada emlakçı veya komisyoncu olmamasından dolayı fazla boş kalacağını düşünmüyorum. Saat 14’ten itibaren evi görmek isteyen altı kişiye randevu verdim daha şimdiden. İlk mesaj atan siz olduğunuz için saat 14’ü sizin için boş bıraktım. Gelemezseniz o saati de bir başkasıyla doldurabileceğimden emin olabilirsiniz. Yani hanımefendi demem şu ki yarın için size bir söz veremem, çünkü ev bugün öğleden sonra her an tutulmuş olabilir.”

 

Ekran daha kararmadan cevap yetişti: “Peki, o zaman ben 14 gibi oradayım.”

O an, uygulama üzerinden yazıştıklarını hatırladı:

“Evi bulmakta sorun yaşarsanız arayabilmeniz için telefon numaramı yazayım size 05…, ha unutmadan aradığınızda sizi tanıyabilmem için siz de yazarsanız numaranızı kaydedeyim.”

“Tamamdır 05…”

***

 

Eve girdiğinde buluşma zamanına daha bir saat vardı. Gelirken yolunun üstündeki hırdavatçıya uğrayarak en pahalısından modern ve şık görünümlü bir duşluk aparatı satın almıştı. Dün eski kiracısından anahtarları teslim alırken evdeki duşluğun eskimiş olduğunu ve kimi boğumlarından delinerek su kaçırdığını fark etmişti. Belki lazım olur diye yanına aldığı kurbağacık, pense ve tornavidayı çantasından çıkardı ve hemen banyoya girdi. Bismillah diyerek eskimiş duşluğu söktü. Yerine yenisini takmak üzere duş teknesinin sırt duvarına vidalanmış olan eski tutmacı da tornavida yardımıyla söktü. Yeni tutmacın vida deliklerinin de eskisiyle aynı olmasına sevindi. Böylece yenisini kolaylıkla taktı ve vidalarını da fazla zorlamadan tornavidayla şöyle bir sıkıladı. Sonra da bataryanın alt tarafından spiral hortumlu aparatı kurbağacık veya pense kullanmasına gerek kalmadan “sol açar, sağ sıkar” mantrasını mırıldanarak eliyle kolayca söktü ve yerine yenisini taktı.

 

Şöyle bir aç kapa yaptı; yeni duşluk hem çok şık görünüyor hem de gayet güzel çalışıyordu. Duş takımının altını üstünü üç parmağının iç ve uçlarıyla da şöyle bir yoklayarak kontrol etti, herhangi bir su kaçağı ve sızıntısı yoktu. “Bu iş tamam, güzel oldu; güle güle kullansın, artık kiminse kısmet” diye mırıldanarak eski parçaları bir çöp poşetine koyarak banyodan çıktı. Poşeti ise giderken belediyenin çöp konteynerine atmak üzere apartman koridorunun kenarına bırakmak için kapıyı açtı. O sırada, yan komşusunun merdivenlerden inen hanımıyla göz göze geldiler; merhabalaşıp gülümseştiler.

 

Tekrar içeri girdiğinde koltuk örtülerini düzeltti, yastıkları da şöyle bir sağdan soldan puflattıktan sonra yerlerine yerleştirdi. Ev zaten derli topluydu. Televizyonu açıp koltuğa yerleşti. Artık kiracı adaylarını bekleyebilirdi.

 

Planlandığı üzere ilk sırada uğruna ilçe ikilemi sendromuna düştüğü hemşire vardı ve yaklaşık birer saat arayla akşam yediye kadar randevular verilmişti. Diğer talipliler arasında memur, askeri görevli, diş hekimliği beşinci sınıf öğrencisi, memur emeklisi, stajyer avukat, doktor gibi unvanlara sahip kimseler de vardı. “Hayırlısı olsun bakalım, Allah herkesi iyilerle karşılaştırsın” diye iç geçirdi.

 

Saat 14.20 olmuştu ama ilk adaydan bir ses çıkmamıştı. Telefonunu kontrol etti, herhangi bir mesaj da gelmemişti. Randevusuna gelip gelemeyeceğini öğrenmek üzere hemşireye telefon açtı; hattı meşguldü, muhtemelen bir başkasıyla görüşme yapıyordu. Beklemedi, kapattı. Sonrasında dönüş yapan da olmadı. O sırada 15’te randevusu olan memure hanım telefon ederek erken bir vakitte buralarda olduğunu ve mümkünse şu anda evi görüp göremeyeceğini sordu. Tereddüt bile etmeden “hay hay buyurun lütfen, gelip görün,” diyerek kabul etti.

 

Doğrusu hemşireye biraz kızmıştı. Hem söz verdiği halde randevusuna gelmemiş hem bıraktığı çağrısına geri dönmemiş hem gelemeyeceği için bir özür mesajı bile atmamıştı. “Neyse bütün bunlar bir insanın dürüst ve güvenilir olup olmadığına dair anlamlı işaretler. Böyle bir insan ya gelip evi tutuyorum deseydi, sonrasında sorun üstüne sorun yaşasaydın, buna şükür… Unuttun mu, daha önce sorun yaşadığın kiracıların da olmadı değil hani. O yüzden olanda hayır var,” diyerek zihnindeki listeden Polatlılı, pardon Haymanalı hemşire seçeneğini karaladı. Bu saatten sonra gelip görse de, beğenip tutmak istese de evi ona vermemeye zaten kararlıydı.

 

Buluşmaya gelen dördüncü aday evi görüp merak ettiği soruların cevabını sahibinden aldıktan sonra “Tamam ben evimi buldum tutuyorum,” diyerek gerekli ödemeyi mobil bankacılık kanalıyla yaptı. Kiracının, ulusal ve kurumsal kimlik kartlarını isteyerek “gerektiğinde sadece işbu kira akti konusunda kullanılabileceği” açıklamasını yaparak fotoğraflarını çekti. Önceden hazır ettiği iki nüsha kira sözleşmesini çantasından çıkararak doldurdu. Kontratın tüm sayfaları imzalanarak hayırlı olsun dilekleriyle el sıkışıldı. Anahtarları teslim ederek “artık ev sizindir, güle güle oturun, başka bir sorunuz yoksa bana müsaade,” diyerek mekândan ayrıldı.

 

Sokağa çıkar çıkmaz ilk iş kapıya bıraktığı çöp poşetini konteynere atmak oldu. Yol boyu yürürken daha önce randevu verdiği kişilere mesaj yazarak evin tutulduğunu haber verdi. Bu arada ilan hâlen aktif olduğu için evi görmek isteyen üç yeni kiracı adayına “ev tutuldu,” haberini verdi. Ardından da ilanı kaldırdı.

 

O sırada malum hemşireden gelen mesaj belirdi ekranda: “Gordion-Ankara karayolundaki kazadan dolayı randevuya vaktinde gelemedim, müsaitseniz şimdi gelip evi görebilir miyim acaba?”

 

Artık çok geç diye iç geçirdi ve bir cevap yazıp yazmamakta tereddüt etti. Sonunda prensibi ağır bastı ve sadece “ev tutuldu” diye bir cevap yazdı. Gelen üzgün insan emojisine ise herhangi bir tepki vermedi ve bu arada dayanılmaz Haymana/Polatlı ikileminden kurtulduğuna da sevinerek kişiyi telefonundan bir çırpıda sildi.

 

Önemli sayılabilecek bir işi, profesyonel destek almadan kısa zamanda ve kolaylıkla halletmiş olmanın huzurunu hissetti, yüreği şükürle doldu. Şehrin hayhuyu ve kalabalığı ona ağır geliyor, bir an önce eskilerin gûşey-i uzlet dedikleri köşesine sığınabilmenin özlemini çekiyordu. Kendine geldiğinde yoğun insan selinin bir damlası olarak metro istasyonunun merdivenlerinden aşağıya doğru kayınmak üzere olduğunu fark etti. Artık Çayyolu-Törekent metrosu onu cennetine doğru kanatlandırabilirdi.